1897 Teselya Savaşı Kahramanı Abdülezel Paşa

Kategori: Tarih - Tarih: 31 Ekim 2016 09:18
1897 Teselya Savaşı Kahramanı  Abdülezel Paşa

Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında yetişen kıymetli bir paşa. İkinci Abdülhamîd Han’ın kahraman ve şehîd kumandanlarındandır. 1827 (H. 1243) senesinde Konya’nın Hadim kazasında doğdu: 1897 (H. 1315) senesinde yapılan Osmanlı-Yunan harbinde şehîd düştü.

“–Ey gâzîler! Bilirsiniz ki eceli gelmeden hiç kimsenin ömrü sona ermez. Elli yıldır muhârebe meydanlarında bu gerçeğe defalarca şâhid oldum. Ayrıca bilesiniz ki, yıllardır şu gönlüm şehîd olmak aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. Hâl böyleyken benden, yerimi terkedip de geri çekilmemi sakın ola istemeyin!..”       Abdülezel Paşa

Bazen kelimelerimizin tükendiği zamanlarımız olur. Gözlerimizi ufka çeviririz… Ve içimizden gelen sessiz çığlığa kulak veririz. Durgunluğun tam ortasında kopan fırtına gibi birdenbire kararlılıkla hareket ederiz. Bazen de gemileri yakıp arkamıza bakmadan hedefimize yöneliriz. Türk tarihinde bu kararlılık ve azim neticesinde binlerce zafere imza atan komutanlarımız vardır. Büyük komutanlar zaferlerini önce ruhlarında sonra savaş meydanlarında taçlandırırlar. Bunun en büyük misallerinden biri de İstanbul’un fethi öncesinde Fatih’in dudaklarından dökülen şu cümleler ”Ya Konstantiniyye beni alır ya ben Konstantiniyye’yi” zafere olan inancını ve kararlılığını gösteriyordu.  



Abdülezel Paşa’nın hayatı da ve cephelerde yapmış olduğu şanlı mücadelelerle geçmiştir. Kısaca hayatına baktığımızda; orduya, onaltı yaşında er olarak katılmış bulunmasına rağmen üstün gayret ve liyâkati sebebiyle paşalığa kadar yükselmiştir.

Kırım muhârebesinde, Karadağ ve Girit isyanlarının bastırılmasında büyük gayretleri olmuş ve Plevne müdâfasında da Gâzî Osman Paşa’nın en yakın silah arkadaşı olarak dâsitânî kahramanlıklar göstermiştir. II. Abdülhamîd Han, onun bu gayretlerinden ziyâdesiyle memnûn kalarak göğsüne kendi eliyle müstesnâ bir kahramanlık nişânı olan Plevne madalyası takmıştır.

Ömrü, cenk meydanlarında sergilediği gayret, fedâkârlık, yiğitlik ve şecâat tablolarıyla doludur. Bilhassa Paşa’nın yetmiş yaşlarında ak sakallı bir pîr olarak katıldığı yirmialtıncı ve son gazâsı olan h. 1312 Osmanlı-Yunan harbinde şehîdlikle noktalanan kahramanlık ve cesaret dolu mücâdelesi, başlıbaşına bir destandır. Şöyle ki:
Onun paşalık yaptığı yıllarda Osmanlı Devleti, dıştan ve içten birçok tehlikelerle karşı karşıya bulunmaktaydı ve bu durum, devleti bir hayli yıpratıyordu. Böyle bir ânı kendileri için bulunmaz bir fırsat addeden Yunanlılar da, arâzîlerini genişletmek arzusuyla harekete geçtiler. İlk olarak Girit’e asker çıkardılar. Ardından adadaki Türk ahâlîye akıl almaz işkence ve katliamlara giriştiler. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, altı gün içinde adanın boşaltılması yolunda Yunanistan’a bir nota verdi. Ancak Yunanistan’ın buna kayıtsız kalması üzerine harp îlân etti.



Abdülezel Paşa da, bu harpte Alasonya ordusunun II. Tugay kumandanı olarak vazîfelendirildi. O esnâda Yunan kuvvetleri, taarruz hareketlerinin neticeye ulaşabilmesi için Osmanlı hududuna saldırmış bulunuyordu.

Abdülezel Paşa derhal harekete geçerek serhadde ulaştığında hudûd kulelerindeki Osmanlı askerleri, etraflarını kuşatan Yunan kuvvetleri ile kahramanca bir mücâdele içinde idiler. Üzerlerine yağmur gibi yağan top gülleleri ve mermileri karşısında herhangi bir gerileme göstermeyen kuledeki yiğit askerler, fedâ-yı can ederek bir bir şehâdet şerbetini içiyorlardı.

Bu hazin hâli gören Paşa, o an yiğitlerin yardımına koşmaya çalıştıysa da düşmanın kesif top ateşinden dolayı bir türlü kulelere yanaşamadı. Merhamet ve şefkatle dolu gönlü hem mahzûn ve hem de gadaplı bir halde atını sağa sola sürerek:

“–Aman yâ Rabbî! Kardeşlerimiz cayır cayır yanarak şehîd düşüyorlar. Şu yiğit vatan evlâtları kulelerde mahvolacaklar. Âh bir akşam olup ortalık kararsa da, kendilerine yardım edebilsek!..”diye çırpındı ve akşamı zor etti.

