“Yavuz Sultan Selim” kitabınız, geniş kitlelerden çok büyük bir ilgi gördü. Böyle bir ilgiyi bekliyor muydunuz? Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
Böyle büyük bir ilginin olması bu son gündemle alakalı diye düşünüyorum. Çünkü son zamanlarda birden bire bazı sosyal meselelerden dolayı Yavuz dönemine karşı ilgi artışı var. Fakat bu ilgi daha önce de vardı. Yavuz’la ilgili pek çok kitap çıktığını biliyoruz bu son zamanlarda; hem bu mesele yüzünden hem de bu roman yüzünden, bu roman meselesiyle belli bir ilgi oluştu. Ben kitabıma daha önceden başlamıştım – 5, 6 yıllık bir çalışmam söz konusu - , ama bir tesadüf oldu kitabın yayımı tam da bu döneme denk düştü.
Peki hocam Yavuz Dönemine olan o ilginin nedeni bu son zamanda çıkan bir roman mı?
Galiba daha çok bu Alevilik meselesinin gündemde olması vesile oldu, Zaten tartışmalı bir dönemdi, tartışmaların yoğun olduğu bir sırada romanın çıkması romanın o konuyla doğrudan doğruya alakalı olması konuyu daha da gündeme taşıdı. Tabi benim yazdığım kitap doğrudan bu konuyla alakalı değil ben bir biyografi yazdım. Özellikle bu konuyla alakalı bir bağlamda kitap yazmadım, çünkü yanlış anlaşılıyor sanki benim özellikle bu konuyla ilgili yazdığım düşünülüyor ama ben bir biyografi yazdım bir padişahın biyografisi. Yavuz, çok ilgi çeken bir padişahtır. Padişah biyografisi nedir nasıl yazılması gerekir nasıl anlaşılması gerekir belli bir ölçü içerisinde kaynaklara dayanarak ele almaya çalıştım. Biraz Yavuz’u bu bilgi kirliliği içinden çıkarmaya, gerçek şahsiyetini yine kaynaklara dayanarak ortaya koymaya çalıştım.
Hocam kitabınızla ilgili olumlu eleştirilerden birisi de “kaynakları ve arşiv vesikalarını yerli yerinde kullanmanız” bu hususta ne söylemek istersiniz? Sizce tarihle alakalı bir eser kaleme alınırken hangi hususlara dikkat edilmelidir?
Şimdi hemen hemen tarihle alakalı akademik inceleme yapan tarihçiler, tabiî ki kaynaklara çok değer verirler kaynakları dikkatli kullanırlar. Buldukları her kaynağı da hemen referans almazlar, tenkidi yaklaşırlar. Çünkü ilk elden kaynaklar yani arşiv kaynakları vardır bunlar öncülük kazanır. Daha sonra ikinci el kaynaklar vardır bunları kullanırlar, daha sonra bunlarla karşılaştırırlar ve ona göre tespitlerini ortaya koyarlar, çoğu defa böyle konusunda uzman olmayan arkadaşlar, kendilerine göre kendi kanaatlerine göre bir şeyler yazıyorlar. Kaynakları tahlil etmekte dikkatli olmak lazım bu akademik bir terbiyeyi gerektirir. Akademik bir uzmanlığı gerektiren bir konudur kaynak çalışması. Çünkü kaynakların kendilerine göre bir takım problemleri var o problemleri anlamak lazım yani karşılaştırmalı metin tenkitleri vs. falan tarihçinin işi, bir uzmanlık meselesi.
Bazı tarihi kaynaklarda II.Bayezid’in oğlu I.Selim’e “Kılıcın keskin, ömrün kısa olsun” dediği ve II. Bayezid’in oğlu I. Selim tarafından Yahudi bir hekime zehirletildiği bilgileri yer almaktadır. Bu bilgileri nasıl değerlendirmeliyiz?
