Mustafa Hâki Efendi 1855 Tokat doğumludur.[1] Babası Tokat eşrafı ve âlimlerinden Abdullah Efendidir. Sadat-ı kiramdandır. Şeceresi Trablusgarp’tan Abdusselâm bin Meşiş vasıtasıyla Hz. Hüseyin’e ulaşmaktadır.[2] Osmanlı’nın son şeyhülislâmlarından Mustafa Sabri Efendinin anne tarafından yeğenidir.[3] Erken yaşlarında hafızlık yaptıktan sonra ilim tahsiline Tokat’ta başladı ve çeşitli hocalardan dersler aldı. Onun sahip olduğu Allah(cc) vergisi güzel sesiyle Kur’an-ı Kerim okuması ve dinleyenlere huzur vermesinden dolayı kendisine “Melek Hâfız” lakabı verildi. Daha sonra Çorum’da ikamet eden Şiranlı Mustafa Efendiyi ziyaret ederek ona intisap etti. Hem zahirî hem de manevi ilimlerden icazet aldı. Kendisinde meydana gelen bazı hâlleri Şiranlı Mustafa Efendiye arz edince o Hâki Efendiye hitaben şöyle dedi: “Size nasıl zuhurat olursa öyle hareket ediniz. Dereceniz benden yüksek ve bâtınınız benden kavi olup zamanınızın müceddidi olursunuz. Siz saliklere kolaylıkla yol verirsiniz. Biz bütün vazifelerimizi ve bâtınımızı (bâtın vazifelerimizi) size devrettik. Tokat’a gidip taliplere seyr-i sülûk ettiriniz ve kendinize râbıta yaptırınız.”[4] Hilafet icazeti almasına rağmen mürşidinin vefatına kadar ona saygısından dolayı şeyhlik yapmayıp kendisine intisap etmek isteyenleri Şiranlı Mustafa Efendiye gönderdi.
Mustafa Hâki Efendi'nin Mebusluğu Ve İttihad Terakki Karşıtlığı
Eğitim-öğretiminin ardından icazetli olarak Ali Paşa Camii’nde görev yaptı. 1900 ve 1904 yılları arasında II. Abdülhamid tarafından huzur derslerine alındı. II. Meşrutiyetin ilanıyla Sultan Abdülhamid’in son zamanlarında 1908 yılında Meclis-i Mebusuna Tokat mebusu olarak seçildi. Meb'us seçilmesinin ardından diğer iki mebusla beraber İstanbul'u teşrif etti.[3] Bu bağlamda manevi işaret de görmüş olduğu için buna icabet etti. Meb'usluğu müddetince almış olduğu maaşı zaruri ihtiyaçlarını temin¸ fakirlere ve misafirlere ikram¸ infak şeklinde harcamıştır. 1908'de seçilen diğer iki Tokat mebusu Mustafa Sabri Efendi ve Hattatzâde İsmail Paşa'dır. Dayısı Mustafa Sabri Efendinin İttihad ve Terakki yöneticileriyle anlaşamadığı bir gerçektir. İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılı, Mustafa Sabri’nin aktif olarak siyasi hayata atıldığı yıldır. Öte yandan aynı yıl, “Cemiyet-i İttihadiye-i İslamiye” adlı dine dayalı siyasî bir dernek kurdu.[5] Başlangıçta İttihat ve Terakki içerisinde yer almasına rağmen[6] daha sonra “Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne girdi.” Bu arada meclis içinde ve dışında İttihat ve Terakki Partisi’ne karşı şiddetli hücumlarda bulundu. İttihat ve Terakki Fırkası aleyhine muhalif Beyan-ül Hak Dergisi'nde başyazarlık yaptı. Hürriyet ve İtilaf Fırkasında oluşan komite, hükümeti 25 Ocak 1913 tarihinde devirmeye karar vermişken İttihat ve Terakki bunu 2 gün önce 23 Ocak 1913'de kanlı bir biçimde gerçekleştirmişti. Bu yüzden iktidar partisinin (İttihad ve Terakki) düşmanlığını kazandı ve sonunda bu parti mensuplarının elinden Romanya ya kaçmak suretiyle kurtulabildi[7]. Hâsılı; İttihad Terakki karşıtlığı içerisinde bulunmuş pek çok makale yazmıştır. Mustafa Haki Efendinin de İttihad Terakki karşıtı olduğu aşikârdır. Sultan II. Abdülhamid taraftarı olarak hayatını idame ettirmiştir. Milletvekilliği de İttihat Terakkinin yönetime geçmesinden önceki dönemdir. Mustafa Haki Efendinin mebusluğu 4 Aralık 1908'den 3 Ocak 1912'ye kadar 4 yıl (49 ay) sürmüştür.

