İbrahim AKKURT

Lisans ve Yüksek Lisansını İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamladı. Kapadokya Üniversitesi Turist Rehberliği bölümlerinden mezun oldu Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Tarih Bölümünde Doktora eğitimine devam etmektedir. Marmara Üniversitesi ve Medipol Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak dersler vermektedir. “Fatih Tarih Envanteri”, “Çanakkalepedia”, “Keşf-i İstanbul Gezileri”, “İstanbul'un Tarihi Mezarlıkları, Hazire, Kabir ve Türbelerinin Envanter Projesi”, “Yürü Keşfet İstanbul Projesi” lokasyon tabanlı Tarih, Kültür ve Turizm uygulaması, “Osmanlı Kültürel Mirası İzinde Medeniyetimize Yolculuk” Projesi, “İstanbul Tekkeleri Envanter Projesi”, “Zeytinburnu İlçesi’nin Tarihi Mekanlarının Tanıtım Tabelalarının Hazırlanması Projesi”, “Kültür Bakanlığı Tarihi Yarımada İmar Planı” Projelerinde “Tarihçi, Danışman ve Yazar” olarak görev almıştır. "İstanbul Tarih" ve "Tarihçe" Dergileri ile www.istanbultarih.com isimli internet sitesinin İmtiyaz Sahibi ve yazarıdır. “Fetvanın Gücü - Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi”, “İstanbul'un 100 Sultan İkinci Abdülhamid Han Eseri", “Bakıp da Göremediklerimizle İstanbul” ,"Veziriâzam Davud Paşa ve Külliyesi", "Geçmişten Günümüze Bahçelievler" isimlerinde beş kitabı bulunmaktadır. TV ve Radyo programlarının yanı sıra, tarih alanında farklı konularda yurtiçinde ve yurtdışında seminerler vermekte, Bölgesel-tematik içerikli gezilerde rehberlik yapmakta, Tarih alanında projelerde danışmanlık hizmeti vermektedir. Akkurt, 33 ülke ve 130'a yakın şehirde tarih-kültür-medeniyet anlamında gezi ve incelemelerde bulunmuştur.

Osmanlı Dirilişinin Kalbi Bilecik & Söğüt Fotoğrafları

623 yıl hüküm süren Osmanlı Devleti'nin temellerinin atıldığı, son günlerin popüler tabiriyle Diriliş'in başladığı Söğüt, Bilecik ve Domaniç milli ve manevi değerlerimizin beşiği konumunda. Fotoğraf Sanatçısı Cemil Şahin'in muhteşem fotoğraflarını Tarihçi İbrahim Akkurt'un hazırladığı dosya ile sizlerin beğenisine sunuyoruz.

26 Ekim 2016 09:01
A
a

Diriliş Rüyasının Başladığı Mekan: 
ERTUĞRUL GAZİ KUYULU MESCİDİ

Kayı’ların Söğüt’teki ilk eseri olan Kuyulu Mescit, 1268’li yıllarında Ertuğrul Gazi tarafından yaptırılmıştır. Mescide sonradan eklenen giriş bölümü ise 1902’li yıllarda Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın armağanıdır. Dolayısıyla Osmanlı’nın ilk ve son eserinin ikisi bir arada olduğu nadide bir mekandır Ertuğrul Gazi Kuyulu Mescidi.