Yavuz Sultan Selim’in babası ile olan mücadelesi malum. II. Beyazıt tahttan kendi isteğiyle çekilmedi, bir nevi çekilmeye zorlandı bunu biliyoruz. Mecbur kaldı ve tahtı oğluna devretti. Yavuz için bu bir travmadır çünkü böyle bir yükün altında ezildi ama devletin nizamının gerektirdiği, şartların gerektirdiği bir durumdu aynı zamanda. önemli problemler var, bu problemlere cevap verecek ciddi bir güç gerekiyor; güçlü bir şahsiyetin tahta oturması gerekiyor mecburiyet söz konusu yani, olayı her iki cepheden de ele almak lazım. Bu olay onun üzerinde çok büyük psikolojik etki bıraktı ama aynı zamanda da mecburiyet söz konusu. II. Bayezid de tahtı isteyerek bırakmadı. Şimdi ölüm meselesine gelince II. Bayezid’in zehirlendiğine dair bilgiler bilhassa Venedik kaynaklarında geçiyor. Tabi bu kaynaklardan bir kanaate varmak zor. Çünkü bir kaynak onu söylüyor diğer bir kaynak daha farklı bir şey söylüyor. Resmen bir vefat raporu da olamayacağına göre bunu tespit etmek zor, bunlar rivayet şeklinde bilgilerdir. Ama şu var tabi, I. Selim kendisine rakip olacak bir Sultanın varlığını da istemez. Çünkü hemen tahta çıktıktan sonra teker teker kardeşlerinin üstüne yürüyor onları ortadan kaldırıyor, saltanat ortak kabul etmez anlayışı hakimdir, dolayısı ile kendisine rakip olacak birisini bırakması beklenemez. Ama eceli ile de ölmüş olması daha muhtemeldir, zaten hastalığı da aşağı yukarı 1500 yılında beri sürüyor, zaman zaman öldüğü söylentileri dahi yayılmıştır. Çok yaşlı ve hasta olduğu için eceli ile de ölmesi kuvvetle muhtemeldir.
Yavuz Sultan Selim’in Batı’yı bırakıpta Doğu’ya yönelmesinin sebebleri ve Memlüklülerle ilişkisini kısaca açıklar mısınız?
dönemde doğudaki meseleler aciliyet arz ediyor, fakat batıda öyle bir durum söz konusu değil o an için. Evet Papa’nın bir Haçlı seferi için teşebbüsü var ama ondan önce Anadolu için bir tehlike olan Şah İsmail tehdidini ortadan kaldırmak istiyor. Fakat bunu ilk seferde yapamıyor ikinci defada ki seferi de Şah İsmail’e yöneliktir. Ancak olaylar işin mecrasını değiştirecek ve Osmanlılar Memlüklüler’le savaşa girecektir ve zaten Mercidabık savaşı kazanıldıktan sonra artık ilerlememek diye bir şey söz konusu olamazdı, durumu bu şekilde düşünmek lazım. Onun ta baştan beri bir Memlük seferi tasarladığına pek ihtimal vermiyorum, olayların gidişatı öyle zaten, Memlükler Osmanlı sınırlarında yani Çukurova’dalar, üstelik arada Dulkadiroğulları meselesi var. Aslında savaştan sonra Suriye bölgesinin hakimiyetiyle yetinebilirdi, fakat şartlar daha sonra stratejik gerekçelerle bir boşluk yaşayan Memlüklerin payitahtı olan Kahire’ye yönelmeyi gerekli kıldı. Bir de sürekli Arap ulemasından mektuplar geliyor sefer sırasında. Portekiz’in kutsal toprakları tehdit ettiği haberleri geliyor. Oradaki halk Osmanlıları artık bir kurtarıcı olarak görüyor. Yavuz mecbur oluyor ama bunlar ikinci aşamada olan şeyler Mercidabık savaşı sonrası olan gelişmeler olarak görülüyor.
Hocam zaten gazetelerde çıkan röportajlarınızda da bu konu üzerinde duruluyor Tarihçi İdris Bitlisi Selimşahname isimli eserinde Yavuzun 40 000 alevi katlettiğini söylüyor ve bu söz günümüze kadar geliyor bu olayın aslı nedir yazıldığı gibi midir ve idris bitlisi neye dayanarak bu bilgiyi veriyor?
Bu mesele çok öne çıkarıldı aslında ben kitabımı bu maksatla yazmış değildim. Ama biyografisini verirken dolayısıyla bu töhmeti de ele almaksızın geçemezdim. Bu konuyu da o dönemin kaynakları çerçevesinde değerlendirdim. Anlaşıldığına göre dönemin kaynaklarının İdris-i Bitlisi dışında bu konuyu doğrudan doğruya anlatan döneminin çağdaş başka bir kaynağı yok, onun da ortaya çıkış sebebi bu karşılıklı husumetten kaynaklanan bir durumdur Çünkü İdris Bitlisi’nin eseri daha sonra oğlu tarafından toparlandı, dolayısıyla Kanuni döneminde hassasiyetlerin çok arttığı bir dönemde babasının eserini yeniden kaleme aldı. O dönemde Osmanlıların Safevilere bakış tarzı çok sertleşmiş bir durumda idi ve onlar da Sünni akaidi ön plana çıkarmaya çalışıyorlardı, dolayısıyla karşı tarafa gözdağı verebilmek amacı ile bir hareket söz konusu idi. Çok sert fetvalar var o dönemde, Şiiliğe karşı çok sert düşünceler var. İşte onun yansıması bu eserdeki bilgiler, gözdağı vermek amaçlı bir yaklaşım olarak mütalaa edilmeli. Rakam aynı zamanda çokluk ifade eden bir hacim olarak kullanıldı, yoksa bu gerçek bir rakam değil, çünkü eğer öyle bir şey olmuş olsaydı o dönemden kalmış olan tahrir defterleri, şeriyye sicilleri var, bunlara mutlaka intikal ederdi. Bunu bir gözdağı korku verme amaçlı olduğunu unutmayalım. Başka önemli delilleri ise kitapta etraflıca anlattım.
