Adım Adım Gezmek İznik’i Ve Baştan Sona Fethetmek İznik Gezisi Notları

Kategori: Yurt İçi Geziler - Tarih: 1 Eylül 2016 12:47
Adım Adım Gezmek İznik’i Ve Baştan Sona Fethetmek İznik Gezisi Notları

Küçük ama gönlü büyük bir şehir olan İznik, Bitinya’ya, Roma’ya, Türkiye Selçuklu ve son olarak ta Osmanlı Devleti’ne ev sahipliği yapmış mağrur bir şehir.

Ancak Pazar günkü gezimizde misafirperverliğinden bizi de mahrum bırakmayıp açtı kapılarını ve mihmandarımızın o eşsiz sunumuyla lezzetlendi gezimiz.
 
Nasıl mı başladık gezimize? Haydi bakalım canlansın gözümüzde…
 
Cumartesi gününden tatlı bir telaş sarmıştı içimizi, havanın yağmurlu olması her ne kadar bizi caydırıcılığa itse de söz vermiştik bir kere. Derken efendim Ahmet Beyler sağ olsunlar geceden bir hatırlatma yapıp ”Saatler ileriye alınacaktır” diyerek uyarısını yaptı. Biz de bu uyarıya uyup saatimizi ileriye almadık tabi ki ne de olsa akıllı telefon dedik. Fakat bize bu uyarıyı yapan Ahmet Bey kendi saatini ileriye alarak bir saat erken uyanmış sabah hâzır ve nâzır  beklediğimiz İncirli durağında bundan bahsediyordu. Otobüsün gelmesiyle yerlerimizi aldık birkaç noktaya daha uğrayarak diğer arkadaşlarımızın da teşriflerini sağladık. Artık tamam olmuştu hazırlık ve tuttuk İznik yolunu. İstanbul Tarih hemen farkını göstererek hazırlamış oldukları kahvaltı tabakları ile çay ikramlarında bulundular.
 
Biraz yol aldıktan sonra feribot ile denize tabi olduk. Deniz, martılar ve güneş eşliğinde deniz yolculuğumuzu tamam ettikten sonra  kara yolu ile seyahatimize devam etmeye başladık. Zülgaip Hoca aldı eline mikrofonu bir assolist edasıyla taçlandırdı yolculuğumuzu o eşsiz sunumuyla, anlatmalıydı İznik’e girmezden evvel anlam ve ehemmiyetini. Biraz Bitinya biraz Roma’dan derken detaylıca anlattı Selçuklu Devleti’ne ev sahipliği yapışını ve ardından Osmanlı Devletini.
 
Menşei bilmenin lazım geldiğini söyleyerek Türkiye Selçuklu kurucusu Selçuk Bey’in oğullarını Arslan Yabgu ve Mikail diye belirtti. Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış onunda oğlu ve devletin kurucusu Süleyman Şah’a kurdurdu devleti ve ardından ekledi Andoluda İslam eliyle kurulan ilk başkent olması bakımından önemini dile getirdi.


 
İznik’e doğru gezimiz tüm hızıyla devam ederken biraz da İznik’in önemine değindi hocamız 325’te Konstantin Hz. İsa’nın ilahlığı konusunu gündeme getiriyor ve birinci konsili bunun için topluyor. 780’li yıllarda ise 7. Konsil burada toplanıyor diyor. “La teşbih vela temsil” Hristiyanlığın Amentüsü’dür bu şehir diyerek Hristiyanlarca önemini dile getiriyor.Dağların eteklerine çöken sisler arasında Orhan Gazi’ye doğru ilerliyoruz uzaktan Orhan Gazi’ye nazar eder iken yol boyunca tabelalarında gördüğümüz ”Nikea” adından bahsediyoruz. Büyük İskender öldükten sonra komutanlarından Antigonos İznik kentini kuruyor 316’ da ve kente Antigoneia adını veriyor. Diğer bir komutan ise bu şehri ele geçirerek karısının adına atfen şehrin adına Nikaia diyor.
 
Uzaktan nazar kıldığımız Orhan Gazi’deydik artık, sağda Orhan Gazi solda İznik gölü eşliğinde bir doğa manzarasıyla seyr-ü seyran eder iken solda bir kaynak suyuna rastlıyoruz. Hocamız bizâtihi yakından tetkik etmemiz için otobüsü durduruyor ve ardından ekliyor “kaynak suyudur ağzınızı tatlandırınız”. Kaynak suyunun ılıklığıyla ellerimizi nemlendirip çocuklar gibi eğlendikten sonra birkaç poz fotoğraftan sonra yolcu yolunda gerek diyerek yola devam ediyoruz zeytin ağaçlarının bize sunmuş olduğu müthiş görsellik içinde. Efendimizin Hadis-i Şeriflerini dillendirmesiyle dikkatleri tekrardan hocaya çeviriyoruz. “Seyahat de sıhhat vardır” ameller niyetlere göre olduğundan sıhhatlenmek için yapıyoruz bu geziyi diyor biz de ona katılarak âmin diyoruz.
 