Asıl adı "Ertuğrul Gazi Mescidi" olan Kuyulu Mescid'in çok ilginç bir hikâyesi var. Ertuğrul Gazi, Kayı boyunun beyi'dir. Osmanlı'nın babası sayılan Ertuğrul Gazi, Ahlat'ta dünyaya gelmiş, göçebe hayatını sonlandırmak üzere bir sonbahar ayının kırağı çalan günlerinde dört yüz çadırla Söğüt’e gelir. Etrafındakilere nerede çok duman çıkıyorsa oraya yerleşeceğiz der. Söğüt düzlüğünün en kalabalık yerleşimi olan Rum mahallesine yakın çadırlar kurulur. Karşı mahalle Müslümanlarındır. Rumların kendilerine ait bir kiliseleri vardır. Müslüman göçmenler Ertuğrul Gazi'den topluca ibadet etmeleri için bir Cami yaptırmasını isterler. Sen beysin buna gücün yeter derler. Ertuğrul Gazi bu isteğe olumlu bakar. Camii'nin nerede yapılacağının istişaresi yapılır. Herkes Camii'nin karşıdaki Müslüman mahallesinde olmasını ister. Ertuğrul Gazi aksine Camii'nin Rum mahallesinde olmasını, kendilerinden etkilenecek Rumların Müslüman olacağını düşünür. Uzun tartışmalar sonucu Ertuğrul Gazi'nin isteği kabul edilir ama pek çok Müslüman bu karara itiraz edip gönül koyar. Ertuğrul Gazi, Camii'nin yapılacağı yere karar verir ve arsasını o bölgenin sakini olan arsa sahibi Rum’dan satın alır. Toplamda otuz kişinin birlikte namaz kılacağı elli dört metre karelik Camii 8 ayda inşâ edilir. Gönül koyan ve caminin niçin Rum mahallesinde kurulduğuna bir anlam veremeyen Müslümanlar Camii'ye gelmezler. Ertuğrul Gazi bir gün kendisine hak vereceklerini düşünür ve sabırla bekler. O yıllarda Müslümanlar su ihtiyacını Söğüt deresinden karşılamaktadırlar. Ancak Rumlardan kötü niyetli bir grup dereye insanı öldürmeyen ama midesini bozan, rahatsız eden bir zehir atarlar. Ertuğrul Gazi dâhil herkes bu durumdan rahatsızlık duymaya başlamış. Dokunmasın diye sular kaynatılıp içilmeye başlanıyor.



Bir gece Ertuğrul Gazi bir rüya görür. Sabah uyandığında caminin girişinde bir söğüt ağacına bakar. Onun dallarındaki yeşilliği görünce rüyasını düşünür. Camii'nin girişinde bir yerde su olacağı kanaatine varır. Orasını kazar. Beş metreye iner su çıkmaz. On metreye iner yine su çıkmaz. Ama ısrarından vazgeçmez on beş metrede billur gibi bir su Ertuğrul Gazi'ye "Merhaba" der. Ertuğrul Gazi suyu gizler, bu durumu kimseye haber vermez. Kuyudan çıkan suyu 3 gün kendisi içer, zehirli olup olmadığını kontrol eder. Sonra üç gün atına içirir ikisine de bir şey olmaz. Su temizdir. O yıllarda caminin hemen yakınındaki Rum evlerinde yaşlı karı kocalar yaşarmış. Onlar su kıtlığı içinde günlerini geçirirmiş. Ertuğrul Gazi kuyudan çıkan bu temiz suyu onlara her gün götürmüş. Aradan günler geçer camiyi ve suyu merak eden Müslümanlardan biri gizlice kuyunun başına gelir. O billur gibi suyu doldurmuş tam içecekken vazgeçer. Suyu içmemiş ama abdest almaya karar verir. O abdest alırken oradan geçen bir Rum onu izlemeye başlar. Ağzına üç kez su götürüp içmeden boşaltmasına bir anlam verememiş. Doğruca köyün bilgesine gitmiş. Bilge adamda şaşırıp kalmış. Rumlar bu durumu çok merak ederler ve bir gün bunu Ertuğrul Gazi'ye sormaya karar verirler. Ertuğrul Gazi'de konuyu şu şekilde anlatır Rum ahaliye "O abdest alıyordu. Biz ola ki bilmeden ağzımızdan yanlış bir söz çıkmışsa kirli ağzımızı yıkayarak temizleriz ve Allah'a öyle ibadet ederiz" demiştir.