Nihâyet ortalık kararır kararmaz da bir tabur asker aldı, kulelerde bulunan fedâkâr ve yiğit gâzîleri kurtardı. Ertesi gün ise büyük bir hücûm başlattı. Kendisi de bil-fiil harbe iştirâk ederek kahraman yiğitleriyle beraber yıldırım gibi düşman üzerine atıldı. «Allâh, Allâh» nidâlarıyla harbin akışına kapılıp en ön safa geçti. Bunun üzerine telaşlanan yanındaki kumandanlar, yetmiş yaşlarındaki ak sakallı bu kumandana kör bir düşman kurşununun isâbet etmemesi için:

“–Paşa hazretleri! Düşman mermileri etrafınızda uçuşuyor; ne olur biraz geri çekilseniz!..” dediler.

Fakat yüreği nice gazâlarda pişmiş, cesûr ve gözüpek bir kumandan olan Abdülezel Paşa, bu îkâza yiğitçe:

“–Ey gâzîler! Bilirsiniz ki eceli gelmeden hiç kimsenin ömrü hıtâma ermez. Elli yıldır muhârebe meydanlarında bu gerçeğe defalarca şâhid oldum. Ayrıca bilesiniz ki, yıllardır şu gönlüm şehîd olmak aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. Hâl böyleyken benden, yerimi terkedip de geri çekilmemi sakın ola istemeyin!..” şeklinde ders verici târihî bir mukâbelede bulundu.

Ardından cengâver askerlerine dönerek o kurşun yağmurları altında şunları söyledi:

Kahraman evlâtlarım! Dîn, namus ve vatanımıza göz diken düşmana haddini bildirmek vaktidir! «Allâh, Allâh» diyerek hücûm edelim!.. Eğer şu tepeyi zaptedersek, önümüzde çiçeklerle süslenmiş geniş bir zafer sahrâsı açılacaktır.

Gâzîlerim! Analarınız sizi bugünler için doğurup büyüttü! Halîfe-i rû-yi zemîn olan Abdülhamîd Han-ı Sânî Hazretleri sizi bugünler için yetiştirdi.
İmdi vasıyetimdir ki, eğer şu tepeyi zaptedip oraya hâkim olduğumuzu görmeden şehâdet şerbetini içersem, beni şehîd olduğum yere defnetmeyin! Mezkûr tepeyi mutlaka ele geçirip beni oraya defnedin! Eğer bunu başaramazsanız, bırakın cesedim toprak üstünde kalsın ve kurtlara kuşlara yem olsun!
Bize Allâh’ın yardımı rehber, Hazret-i Peygamber’in imdâdı mukadder, halîfe-i rûy-i zemînin teveccühü de yâver olacaktır. Haydi yiğitlerim! Bismillâh! Dâimâ ileri!..”

Bu sözlerinden sonra hızla düşman saflarına doğru at süren Paşa’nın ardından bir kasırga gibi esen Osmanlı askerlerinin bu şiddetli hücûmu karşısında Yunanlılar tutunamayıp kaçmaya başladılar. Bir delikanlı çevikliğiyle serî hamle ve hareketlerle askeri pek mükemmel bir şekilde sevkeden Paşa, büyük bir sürûra garkolmuş bir vaziyette hücûma devam ediyordu. İşte bu esnâda alnına gelen bir kurşun, onun yıllardır arzuladığı ilâhî bir nîmet olan şehâdete vesîle olarak hakkında ikinci bir sürûr oldu. Paşa, bu sürûrla şehâdetin ulvî kanlarına bürünerek rahmet ve vuslat iklîmine kanat açtı.



Cesed-i fânîsini atından indirip toprağa koyduklarında bu sürûrun izleri dudaklarında hâlâ mevcûddu. Bu, yüce sevgiliye şehîdlik şan ve şerefiyle kavuşmanın tatlı bir tebessümüydü. Zaten memleketine son ziyâretinde yakın bir ahbâbına şöyle demişti:

“–Allâh Teâlâ, bana hâfızlık nimeti ve paşalık gibi iki rütbe bahşetti. Şimdi bir üçüncüsünü istiyorum ki, o da şehîdlik rütbesidir!”

Nitekim bu duâsı kabûl olmuş olacak ki, şehîdlik rütbesi de kendisine ihsân edildi.

Rahmetullâhi Aleyh!
Cenâzesi, önce Pürnartepe’ye sonra da Alasonya Çarşı Câmii’nin hazîresine defnedildi.

Daha sonra Sultan Abdülhamîd Han da, onun dîn, devlet ve millet hizmeti yolunda samîmiyetle gerçekleştirdiği büyük başarılar, eşsiz gayret ve fedâkârlıklara bir vefâ borcu sadedinde onun unutulmayıp dâimâ hayır ve duâlarla yâdına vesîle olması için kabrine güzel bir türbe yaptırdı.

http://istanbultarih.com/haberprint/1897-teselya-savasi-kahramani--abdulezel-pasa-76.html