İsmetullah Dergâhına Post-Nişin Seyyid Mustafa Hâki Efendi
İsmet Efendi Tekkesi, Yanyalı Şeyh Mustafa İsmet Efendi (ks) tarafından tesis edilmiş ve vakfiyesinde geçen ifade ile “Derûnunde icrayı zikrullah olunmak üzere” 1872’de vakfedilmiştir. Gençlik yıllarında Yanya Mahkeme-i Şer’i ye’si kâtipliğin de bulunan Mustafa İsmet Efendi, Cenab-ı Hakk’ın gönüllerine yerleştirdiği muhabbet ateşi ile Yanya’dan ayrılarak Mekke-i Mükerreme’ye gitmişler; Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri halifesi Abdullah-ı Mekkî’ye intisab yapmışlardır. Şeyhinin vefatının ardından Edirne’ye gelmiş, daha sonra bir müddet de İstanbul’da Koca Mustafa paşa semtinde ikamet etmiştir. Nihayet Çarşamba’daki konağı satın alarak Tekke olarak vakfetmiş, yaklaşık altı ay kadar ikamet ettikten sonra da vefat etmiştir. İsmet Efendi’nin, müritlerine “Tekkeyi buldunuz ama galiba şeyhi kaybedeceksiniz” diyerek vefatını haber verdiği rivayet edilir. İsmet Efendi’nin satın alarak dergâh olarak vakfettiği Nurettin Paşa konağı yandığı için Hacı Ahmet Efendi’nin meşihatı zamanında Memduh Paşa tarafından şimdi mevcut olan ahşap harem ve selamlık kısımları yeniden inşa ettirilmiştir.
Mustafa Hâki Efendi 4 yıl süren mebusluk görevinden sonra Tokat’a dönmeyip İstanbul’da ikamet etti. Meclis-i Meşâyıh’ın kararıyla 1914’te Fatih’teki Mustafa İsmet Efendi dergâhı şeyhliğine atandı ve bu müessesede ikamet etmeye başladı. Söz konusu görevi esnasında namazlarını çoğunlukla Fatih Camii’nde eda etmiştir.[8] Meclis-i Meşayıh’ın yaptığı bu atama Ahıskalı Ali Haydar Efendi (1870-1960) ve müritleri tarafından hoş karşılanmadı ve birçok tartışmaya neden oldu. Çünkü Ali Haydar Efendinin Mustafa İsmet Efendi silsilesinden Ali Bezzâzî’nin halifesi olarak adı geçen dergâhın şeyliğine vakfiye şartları gereğince ilgili tarikat mensuplarının seçimiyle belirlendiği için post-nişînliğin / tekke şeyhliğinin onun hakkı olduğu iddia edildi. Hatta bu konuda Meclis-i Meşayıh’a ve Padişah’a dilekçe verilerek bu hakkın iade edilmesi istendi. Bu hususta Meclis-i Meşâyıh’ın Mustafa Hâki Efendi’yi görevlendirmesiyle ilgili olarak şu iki notadan bakmak hakikati anlamayı sağlayacaktır. Birincisi: Şeylerin Post nişin olması o dergâh bağlılarınca seçim yoluyla değil manevi olarak görevlendirilmeleriyle vuku bulmaktadır. Tarih boyunca da bu şekilde olmuştur. Çok sayıda örnek vermek mümkündür. Üstelik Ahıskalı Ali Haydar Efendi’nin şu sözleri de bunun ispatıdır. “Allah’ın insanları dış görünüşleriyle değil, ancak salih amelleriyle değerlendireceği” ilahi gerçeğini her vesile ile vurgulamıştır. Tasavvuf yolunun asla kalabalık taraftar toplama faaliyeti olmadığını şu ifadesiyle anlatırdı: “Bu yol, en berrak ve leziz suların aktığı bir çeşmedir, susayan gelir içer. Şeyhlik makamı ise talep edilmez, ancak ihsan edilir”. Bunun içinde İsmetullah Dergâhına Post-nişinlik makamı manevi olarak Mustafa Haki Efendiye verilmiştir. Buna saygı duyulması takdirle yâd edilmesi gerekir. İkinci husus ise Nakşibendi Silsile-i Şerifini iyi incelemek ve tahlil etmek gereklidir.