Ertuğrul Gazi, her gün bölgede yaşayan  yaşlı Rumlara su götürmeye devam etmiştir. Onlardan bir aile cami arsasını satan Rum’un annesi ile babası imiş. Ertuğrul Gazi'nin bu cömertliğinden ve insani tutumundan etkilenerek Müslüman olmaya karar verirler. Bu aile ile birlikte kısa sürede 54 Rum Müslüman olup İslam ile şereflenirler. Bu manzara karşısında Ertuğrul Gazi'ye Camii'nin yapımında mekan seçiminde muhalefet eden Müslümanlar nedamet duyarak Ertuğrul Gazi'yi tebrik ederek kendisinden af dilemişlerdir.

KUTLU DİRİLİŞ'İN MİMARININ MANEVİ MEKANI
ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ
 
Söğüt denildiğinde ilk akla gelen yapıların başında hiç şüphe yok ki Ertuğrul Gazi’nin türbesi gelir. Ertuğrul Gazi Türbesi, Söğüt'teki en eski Osmanlı hatırasıdır. Bilindiği üzere Osman Gazi’nin babası olan Ertuğrul Gazi, kaynaklarda Osmanlı hanedanı içinde hakkında en az bilgi sahibi olunan kişilerdendir. Bu durumun en önemli nedeni ise hiç şüphesiz yaşadığı dönemde idare ettiği boyun pek de önemsenecek bir kuvvet teşkil etmemesiydi. Ertuğrul Gazi hakkında kaynaklar 15. yüzyıldan itibaren bilgi vermeye başlarlar. Hakkında bilinen bazı veriler ise birbirini tutmamaktadır. Babasının adı hakkında bile tarihçiler arasında tam bir mutabakat sağlanamamıştır. Bazı kaynaklar babasının adını Gündüz Alp, bazıları da Süleyman Şah olarak verir. Kesin olan bir şey varsa o da Ertuğrul Gazi’nin Söğüt ve civarında yaşadığıdır. Onun önderliğindeki Türkmenler kışın Söğüt’te kışlamakta, yaz mevsimlerinde ise Domaniç yaylasına çıkmaktaydılar. Yine Ertuğrul Gazi, bölgedeki tekfurlarla ve Türkmenlerle zaman zaman mücadele etmekte, bazen de ittifaklar kurmaktaydı. Hayatının son demlerinde boy liderliğini oğlu Osman’a devrettiği bilinen Ertuğrul Gazi, muhtemelen 1280’li yılların başında vefat etmiştir.


 
Eruğrul Gazi Türbesi, muhtemelen Orhan Gazi zamanında inşa olunmuştur. İlerleyen yıllarda hem 18. yüzyılda III. Mustafa hem de 19. yüzyılda Sultan Abdülmecid ve Sultan İkinci Abdülhamid'in emriyle ciddi onarım ve eklemeler yapılmıştır. Çam ağaçlarıyla gölgelenen türbenin girişinde sizi II. Abdülhamid döneminden yadigâr, kitabeli iki çeşme karşılar. Buradan içeriye girdiğinizde altıgen bir gövdenin üzerine oturtulmuş türbe yapısıyla karşılaşırsınız. Türbenin giriş kapısında kitabesi kırık mezar ise Osman Gazi’nin annesi ve Ertuğrul Gazi’nin hanımı olan Halime Hatun’a aittir. Türbenin içine girdiğinizde türbe görevlisinin oturduğu ve türbenin eski fotoğraflarının asıldığı bir kısım beliriverir. Bazı pencere pervazlarındaki demir kanatlarda kurşun deliklerine tesadüf edilir. Bu delikler 4 Ağustos 1921-4 Eylül 1922 tarihleri arasında yaklaşık 13 ay Söğüt ve çevresini elinde tutan Yunan askerlerinin açtığı ateş sonrasında oluşmuş. Dönemin belediye başkanı Mehmed Ragıb Bey’in ifadesine göre Yunan askerleri bununla da kalmayarak Ertuğrul Gazi’nin sandukasını kırmış, mezarı kazarak naaşa ulaşmaya çalışmışlar. Türbedeki Kur’an-ı Kerimlere karşı saygısızca hareket edilmiş ve türbenin muhtelif yerlerine haç işaretleri çizilmiştir.
 
