Aliya’nın Sözleri Bosna’daki Dağları Bile Aşıyordu

Tanıtım 15 Aralık 2016 10:04
Videoyu Aç Aliya’nın Sözleri Bosna’daki Dağları Bile Aşıyordu
A
a

Bosna’nın münevver namzetlerinden Şemsüddin Haliloviç’le Geçmişten Günümüze Bosna Hersek’i, Bosna Savaşı’nı, Boşnakların İslami konumunu, Türkiye-Bosna İlişkilerini ve Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’i konuştuk…

Şemsüddin Haliloviç… 1984 yılında Boşnak bir ailenin ilk çocuğu olarak Sarajevo’da dünyaya gelmiş, 1996-2003 yılları arasında İstanbul’da Bayrampaşa Sağmalcılar Lisesi’nde okur ve tekrar vatanı Sarajevo’ya döner. Sarajevo Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olur. Şu an Tarih alanında doktora için hazırlık yapıyor. Aliya İzzetbegoviç’in de üyesi bulunduğu Mladi Müslimani(Genç Müslümanlar) Derneği’nde ve Bosna-Türkiye Dostluk Derneği’ndeYönetim Kurulu Üyesi. Profesyonel olarak 10 yıldır Rehberlik yapmakta…

Boşnakların İslam ile tanışması nasıl oldu? Fatih Sultan Mehmed denilince Boşnaklar tarafından nasıl bir algı var?

Ülkemizde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda özellikle Hersek taraflarında bulunan, 7. ve 8.yy. ait Arap paraları ve eşyaları sonucunda anlaşılan Araplar bu coğrafyaya ticaret yapmak için sıkça geliyorlardı. Daha sonrasında da türlü savaşlar sebebiyle özellikle Haçlı seferleri esnasında bu coğrafyaya Müslüman kimlikli kişiler gelmiştir. Genelde Osmanlı’nın Balkanlara akın etmesiyle İslam’ın da geldiği söylenir, fakat gerçek tamamen farklı. 1268 yılında Kosova’da bulunan Mlike köyünde bir Suriyeli Arap tarafından yaptırılan Cami bugün de ayakta duruyor. Bosna’nın Kuzeyinde bulunan Bujim köyünde 10.yy.dan kalan kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen ahşap caminin güzelliği onca savaşlara rağmen hiç zarar görmedi. Marokolu(Fas’lı) Arapların 8.yy.dan kalan camisi Arepuşa ismiyle bugün de Karadağın Adriyatik kıyılarını güzelleştirmeye devam ediyor.



Bu toprakların İslam ile tanışması Arap tüccarlarının 8.yy.dan itibaren bu coğrafyaya gelmesiyle başlıyor. Bugün de Arap kökenli oldukları bilinen Müslüman aileler Bosna’da yaşamaya devam ediyor. Osmanlı Dönemi’nde ise toplum büyük ölçüde İslam ile tanışmaya başlıyor. Bu abartılı anlatımlara göre birden olmuyor tabi ki. Özellikle Fatih Sultan Mehmed Han’ın Bosna Ruhbanlarına vermiş olduğu Ahidname-i Hümayün bizim için büyük önem ve değer taşımaktadır. Bana göre bu Avrupa’nın ilk insan hakları beyannamesi. Bu belgeyle Bosna’da yaşayan herkese özgürlük ve güvence verilmişti. Böyle bir belgeyi ancak hak ve adalet sahibi bir kimse verebilirdi. Sultan Fatih, Bosna’ya ayrı değer vererek onu Osmanlı’nın tacı kılarak, İslam dünyasının son kalesi vazifesine bürüdü. Osmanlı döneminde Bosna’daki Hristiyanlar Katolikler ve Ortodokslar Bogumillerin bir kısmını kendi dinlerine çekmeyi başaracaklar, diğer kısmı ise İslam’ı benimseyecek. Bu yaklaşık 1750’lere kadar sürecektir. Bundan sonra bu ülkede Müslüman ile Hristiyan oranı bugüne dek hep yarı yarıya olarak kalacaktır.

