“Rehber Gözünden Ayasofya ve Ayasofya Medresesi”

Araştırma-İnceleme 16 Nisan 2024 12:31
Videoyu Aç “Rehber Gözünden Ayasofya ve Ayasofya Medresesi”
A
a

Byzantion, Roma, Doğu Roma, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleriyle yaklaşık 8500 yıllık tarihi geçmişi olan bir şehirde yaşamaktayız. Tarihi insanlık tarihi kadar eski sayılabilecek bu şehrin hiç şüphesiz en kıymetli eserlerinden bir tanesi Doğu Roma, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine damgasını vurmuş muhteşem mâbed Ayasofya’dır.

Doğu Roma(Bizans) İmparatorluğu’ndan kalan 67 eser hala güzellikleriyle İstanbul’u süslemektedir. Bunlar içerisinde yer alan Ayasofya, gerek mimarisiyle gerekse de iç mekanındaki mozaik süslemeleriyle Doğu Roma sanatının eşsiz öreklerindendir. Dünya mimarlık ve sanat tarihinin en başta gelen anıt eserlerinden olan Ayasofya, İstanbul’un da görünümüne damga vurmuş en önemli tarihi eserlerinden birisidir. İstanbul’un en kıymetli hazinesi sayılan Ayasofya, aynı zamanda İstanbul’un fethinin sembolü, manası, kalpgâhı, hilal’in haç’a galibiyetinin sembolü ve Fatih Sultan Mehmed’in bizlere emanetidir.


Doğu Roma ve Latin İşgali Döneminde Ayasofya


Doğu Roma döneminde İstanbul’a gelen seyyahların ifadelerine göre: “İstanbul, Kudüs’ten sonraki ikinci kutsal şehir; Ayasofya da Hz. İsa’ya ait kutsal emanetlerin saklandığı yer olması ve Tanrı’nın bilgeliğinin onuruna inşa edildiği inancı sebebiyle Kudüs’teki Kutsal Kabir Kilisesi’nden sonraki ikinci önemli mabed” olarak kabul edilmiştir. Ve yine Ayasofya’nın İstanbul’daki konumunu ifade ederken bir başka seyyah şu ilginç tanımlamayı yapmaktadır: “Sarayburnu kartalın gagası, Ayasofya ise gözüdür.”

Ayasofya; Kutsal, aziz anlamına gelen "Aya" ile bilgelik anlamına gelen "Sofya" isminin birleşmesiyle Kutsal Bilgelik anlamına gelmekte ve hristiyanlığın Ortadoks mezhebine göre Tanrı’nın üç niteliğinden birisi sayılmaktadır. Aynı yerde yapılan 3.mabed olan Ayasofya, Doğu Roma’nın (Bizans) tarihi boyunca bütün önemli olaylarında yer almış, İmparatorların taç giydiği, zaferlerin kutlanıldığı yer olarak önemli bir konumda bulunmuştur. Ayasofya, bütün Ortodoks Hristiyan âleminin en büyük dini merkezi olduğundan, İmparator ve Patriğin katıldığı törenlerin büyük bir bölümü burada cereyan ediyordu. Ayrıca Patrikhane Ayasofya’nın komşusu olmakla beraber, büyük dini toplantılar, Ayasofya’nın üst katında güneyde uzanan galeride yapılıyordu.



1204 yılında  4.Haçlı Seferi’nde Venedik Doçu Dandolo komutasındaki Katolik Haçlılar, İstanbul’u ele geçirip Ortodokslara ait Ayasofya’yı yağmalamışlardı Latinler, Ayasofya’nın mimarisine zarar vermekle kalmamış, Ayasofya içinde bulunan birçok kıymetli ve kutsal eşyayı çalarak Avrupa’daki kiliselerine taşımışlardır. Kutsal eşyalardan “gerçek haçın parçası”, Hz. İsa’nın mezarından bir taş, Hz. Meryem’in sütü, Hz. İsa’nın kefeni, birçok azizlerin kemikleri gibi değerli muhafazalar içinde saklanan birçok kutsal eşya (rölik), 24 İncil, 36 buhurdanlık, 300 şamdan, 6000 ayaklı şamdan, 300 tören elbisesiyle birlikte 5 müzeyyen haç, 2 altın 3 kristal 250 gümüş şamdan ve 4 meşale yine bu çalınan eşyalar arasındadır. Latin işgali sonrasında İstanbul’a gelen Batılı seyyahlar Ayasofya’nın artık bakımsız ve perişan olduğunu bildirirmişlerdir. Nitekim Tarihçi Tursun Bey, Fatih Sultan Mehmed’in şehre girdikten sonra ilk Ayasofya’ya girdiğini ve gördüğü harap manzara karşısında İranlı Şair Sadi’nin “Örümcek Kisra’nın tâkına perdedarlık yapıyor / Baykuş, Efrasiyâb’ın kalesinde nevbet vuruyor” şeklindeki şiirini farsça okuyarak Ayasofya’nın içler acısı halini ifade ettiğini bildirmiştir.