Türbenin içinde bir de Osman Gazi’nin makam mezarına ait bir mezar taşı bulunmaktadır. Bu taşın bulunduğun mezar da Yunan askerlerince tahrip edilmiştir. Bilindiği üzere Osman Gazi önce Söğüt’te, babasının yamacına gömülmüş ancak sonradan naaşı, vasiyeti gereği Bursa’ya nakledilmiş ve buradaki Elias Manastırı’nda kendisi için hazırlanan kabre konulmuştur. Türbede ayrıca Kayı boyuna ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ait sancakların yanı sıra Türkî cumhuriyetlere ait bayraklar da bulunmakta. Böylelikle Osmanoğullarının Orta Asya coğrafyası ve Türk köklerine gönderme yapılmaktadır. Yine sandukanın hemen dibinde Tunus, Bosna, Lübnan, İran,Romanya gibi bir zamanlar kısmen ya da tamamen Osmanlı idaresi altına girmiş olan bölgelerden getirilen ve birer küçük sandık içinde muhafaza olunan bir avuç toprak bulunuyor. Türbenin içi gayet bakımlı ve temiz.

Türbenin dışında ise neredeyse tamamı makam mezarı olan Osman Gazi’nin silah arkadaşlarına ait kabirler bulunuyor. Bunların arasındaki önemli simalar şunlar: Osman Gazi’nin ağabeyleri olan Savcı Bey ile Gündüz Bey. İsmi Osman Gazi’nin yerine beyliğin liderliği için düşünülen Osman Gazi’nin amcası Dündar Bey ki, kendisi Osman Gazi tarafından ihanet ithamından dolayı öldürülecektir. Osman Gazi’nin yakın silah arkadaşlarından olan ve Kocaeli bölgesindeki bazı önemli beldeleri fetheden Akçakoca, Aydos kalesini fetheden Osman Gazi’nin bir diğer silah arkadaşı Abdurrahman Gazi. Bunların dışında Turgut Alp, Aykut Alp, Kara Mürsel, Saltuk Alp, Konur Alp, Hasan Alp, Samsa Çavuş gibi diğer önemli Türkmen liderleri ile Osman Gazi’nin aynı zamanda yeğenleri olan Aktimur ve Aydoğdu Beyler, Osman Gazi’nin oğulları Pazarlu Bey, Savcı Bey gibi kişilerin de bu türbenin avlusunda makam mezarları bulunmaktadır

DEVLETİN İKİNCİ KURUCUSU ÇELEBİ MEHMED’İN SÖĞÜT’E HATIRASI:
ÇELEBİ SULTAN MEHMED CAMİİ
 
Söğüt çarşısındaki en önemli eserlerden biri olan Çelebi Mehmet Camii Sultan İkinci Abdülhamid’in hatırasını taşır. Yapı, Söğüt’teki camilerin en büyük ve etkileyici olanı. Bundan dolayıdır halk arasında “Ulu Cami” diye anılıyor. Aynı zamanda şehir merkezinde olduğundan “Çarşı Camii” diye de biliniyor. Cami, Çelebi Sultan Mehmed’in adını taşıyor olsa da yapının banisinin Orhan Gazi olduğu zannedilmektedir. Zira buranın masrafları Orhan Gazi Vakfı’ndan karşılanmaktaydı. Bazı araştırmacılar burada önceden Orhan Gazi’nin bir camisinin olabileceğinden bahsediyorlar. Belki de Orhan Gazi’nin yaptırttığı bu cami, Timur’un bölgeyi istilası sırasında büyük zarar gördü ve Çelebi Mehmed tarafından yeniden inşa olundu. Ancak bu caminin de zaman içinde harap olduğu biliniyor. Söğüt’e çok büyük yatırımlar yapan Sultan İkinci Abdülhamid Han, camiyi neredeyse tamamen yeni baştan ve eskisinden daha büyük olarak inşa ettirmiştir. Hatta caminin tek orijinal kısmı olarak minare kaidesi günümüze ulaşabilmiş. Yine de camii, kadınlar mahfili, minber ve mihrabı, huzur veren iç mekânı ile son derece etkileyici.