Önce Mustafa İsmet Efendi silsilesini verelim:
Mevlana Halid-i Bağdadi (ks)
Abdullah-ı Mekkî (ks)
Mustafa İsmet Yanyavi (ks)
Halil Nurullah Zağravi (ks)
Hacı Ali Rıza El-Bezzaz (ks)
Ali Haydar Ahıskavi (ks)
Sonra da Mustafa Haki Efendi silsilesini verelim:
Mevlana Halid-i Bağdadi (ks)
Abdullah-ı Mekkî (ks)
Seyyid Yahya Dağıstani (ks)
Mustafa Rûmî Şiranî (ks)
Halil Hamdi Dağıstânî (ks)
Mustafa Haki Tokadî(ks)
Bu Silsile-i Şeriflerden de anlaşılıyor ki Abdullah-ı Mekkî den sonra üçüncü halka Mustafa Haki Efendidir. Aynı Silsile-i Şeriften olması hasebiyle bu şekilde manevi bir görev verilmesi ise çok normaldir. Bu doğrultu da şu hatırayı ifade edelim. Mustafa Haki Efendi üç defa hacca gitmiştir. Her defasında birkaç ay Hicaz topraklarında kalmıştır. Bu sırada Mustafa Rûmî Şiranî (ks) hayattadır. Mekke-i Mükerreme'de Mustafa Rûmî Şiranî’nin şeyhi Seyyid Yahya Dağıstani (ks) nin halefi ve evladı Şeyh Halil Hamdi Dağıstani Hazretlerini ziyaret etmiş. Bu ziyarette Hazret Mustafa Haki Efendi’ye teveccüh etmiş ve buyurmuştur ki: Sizin letâifiniz pek kuvvetlenmiş¸ size teveccüh tesir ettiremedim. Sonra Mustafa Haki Efendi’ye kendisi de hilâfet vermiştir. Ne zaman Mustafa Haki Efendi orada hazır bulunsa hatim okutup ihvana teveccüh etmeyi ona terk edermiş. Mustafa Rûmî Şiranî Efendi’ye yazmış ki: “ Siz Tokatlı Hacı Mustafa Efendiyi pek güzel terbiye edip mükemmel olarak yetiştirmişsiniz. Size ve ona gıpta edip ben de ona hilâfet verdim.” Bu ise Altın Silsilenin halkalarının tüm hizmetlerindeki inceliğini ve nezihliğini bizlere gösterirken, bizler ise Mustafa Haki Efendinin büyüklüğünü idrake çalışırız.

Ali Haydar Efendinin bağlıları bu dergâhı almak maksadıyla dilekçe ile müracaat yapmışlardır. Bu konudaki talepleri üzerine Ali Haydar Efendinin adı geçen tekkenin şeyhliğine iadesine karar verilmiştir. Ancak Mustafa Hâki Efendi baskılara rağmen tekkedeki görevini vefatına kadar sürdürmüştür. Çünkü Zat-ı Âlilerine manen verilmiş olan görevin icrasını tatbik ediyorlardı. Zahiri delillerle hareket etmiyorlerdı. Mustafa Hâki Efendi bir dönem Meclis-i Meşayıh üyeliği görevinde de bulunduğu düşünülürse de konunun daha iyi anlaşılacağı aşikârdır.