Osmanlı’nın Gözbebeği Ayasofya

29 Mayıs 1453 Salı günü Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilen şehrin sembol yapısı Ayasofya, içinde gerekli temizlik ve düzenleme yapıldıktan sonra, 1 Haziran Cuma günü kılınan Cuma namazıyla İslam hukuku gereği kiliseden Camiye dönüştürülmüştür. Bu tarihten itibaren Ayasofya’da Türk dönemi başlamış ve bu mekân bundan sonra Ayasofya Cami-i Kebir olarak zikredilmiştir. Fetihten hemen sonra yapı güçlendirilerek en iyi şekilde korunmuş ve Osmanlı Dönemi ilaveleri ile birlikte Camii olarak varlığını sürdürmüştür. Özellikle Mimar Sinan tarafından Ayasofya’da uygulanan tamir ve payandaların ilavesiyle yapı günümüze kadar ulaşabilmiştir.  Bir diğer ifadeyle; Ayasofya'nın bugün ayakta olmasını Mimar Sinan'a borçluyuz. Ayasofya, fetihten sonra çevresine yapılan eserlerle bir Osmanlı külliyesi olmuştur.



Fatih Sultan Mehmed tarafından medrese ve minare yaptırılmıştır. İkinci Selim ve Üçüncü Murad zamanında yaptırılan minarelerle Ayasofya dört minareli bir cami olmuştur. İkinci Selim, Üçüncü Murad, Üçüncü Mehmed ve şehzadeler için Ayasofya'nın bahçesine türbeler yaptırıldı. Birinci Mahmud zamanında camiye bir kütüphane yaptırılmış, yine aynı dönemde avluya çok güzel bir şadırvan, imarethane ile sıbyan mektebi inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecid döneminde mimar Fossati çağrılarak Ayasofya'ya kapsamlı bir tamirat yaptırıldı. Fossati, Ayasofya'ya bir muvakkithane, kasr-ı hümayun ve hünkâr mahfili ilave etmiştir. Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan 7.5 m. çapındaki 8 adet hat levhası ana mekânın duvarlarına yerleştirilmiştir. “Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” yazılı bu levhalar İslam âleminin en büyük hat levhaları olarak bilinmektedir. Aynı hattat kubbenin ortasına ise Nur Suresi’nin 35. ayetini yazmıştır. Osmanlı’nın gözbebeği olan Ayasofya Camii’ye halk her zaman ve özellikle Ramazan aylarında büyük ilgi göstermiştir. Saray camisi olan Ayasofya; büyük olaylarda, cülus törenlerinde, cenaze namazlarında padişah ve saray erkanının teşriflerine sahne olmuş, hatta hanedandan birisi vefat ettiğinde sala buradan verilmiştir. Ayasofya, padişahların çoğunlukla Cuma namazlarını kıldıkları yer olmuştur. Padişah Cuma veya bayram namazına başka bir camiye gidebilir ama Kadir Gecesi’nde mutlaka Ayasofya’da olurdu. Çünkü Kadir Gecesinde Ayasofya’da iki rekat namaz kılabilenlerin büyük sevap kazandığına inanılırdı.


 
Ayasofya, fetih sonrası ilk ilave eser olarak Ayasofya Medresesi ile İslami kimliğe bürünürken, 1934’te başlayan müze döneminde İslami kimliğinden uzaklaşması için kurban edilen ilk yapı olmuştur. Kaderin cilvesi midir bilinmez Ayasofya 2020 yılında yeniden camiye dönüştürüldüğünde Ayasofya Medresesi yeniden ayağa kaldırılmış ve bu yeni dönemi büyük bir gururla selamlamaktadır.
 