 
SÖĞÜT’E SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD MÜHRÜ:
HAMİDİYE CAMİİ, İDADİSİ VE DARÜLEYTAM BİNASI
 
Sultan İkinci Abdülhamid Han, hanedanın köklü tarihine gönderme yapmak amacıyla o zamanlar kasaba olan Söğüt'te bir hayli imar faaliyeti gerçekleştirmiştir. İkinci Abdülhamid’in Söğüt’ün hatırasına verdiği destek bu kadarla da kalmaz. Sultan Abdülhamid, Yıldız Sarayı’nın korunması için Karakeçili Aşireti içinden seçilen 200 kişilik “Ertuğrul Alayı”nı kurdurmuştur. Bu alayın bağlı olduğu tabura da “Söğüt Taburu” adı verilmiştir. Bilecik livasının adı Ertuğrul Sancağı olarak değiştirilirken, Yıldız Camii’nin hemen yakınında Şazeli tarikatı büyüklerinden Şeyh Zafir Efendi için yaptırdığı cami-tekkeye de “Ertuğrul Tekkesi” adını vermiştir. Ertuğrul alayının askerleri de yine burada ibadet etmekteydiler.

Sultan İkinci  Abdülhamid’in Söğüt’te inşa ettirdiği yapılar, buraya verilen önemin bir göstergesidir. Onun buradaki en önemli imar faaliyetlerinin başında Hamidiye Camii gelir. Camii, İstanbul merkezli olarak devletin geneline yayılan I.Ulusal Mimari akımının izlerini taşır. Söğüt’ün en önemli caddesi olan İstiklal Caddesi üzerindeki caminin yapım tarihi 1889.

Sultan Abdülhamid 1901’de de bu caminin tam karşısına bir İdadi binası inşa ettirmiştir. Bu devirde pek çok önemli yerleşim yerinde İdadi ayarında okul olmadığı düşünülürse Söğüt’ün ayrıca önemsendiği rahatlıkla söylenebilir. İdadi’nin girişinde yine bu padişah zamanında kabul olunan Arma-i Osmanî sizi karşılar. İdadi binası bugün İlçe Halk Kitaplığı olarak kullanılmaktadır.

İdadi binasının yanında ise Darüleytam yani yetimhane binası uzanır. Bina 1919’da inşa edilmiş olup 2009 yılında restorasyonunun tamamlanmasının ardından Dar’ül Eytam Binası şu anda Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesine tahsis edilmiştir. 

 

OSMANLI’NIN BAĞIMSIZLIĞINI İLAN EDEN KİŞİ

DURSUN FÂKIH HAZRETLERİ

Söğüt yolu üzerinde Küre denilen mevkide Osmanlı'nın manevi olarak şekillenmesinde önemli rol oynayan Dursun Fakıh'ın Türbesini görmekteyiz. Bölgeye hakim bir tepede bulunan türbe son derece bakımlıdır.

Dursun Fakıh da tıpkı Şeyh Edebali gibi aslen Karamanlı'dır. Şeyh Edebali’nin talebesi olan Dursun Fakıh, sonrasında onun kızlarından biri ile evlenerek Osman Gazi’nin de bacanağı olacaktır. Şeyh’in ölümünden sonra bir nevi Osmanlı’nın ikinci kadısı olur. Dursun Fakıh’ın tarihte oynadığı önemli rol ise hemen türbesinin girişinde belirtilmiş; Dursun Fakıh, Osman Gazi’nin Karacahisar’ı fethetmesinden sonra burada ilk Cuma hutbesini okumuş ki bu hutbe, Osmanlıların ilk bağımsızlık alameti olarak kabul edilmektedir.