Mustafa Haki Efendi, Geceleri uykudan ayırdığı belli saatleri ibadetle ve Kur’an-ı Kerim okumakla geçirirdi. İstanbul’daki pek çok âlim ve şeyhle görüşüp ilmî müzakerelerde bulunurdu. Güzel ve temiz giyinir ve yapılan davetlere nezaketle icabet ederdi. Sohbetlerinde ikna edici delillerle konuşur ve karşısındakinin sorularını ayrıntılarıyla dinleyerek cevaplandırırdı. Devletten aldığı maaştan kendi maişetini sağlayacak kadarını ayırıp gerisini fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı. Ailesine maddî olarak hiçbir miras bırakmadığı ve biri şeyhiyle olmak üzere üç defa hacca gittiği bilinmektedir. Hatta Şiranlı Mustafa Efendiyle birlikte gittikleri haccında Medine’de mürşidi hastalanınca yanında kalmak istemişse de o Hâki Efendinin Anadolu’ya gidip müritlerine sahip çıkmasını söyledi. Deniz yoluyla dönmek üzere Cidde’ye ulaştığı sırada şeyhinin vefat haberini aldı ve son deminde yanında bulunamadığı için üzüldü.[9]
Mustafa Hâki Efendi zaturre rahatsızlığı sebebiyle 15 Ocak 1920’de İstanbul’da vefat etti ve Fatih Camii haziresine defnedildi.

İsmetullah Dergâhının Günümüzde Ki Durumu
Tevhit hane olarak kullanılan birer tonoz kubbeyle örtülü iki bölüme sahip kâgir bina tekkelerin kapatılmasından sonra uzun süre metruk kalmış, nihayet Ali Haydar Efendi’nin damadı ve vekili Osman Nuri Efendi tarafından Anıtlar Yüksek Kurulu’nun da izniyle minare ve son cemaat yeri ilave edilip ortasındaki duvar kaldırılmak suretiyle 1958 yılında camiye çevrilmiştir. Dergâhın geniş bahçesini üç taraftan çevreleyen taş duvarlardan cümle kapısını da barındıran kuzey kısmı 1992’de yolu genişletmek için yıkılmış yerine beton bir duvar inşa edilmiştir. Duvar üzerinde yer alan içten tonoz kubbeli dıştan çatı ile örtülü sarnıç da aynı yıkımda ortadan kalkmıştır.
Ali Haydar Efendi’nin vefatından sonra damadı Osman Nuri Efendi, 33 sene bu mekânın hem maddi hem de manevi hizmetini görmüştür. 1993’te Nuri Efendi’nin vefatından sonra, bu mekânda Ezher Üniversitesi ulemasından ve milletvekilliği dâhil pek çok devlet makamında vazife ifa etmiş olan damadı Osman Saraç Hoca Efendi hizmette bulunmuştur.
Osman Saraç Hoca Efendi’nin 1998’de vefat etmesinden sonra bu mekândaki hizmetlerin daha sistemli, sürekli ve yasal bir çerçevede sürdürülmesi gereğine binaen, Osman Saraç’ın iki mahdumunun da aralarında bulunduğu “Yanyalı Mustafa İsmet Efendi Camii ve Müştemilatını Koruma, Eserlerini Araştırma ve Yaşatma Derneği” adı altında bir dernek kurulmuş ve mekânın hem manevi hem de maddi değerlerini koruma ve geliştirme faaliyetlerine başlanmıştır. 2011 Aralık ayında “İsmet Efendi Eğitim, Kültür, Yardımlaşma ve Tarihi Eserleri Koruma Vakfı” adı altında bir vakıf kurulmuştur.
Son Söz
Mustafa Hâki Efendi Hz. Peygamber’in (sav) sünnet-i seniyyesine uyup bidatlardan kaçınmayı öğütlemekteydi. Mustafa Hâki Efendi itikadî ve ameli konularda ehl-i sünnet âlimlerine uymak gerektiğini ifade etmektedir. Çünkü dinde ayrılık ve karışıklık hoş karşılanan bir şey değildir. Ona göre dinimiz birliği ve istikamet üzere olmayı bize emretmektedir. Mustafa Haki Efendi müritlerine ahlâkî açıdan nasıl olmaları ve davranmaları gerektiğini toprak benzetmesiyle açıklar. Ona göre Müslüman temiz toprağa benzer. Temiz toprağa her şey atılır. Hakaret ve eziyet görebilir, cefaya uğrayabilir. Lakin ondan hep güzel temiz ve faydalı şeyler çıkar. Müminin insanları ayrım yapmadan aynı şekilde davranması ve güzel ahlâklı olması gerekir. Hafî/sessiz zikir yapmayı telkin edip cehrî/sesli zikir tavsiye etmemiştir.[10] Nafile ibadetlere çok önem verir, İhvanlarının Nafile ibadetleri aksatmaması tavsiyelerinde bulunurlardı.