Ve sırada olmazsa olmaz, Osmanlı Devleti’ne nasıl başkentlik yaptığına geliyoruz. 1243 Kösedağ Savaşı ile Selçuklular Moğollar’a yeniliyor ve İkinci beylikler  dönemi başlıyor işte onlar içinde Osmanlı Beyliği de var. Ertuğrul Gazi o sıralarda Sivas dolaylarında taraflarını bilmedikleri bir savaşa şahit oluyorlar ve bu cihangir komutan ”Bize zayıftan yana olmak düşer“deyip Selçuklulara yardım ediyor. Alaeddin Keykûbat kendilerine Karacadağ’ı verecek ardından ise Söğüt ve Domaniç’e gidecekler. Sonrasında Osman Gazi başa gelecek İlk hedefi İznik olacak fakat ömrü vefa etmeyecek oğlu Orhan Gaziy’e nasip olacak babasının bu isteği. 1329’da Palekanon Savaşı olacak ve 1331 de Orhan Gazi teslim alacak şehri İznik tekfurundan ve günümüze kadar getirecek.
 
Tam o sırada gür bir ses “Akçeli işleri pek sevmeyiz ama ne yaparsınız işte pamuk eller cebe“ deyince sarıldık cüzdanlarda ki paraya.
Nihayetinde İznik’in İstanbul Kapısı’ndan dahil oluyoruz şehre tam 10;35’te. Zülgaip Bey başlıyor kapıları saymaya, şehrin 4 kapısı olduğunu bunların; İstanbul, Osmaneli(Lefke), Yenişehir ve Göl kapılarının olduğunu söylüyor.


 
İlk olarak solda l. Murat Hamamı’nı görüyoruz Mahmut Çelebi Camii’ni geride bırakıyor Yenişehir kapısını kucaklıyoruz burcunda al kırmızısı al sancak, selam durup gururla ilerliyoruz. Yol boyunca gördüğümüz İznik Gölüne varmaya çalışırken yolun bitiminden sağa dönmeden Kırgızlar türbesini gözden kaçırmıyoruz. Türkiye Selçuklu Devleti zamanında buranın fethi şerefine nail olabilmek için buyuragelmişler.
 
Sonunda varacağımız noktaya gelmiş olmanın heyecanıyla göle doğru ilerliyoruz. Sıcak çaylarımızı içip göl manzarasını seyretmeden evvel Bizans Saray kalıntılarının bulunduğu noktaya varıyor hocamızın yolda yaptığı İznik’in önemini detaylıca dinliyoruz. Tam bu noktadan görünmekte olan fakat bizim sis nedeniyle göremediğimiz tahayyül etmeye çalıştığımız Orhan Gazi şehrinin gölün tam karşısında olduğunu öğreniyoruz. Çaydan sonra harap olmuş Göl Kapısı’na ziyaretimizi gerçekleştiriyor Osmaneli Kapısı’nın onun tam paralelinde olduğunu öğreniyoruz. 1.Kılıçarslan Caddesi’nde ilerlerken kapı numaralarının çinilerden yapılmış olması ve çöp kutularının da çinilerle süslenmesi dikkatimizi celb ediyor.
 
Yolun çamuruyla hemhal olmaya başlayan ayakkabılarımızın koruduğu ayakçıklarımız bizi 1331’de camiye çevrilen Ayasofya’ya götürüyor. Hristiyanlık alemi  için önemli olan 7. Konsul’ün burada toplanıp Hristiyanlığın Amentüsünü kabul ettiklerini, mihrap ve minaresinin Kanuni döneminde Mimar Sinan’a yaptırıldığını, 2010 da ise çatısının tamam edildiğini öğreniyoruz. Camiye dahil olup orta bölümününde ibadete açıldığına bizatihi tanık oluyoruz.Camiinin içerisinde ki Hz. İsa Aleyhisselam ve Meryem Ana tasvirlerini dikkatlice bakan görmekte fakat dikkatlice de baksak görmek bize nasip olmuyor. Vaftiz odasını, kıble tayini için besmele-i şerifi görmeden geçmiyoruz. Ve camilerin  vazgeçilmezi kıble ayetine(Fevelli vecheke şetral mescidil haram: yüzünüzü mescidi harama çevirin) de ihtar ediyoruz.
 