 
BÜNYESİNDE ŞEYH EDEBALİ'Yİ MİSAFİR EDEN
ORHAN GAZİ CAMİİ
 
Bilecik'in merkezinde yer alan Orhan Gazi Camii'nin ilk yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber Orhan Gazi'nin diğer eserleriyle birlikte 14. yüzyıl başında yapıldığı sanılmaktadır. 365 kişilik cemaat kapasiteli mabed 1973 yılında tamirattan geçirilmiş ve restore edilmiştir. Şeyh Edebali Türbesine 50 m. uzaklıkta olup, en ilginç yanı ise, tüm camilerde minareler camiye bitişik olurken, burada ise asıl minaresi ana binadan 30 m. uzakta bir kayanın üzerine inşa edilmiş olmasıdır. 

Sultan İkinci Abdülhamid zamanında önemli bir onarım gören Orhan Gazi Camii Osmanlı Devri Türk mimari sanatının dini mimari alanında ilk kubbeli yapı denemesinin örneğidir. Kubbe üzeri restorasyon sırasında kurşunla kaplandığı için Kurşunlu Camii adıyla da bilinir. 
  
KUTLU DİRİLİŞ'İN MANEVİ ÖNDERİ
ŞEYH EDEBALİ HAZRETLERİ
 
Kaynaklarda “Atabali”, “Ede-şeyh” diye de geçen Şeyh Edebali, aslen Karamanlıdır. İlk tahsilini burada yaptıktan sonra Şam’a gitmiş ve önemli alimlerden dersler almıştır. Sonrasında Anadolu’ya dönerek İtburnu denilen mevkide halkı irşad ettiği biliniyor. Bu irşad faaliyetleri sırasında da o yörede saygın bir aşiret olan Ertuğrul Gazi aşiretinin gelecekteki lideri Osman Gazi ile tanışmıştır. Onun gördüğü meşhur rüya üzerine de kızı Malhun Hatun’u (ki bazı kaynaklarda Rabia Hatun olarak da bilinir) bu “Bey” namzediyle evlendirecektir. İlk olarak 15. yüzyıl Osmanlı kaynaklarında anlatılan bu meşhur rüyada Edebali’nin göğsünden çıkan bir nur, Osman Gazi’nin koynuna girmiş ve sonrasında bu nur bir çınara dönüşerek tüm cihanı kaplamıştır. Bunu bir cihan Devleti’nin kuruluşuna yoran Şeyh de kızının Osman Gazi ile evlenmesinde karar kılmıştır. Bu nikâh Osman Gazi’ye ahilerin de desteğini temin edecektir. Zira Edebali’nin aynı zamanda bölge ahilerinin de manevi önderi olduğu biliniyor.



Şeyh Edebali, Osmanlı beyliği kurulduktan sonra da beyliğin ilk kadısı olmuş ve epey bir süre Bilecik’te ikamet etmiştir. Uzun bir ömür süren Şeyh, damadı Osman Gazi’den birkaç ay kadar önce ölmüş ve bugün mezarının bulunduğu mevkiye defnedilmiştir. Torunu Orhan Gazi’nin, dedesi Edebali ve annesi Malhun Hatun’un gömüldükleri yeri zamanla üzeri kapalı bir türbeye dönüştürdüğü biliniyor. Bu türbelere yapılan eklemelerle mekân, kısa bir süre sonra zaviyeye dönüşecektir. Zaviye-türbe tarihsel süreç içinde pek çok kez tamir gördüyse de en kapsamlı onarımı Sultan İkinci Abdülhamid gerçekleştirecektir. Zaviyeyi ziyaret edenler bu onarımın bir planını “hayat” denilen zaviyenin giriş kısmındaki bölümde görebilirler. Zaviye; türbe, mescid-tevhidhane ve şeyh dairesinden müteşekkildir ve günümüzde son derece bakımlı bir haldedir. Şeyh Edebali’nin türbesinde ise hemen hepsi kendi akrabasından olan kişilerin son istirahatlerine çekildiği on bir adet ahşap sanduka ve mezar vardır. Şeyhin kızı Malhun Hatun ise ilginçtir ki buraya gömülmemiştir. Zaviyedeki işaret levhalarını takip ederseniz, onun da merdivenlerle inilen ayrı bir mekâna defnedildiğini görebilirsiniz. Zaviyede pek çok yere konan ve Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Gazi’ye vasiyeti niteliğindeki şu sözler de ayrıca dikkat çekiyor: “Bak Oğul! Beni kır Şeyh Edebali’yi kırma. O bizim boyumuzun ışığıdır. Terazisi dirhem şaşmaz. Bana karşı gelirsen üzülür incinirim, ona karşı gelirsen gözlerim sana bakmaz, baksa da görmez olur. Sözümüz Edebali için değil, senceğiz içindir, bu dediklerimi vasiyet say"