Hâki Efendi, şeyhliğin kevnî kerametlerle değil istikametle ölçülmesi gerektiğini açıklar. O, ziyaretine gelenlere tasavvufî terbiye almayı düşündükleri zaman karşılaştıkları kişilerin havada uçtuğunu, suda batmadıklarını vs. kevnî kerametleri görseler bile Allah’ın emir ve yasaklarına uymada gevşeklik veya lakaytlık olduğunu farkettikleri zaman bu kişilerden uzak durmalarını tavsiye ederdi.
Günümüzden bir hatıra ile yazımızı noktalayalım; Fatih Camii Haziresindeki tüm mezarlar, türbeler restore yapılıyordu. Birkaç arkadaş ziyaret maksadıyla Fatih Camiine gitmişler, Mustafa Haki Hazretlerinin türbesini ziyaret etmişlerdi. Restore yapıldığını gördükleri için Hazretin türbesinin ne zaman restore olacağını sorduklarında Görevli arkadaş:” O Türbenin sahipleri var, Sahipleri Darende deler, Onlar ne derse ona göre hareket yapabiliriz.” Demiştir. Hamit Hamidettin Ateş Efendi, Mustafa Haki Hazretlerinin türbesine sahip çıkarak en güzel şekliyle yaptırmıştır. Hatta Tokat gezisi sırasında Mustafa Haki Hazretlerinin Annelerinin mezarını ziyaret yaparak Türbesinin yapılması talimatlarını vermişler, Büyüklerin hatıralarına sahip çıkmanın önemini göstermişlerdir.

Osman Hulûsî Efendinin Mustafa Hâki Efendi hakkında kaleme aldığı bir mersiyesi şöyledir:[11]
Gel ey göz gör ki, bir kerre ne hâldir Hazret-i Hâki
Saadet bağı içre bir nihaldir Hazret-i Hâki
Ne sultan-ı hakikatdir görüp anla kemâlinden
Ne işrak eylemiş nur-i zü’l-celâldır Hazret-i Hâki
Anın sîr-âbla gül hakkı musaffa bî-cemalinden
Tekâmül eylemiş bir mâh-ı cemaldir Hazret-i Hâki
Dehânından çıkan her nutku bir iksir-i a’zamdır
Ser-â-pâ nur-i akdes bir kemâldir Hazret-i Hâki
Ana bir bende olmak her kula Hak’tan saadettir
Hulûsî Hakk’a vâsıtu’l-visaldır Hazret-i Hâki
*Rasul Kesenceli
*Araştırmacı Tarihçi Yazar
[1] Mehmet Fatsa, Tasavvufta Mekkî Kolu, Mavi Yay., İstanbul 2000, s. 117.
[2] Bahâeddîn Efendinin notlarından.
[3] Fatsa, Tasavvufta Mekkî Kolu, s. 117; Recep Armut, Son Devir Mutasavvıflarından Mustafa Hâki Efendinin Hayatı ve Tasavvuf Anlayışı, Lisans Tezi, Anakara Üniversitesi İlahiyat fakültesi, Ankara 2005, s. 28.
[4] Bahâeddîn Efendinin notlarından.
[5] Ahmet Akbulut, “Şeyhülislâm Mustafa Sabri ve Görüşleri (1869-1954)”, İslami Araştırmalar, Cilt: 6, Sayı: l,s.32.
[6] Mahir İz, Yılların İzi, İstanbul 1979, s.38-39.
[7] Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislamları, Ankara 1972, s.255.
[8] Bahâeddîn Efendinin notlarından.
[9] Bahâeddîn Efendinin notlarından.
[10] Bahâeddîn Efendinin notlarından.
[11] Mektûbâtı Hulûsî-i Darendevî, s. 123.