Hocam Hilafeti I. Selim almıştır ancak halife denilince padişahlardan II. Abdülhamid ismi ön plana çıkmaktadır neden halifelik Yavuz’da özdeşleşmiştir?
Şimdi Yavuz halifeliği almadı böyle bir devir teslim yok, halife ünvanını da kullanmadı. Onun siyasi şartları daha sonra çıktı. Yavuz kendisini oranın hizmetçisi olarak görüyordu. Hatta Hadimü’l-Harameyn sıfatını kullanmıştır. Buna benzer ifadeler Memlüklüler de de vardı, o zamanlar Memlüklüler’de nasılsa Yavuz da aynı şeyi sürdürmeye çalıştı Halifeyi İstanbul’a getirdi hilafet merkezi İstanbul oldu, halife ile arasında bazı problemler çıktı onu da biliyoruz daha sonra Kanuni halifeyi geri gönderdi. Halife 1543’de vefat etti ve geride bir veraset bırakmadı. Burada siyasi olarak Kanuninin hilafeti kullanması var. Ama bu II. Abdulhamid dönemindeki gibi olmadı, orda tam anlamıyla hilafet teorisi benimseniyor. Onun da siyasi şartları var. İşgale sömürüye uğrayan Müslüman milletler, Osmanlı Hilafetini benimsiyorlar ve bunu bir kurtarıcı olarak görüyorlardı.
Son olarak İstanbul Şehir Üniversitesinde bir konferans verdiniz ismi” Yeni Bir biyografi İnşası: Yavuz Sultan Selim” Peki bundan sonra da Yeniçağ sahasında sizden yeni biyografi inşaları bekleyelim mi yakın gelecekte?
Şu an öyle bir çalışmam yok, fakat Kanuni Dönemi ile alakalı bir araştırmam var ama bilemiyorum. Kanuni dönemi geniş bir dönem, Yavuz dönemi gibi kısa bir zaman dilimini kapsamıyor, çok geniş bilgiler var. Topladığım malzemeler olgunlaşırsa, belki ileride çok geniş olmasa da bir Kanuni Sultan Süleyman biyografisi yazmak aklımın bir köşesinde duruyor.
Prof. Dr. Feridun M. Emecen Kimdir?
Yeniçağ Tarihi, özellikle Osmanlı Devleti’nin Kuruluş ve Yükseliş Dönemleri üzerinde çalışmalarıyla tanınan İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü Yeniçağ Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Feridun Emecen Giresun’un Bulancak ilçesinde doğdu. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeniçağ Tarihi Kürsüsünden mezun oldu. 1981’de aynı kürsüde asistan olarak akademik hayatına başladı. 1985 yılında 16. Asırda Manisa ve Yöresi ile ilgili olarak doktora tezini verdi. 1989 yılında Doçent ve nihayet 1995 yılında 37 yaşında iken Profesör oldu. 1986 yılından itibaren TDV İslam Ansiklopedisi Telif Heyeti içinde yer aldı. 1995 – 2001 yılları arasında Türk Tarih Kurumu üyeliği yaptı. Yurt içinde ve yurt dışında ilim sahası ile ilgili birçok toplantıya katılmış, tebliğler sunmuş ve çeşitli ilmi dergilerde makaleler yazmıştır. Halen İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü Yeniçağ Anabilim Dalı Başkanlığını yürütmektedir.
16. Asırda Manisa Kazası (Ankara,1989), Unutulmuş Bir Cemaat Manisa Yahudileri (İstanbul,1997), İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dönemi (İstanbul, 2001), İstanbul’un Fethi Olayı ve Meseleleri, (İstanbul 2003.) İstanbul’un Uzun Dört Yılı 1785–1789, Taylesanizade Hafız Abdullah Efendi Tarihi, (İstanbul 2003.) Doğu Karadeniz’de iki kıyı kasabasının Tarihi: Bulancak- Piraziz, (İstanbul, 2005) Tarihin içinde Manisa, (Manisa, 2006), Osmanlı Klasik Çağında Savaş, Osmanlı Klasik Çağında Siyaset, Yavuz Sultan Selim yayınlanmış kitaplarıdır.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...