Bizans’ın Ayasofya’sı bizim Orhaniye Camimiz diyerek oradan hemen ilerisindeki Mahmut Çelebi Camii’ne gidiyor oranında Sultan II. Murat’ın kayınbiraderi Çandarlı Halil Paşa’nın torunu Mahmut Çelebi tarafından yaptırıldığını ve tek kubbeli ana harim bölümünün Hacı Özbek Camii ve Yeşil Camii ile aynı olduğu bilgisini alıyor kûfi hattın yoğun olduğunu görüyoruz. Yağmur eşliğinde, restorasyon çalışmalarının devam ettiği Roma Amfi Tiyatrosuna bir bakış atıyoruz.Hem yağmurun artması hem de midemizde şimşeklerin çakmasıyla kendimizi köfteci Yusuf’ta buluyor afiyetle köftelerimizi yedikten sonra içimizi ısıtmak üzere odun ateşinin yandığı ve şu an da işlevini sürdürmekte olan II. Murat Hamamı ziyaretimizi gerçekleştiriyoruz.
 


Kimi yerde yol çalışmalarının olduğu çamurlu yolların arasından geçerek 8 hücresi olan ortasında dinlenmek için birkaç masa bulunan Süleyman Paşa medresesine de misafir oluyoruz. Medresenin çini atölyesi olarak kullanıldığını öğrenince hemen birinci odaya atıyoruz kendimizi orada gerçekleştirdiğimiz sohbette oranın ilk hukuk fakültesi dersliği olduğunu Çandarlı Ailesinin gelinlerinden öğreniyoruz.
 
Sonrasında Eşrefoğlu sokakta bulunan yapımı 1333 tarihli ilk cami olan 4 duvardan müteşekkil minaresiz Hacı Özbek Camii karşılıyor bizi hemen ilerisinde de Cumhuriyet yapımı bir cami olan ve kadiri tarikatının şeyhi Eşrefoğlu Rumi Hz. Makamında ziyarette bulunuyoruz. Orijinal olarak sadece minaresinin kaldığı bu camiinin yapım tarihinin 2007-2008 olduğunu ekliyoruz bilgimize.
 
İznik’in meşhur ana caddesine çıkıp yol üzerinde geride bıraktığımız Çandarlı Halil İbrahim’in mefdun oldukları türbe ziyaretimizi gerçekleştiriyor derdest edilen bu vezirin ruhlarına Fatihalar okuyarak ayrılıyoruz. Bu seferde yerde çamur gökte güneşin içimizi ısıtan sıcaklığı ile solumuz da şeyh Kudbettin Camii ve Nilüfer Hatun imareti ve sağımızda  İznik’in en büyük camii Yeşil Camii’nin bir arada olduğu bu güzelliği seyre dalıyoruz.
 
Oradan revan olduğumuz yolda bir ara bazlama kokusu aldığımızı tahayyül ederek ahşap bir evin kapısını tıklatmadan geçmiyoruz sonra öğreniyoruz ki artık o evin bazlama kokuları da kendisi gibi tarihe gömülmüştü. Üzgün bir edayla azıcık ileride 1250 yıllık çınarının gölgesinde yatan adeta onu bir bekçi misali koruyan hemen yanıbaşında ki Davudî Kayseri Hz. ziyaret ediyoruz ve çınarının cennetten bir ağaç olması duası ile ayrılıyoruz.
 
İznik’in ayakta kalmış tek kapısı ve şu an ihya edilmekte olan Lefke kapısına varmadan da Halil Paşa türbesine uğruyoruz ve ardından bir türbe daha Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa. Mübarek zatı şerifleri Osmanlı Devleti’ne en çok hayratı olan aynı zamanda devşirme sisteminin temellerinin atılmasını sağlayan kişi Allah ondan razı olsun.
 
Sonrasında ise Jüstinyen Su yolunu takip ederek ulaşacağımız son türbemiz Sarı Saltuk Türbesi, Cenab-ı Hakkın dinini yaymak için uğraşan mübarek zât. Ve içimizde ukte kalan  Bayrak Tepe. Her ne kadar Bayrak Tepe de olmayan güneşin batışını izlemek nasip olmasa da İznik’in güneşi doğdu kalbimize…



Bir kere daha teşekkürler grup arkadaşlarım adına, geziyi kusursuz düzenleyen ve emekleri geçen  İstanbul Tarih ve Kültür Topluluğuna…
 
AYŞEGÜL ŞAHİN

http://istanbultarih.com/haberprint/adim-adim-gezmek-iznik-i-ve-bastan-sona-fethetmek-iznik-gezisi-notlari-14.html