KAYI’YI BÜYÜK HEDEFE HAZIRLAYAN
HAYME ANA

Ertuğrul Bey ve annesi Hayme Ana kendilerine kışlak olarak verilen Söğüt'e ve yaylak olarak tahsisi edilen Çarşamba'ya 1235 yıllarında gelirler. O dönemde Hayme Ana'nın yaşı 64 civarındadır. Hayme Ana çadırını koca yaylalara bakan tarafa kurar. Onun etrafına diğer çadırlar yerleştirilir. Çarşamba yaylası türkülerle koyun kuzu melemeleri at kişnemeleri sığır böğürmeleriyle şenlenir. Bu topraklar sanki yüzyıllardır bu seslere hasretmis gibi çiçekler bir başka türlü açmaya, kekikler bir başka türlü kokmaya başlar. Anadolu erenleri çocuklara Kur'an ögretir az ötede gaziler gençlere kılıç çalmasını ok atmasını talım ederler, bacılar aba dokur, yağ yoğurt yapar, koyun kısrak sağarlardı. Yaylada herkes bir faaliyet içinde. Yaşlı kadınlar ağırsak ve kırman ile ip eğiriyorlar, tuluklara peynir basılıyor derilere yağ dolduruluyordı. Tezgahlarda kilimler dokunuyor. Çarşamba yaylasının allı yeşilli çiçekleri desen desen dokunuyor. Pınarlara derelere tepelere Türkçe isimler veriliyor.
 
Hayme Ana Kayı'yı büyük bir hedefe hazırlar gibiydi. İlerlemiş yaşına rağmen dur durak bilmeden çalışıyordu. Ona bakan gençler gayrete geliyordu. Namazlarında uzun dualar ediyor sorduklarında "Oğullarımız uzasın dal budak salsın Öyle çoğalalım ki Çarşamba yaylası bizi almasın. Yeni yaylalar yurtlar kuralım sürümüz yılkımız çayırlar doldursun. Oğullarımız dinimizden töremizden ayrılmasın" derdi. Ağaçların sardığı çimenlerin kuruduğu pınarların çekildiği güz mevsiminde Hayme Ana'nın ölümü bütün obayı yasa boğmuştu. Onun ölümü aşireti o kadar sarmıştır ki acılar biraz teskin olur ümidiyle tarihte adına ilk defa anıt mezar insaa edilmiştir. Her yıl yayladan iniş zamanında Hayme Ana için dua ve dileklerle Sögüt'e dogru inilerek anıt mezar Çarşamba'nın müşfik ve heybetli dağlarına emanet edilmiştir.

 


 
1000
icon
Nur 20 Temmuz 2019 09:03

Merhaba, Siz paylaşım yaptığınızda telefonuma bildirim gelmesini istiyorum. Bunu sitenizdeki hangi menüden sağlayabilirim

0 1 Cevap Yaz
Mâvi Zeynep 27 Ekim 2016 14:12

Esselâmü aleyküm.. İçerik bakımından kapsamlı güzel bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık İbrâhim başkan.. Bir de konu ile alâkalı merâk ettiğim bir husûsu sormak istiyorum. Şu makam kabirleri.. Hangi amaca yönelik bu sembolik kabirler acabâ ? Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulmuş ? Bilgi vermeniz mümkün mü?

4 1 Cevap Yaz
duyurular DUYURULAR
editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
hava durumu HAVA DURUMU
anket ANKET

arşiv HABER ARŞİVİ
linkler LİNKLER
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat

İstanbul'dan Dünya'ya Tarih'in İzinde