Ayasofya Külliyesi’nin Mücevheri: Ayasofya Medresesi ve Önemi

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethi sonrası Fethin ve saltanatın sembolü olarak gördüğü Ayasofya’yı bir İslam külliyesine dönüştürmeyi arzulamış, o zamana kadar görülmemiş zenginlikte yüzlerce dükkân, ev, çarşı, han ve hamamı gelir kaynağı olarak Ayasofya’ya vakfetmiştir. Öncelikli olarak avlu içerisinde Ayasofya’nın kuzeybatı köşesine bir medrese inşasını irade buyurmuştur. Medresenin inşasına kadar eğitimin aksamaması için buradaki papaz odaları medrese olarak hizmet vermiş, ayrıca Zeyrek Kilisesi’nin papaz odaları da eğitim için tahsis edilmiştir. Nitekim İstanbul Üniversitesi’nin logosunda yer alan 1453 tarihi bu iki medresede gerçekleşen eğitimi üniversitenin kuruluş tarihi olarak referans almaktadır.
Ayasofya’nın kuzeybatısında tek katlı olarak inşa edilen müstakil medrese binası, 1460’lı yılların ortalarında tamamlanıp İstanbul’un ilk müstakil medresesi olma ayrıcalığına sahip olmuştur. Ayasofya Medresesi’ne ilk müderris olarak Fatih’in, zamanın Ebu Hanifesi diye taltif edip değer verdiği Molla Hüsrev tayin edilmiştir. Kurulduğu andan itibaren Ayasofya Medresesi ve müderrisliği yüksek bir itibara sahip olmuş, bu göreve tayin edilmeyi ilim adamları bir ayrıcalık olarak görmüşlerdir. Sultan İkinci Bayezid zamanında, medreseye ikinci bir kat daha eklenerek oda sayısı arttırılmıştır. Ayasofya Medresesi’nin değerlendirilmesinde kurucu müderris olarak Molla Hüsrev ve Ali Kuşçu’nun ilmî kişiliği ve hizmetleri çok önemlidir.
 
Ayasofya Medresesi 1873 yılında tamamen yıktırılmış, talebesi ise çevredeki medreselere yerleştirilmişti. Bu durum büyük huzursuzluğa sebep olunca, Şeyhülislam Ahmed Muhtar Efendi, medresenin yeniden yapılmasını talep etmiş ve kargir olarak yeniden bina edilmiştir. 1924’te Tevhid-i Tedrisat kanunu ile medreselerin varlığına son verildikten sonra medrese, İstanbul Belediyesi tarafından öksüzler yurdu olarak kullanıma açılmış, 1934’te Ayasofya, cami olmaktan çıkarılıp müzeye dönüştükten sonra çok çeşitli mazeretler ve sebepler ileri sürülerek medrese binası ortadan kaldırılmıştır.
 
Ayasofya, fetih sonrası ilk ilave eser olarak Ayasofya Medresesi ile İslami kimliğe bürünürken, 1935’te başlayan müze döneminde İslami kimliğinden uzaklaşması için kurban edilen ilk yapı olmuştur. Kaderin cilvesi midir bilinmez Ayasofya 2020 yılında yeniden camiye dönüştürüldüğünde Ayasofya Medresesi yeniden ayağa kaldırılmış ve bu yeni dönemi büyük bir gururla selamlamaktadır.
 

Ayasofya’ya Nüfuz Etmek


Muhteşem mimarisi, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden dünyanın sayılı eserlerinden birisi kabul edilen Ayasofya, Dünya Mimarlık Tarihi’nin günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış en önemli yapılarından birisidir. Hem 916 yıl kilise olarak kullanılan Doğu Roma döneminde, hem de 482 yıl cami olarak hizmet veren Osmanlı döneminde şehrin en kıymetli hazinesi olarak görülen Ayasofya, İstanbul’un en fazla ziyaret edilen mekanlarının başında gelmektedir.
 

2023 yılı Ekim ayı itibariyle Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Ayasofya Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi ile İstanbul Tarih ve Kültür Derneği ortaklığında bendenizin rehberliğinde “Ayasofya’ya Nüfuz Etmek” isimli seminer ve gezi programını başlattık. Bu program vesilesiyle Ayasofya’nın tarihi, Ayasofya Külliyesi’ni oluşturan yapılar hakkında bilgi verilmesi suretiyle Ayasofya’nın mimari mirası ve kültürel değerine yönelik bir bilinç oluşturmayı amaçlamaktayız.
 
1500 yıllık tarihi geçmişe sahip olan Ayasofya, dini anlamda büyük bir öneme sahip olmasının yanı sıra, siyasi ve maddi değere de sahiptir. Ayrıca Ayasofya; İktidar, yağma, isyan, fetih, ihtişam ve aşkın da sembolü olmuştur. Molla Hüsrev, Ali Kuşçu gibi değerli âlimlerin görev yaptığı medreseyi, mimari, siyasi, dini mesajlarıyla, tüm yaşanmışlıklarıyla anlamak anlatabilmek herhalde bir rehber için zirve nokta olsa gerek. Bu imkanı bizlere sağlayan Prof. Dr. Zekeriya Kurşun hocamıza ve Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi yönetimine müteşekkirim. Kendisine sahip çıkanlara büyük zenginlik katan Ayasofya’yı tanıyan, tanıtan, anlayan ve kıymetini bilenlerden olmak ümidiyle….

Kaynak: İbrahim Akkurt, Rehber Gözünden Ayasofya ve Ayasofya Medresesi, FSM Ayasofya Bülteni, 4.Sayı, Temmuz-Aralık 2023, s.9-12.
 



 
 
1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

duyurular DUYURULAR
editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
hava durumu HAVA DURUMU
anket ANKET

e-gazete E-GAZETE
arşiv HABER ARŞİVİ
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat

İstanbul'dan Dünya'ya Tarih'in İzinde