“Bizi tamamen yeryüzünden silmeyi amaçladılar, Bosna-Hersek’i de aralarında paylaşmayı hedeflediler”
 
Bosna Savaşına değinecek olursak?(Bosna Savaşı hakkında bilgi)

Bosna Savaşı bir mücadeleydi. Bir bağımsızlık mücadelesi. Bir milletin özgürlük arayışıydı. Bizim her şeyimizdi. Bir milletin 100 yıl süren davasıydı. Boşnaklar yüzyıl sonunda tekrar kendi vatanına sahip olacaklardı. Lakin, 29 Şubat 1992 yılında başlayan referandum 1 Mart 1992 yılında bitiyor ve Bosna Birleşmiş Milletler tarafından tanınarak bağımsızlığını ilan ediyordu. 29 Kasım 1943’ten itibaren Demokratik Federal Yugoslavya, 29 Kasım 1945 Federal Halk Cumhuriyeti Yugoslavya ve son olarak 7 Nisan 1963’te ismi değişen Sosyalist Federal Cumhuriyeti Yugoslavya’nın Federal Sosyalist Cumhuriyetlerinden biri olan Bosna-Hersek diğer ülkelere karşın en ağır şekilde bağımsızlığını elde etti. 1991 yılında Sonbahar mevsiminden itibaren Bosna-Hersek içerisinde birçok yerde paramiliter ve faşist milis Sırp ve Karadağ birlikleri Hırvatistan savaşına gönüllü olarak Bosna-Hersek topraklarından geçerken küçük saldırılarda bulundular. Halkı korkutmak, terör salmak, yolları kapatmak, Boşnakların yaşadığı köylere saldırmak gibi benzeri olaylar yaşandı. Nisan 1991’de başlayan Hırvatistan Savaşı 2 Ocak 1992 yılında Sarayevo’da imzalanan barış anlaşmasıyla sonlanıyor ve Birleşmiş Milletler böylece Hırvatistan’ı koruma altına alıyorlar, halen Yugoslavya’nın bir parçası olan Bosna, Sırbistan ve Karadağ sınırları boyunca kendi birliklerini (UNPROFOR) yerleştiriyorlar. Bu sebeple Yugoslavya ordusunun bir kısmı Sırbistan bir kısmı Bosna-Hersek toprakların çekildi. Paramiliter, milis çetnik guruplar ise büyük bir kısmı Bosna topraklarına çekildi.



1 Mart 1992 yılında bağımsızlık ilan edildiği gibi Birleşmiş Milletler Bosna-Hersek’i tanıdı ve aynı zamanda silah ambargosu uygulamaya başladılar. Dağılan Yugoslavya’nın 4. ülkesi olarak silahsız ve resmi bir orduya sahip olmadan bir savaşa sürüklendi. Karşısında ise 1980’lerden itibaren Dünyanın 7. Avrupa’nın ise 4. gücü olan Yugoslavya Halk ordusu (JNA) duruyordu. Yaşadığım şehir Sarajevo daha bağımsızlık ilan edilmeden bir nevi kuşatmanın içerisindeydi. Yugoslavya ordusu, o zamanlar halen bizim ordumuz, Bosna’yı herhangi bir saldırıdan korumak bahanesiyle bütün belli stratejik konumları alarak özellikle Sarayevo’yu çevreleyen dağlarda cepheler kurarak hazırlıklarını yapıyorlardı. Boşnakların çoğu pek inanmak istemiyordu aslında bize savaş açacaklarına, özellikle Avrupa’nın buna müsaade edeceğine. Beraber yaşadığımız, birlik ve beraberlik sloganları altında 1945’ten beri Yugoslavya hepimizin vatanı dediğimiz Sırplar ve Hırvatlar bütün bunlar olmamış gibi bir milliyetçi ideolojinin peşinden giderek Boşnaklara silah çektiler. Çetnik birliklerin saldırılarına Yugoslavya ordusu da destek vermeye başlayınca Bosna adeta parçalandı. Hırvatlar yaşadıkları bölgeleri korumak amacıyla kendi birliklerini kurdu (HVO). 16 Mart 1993 itibariyle onlar da Boşnaklara cephe açınca iki taraftan kıstırılmış Boşnak birlikleri daha yeni düzenli bir ordu halini almaya başlarken, sırtlarından darbeyi aldılar. Biz bu yüzden Sırplara kafir, Hırvatlara ise münafık diyoruz. Sırpların Çetnik birliklerinin yanında şimdi de Hırvatların Ustaşa birlikleri eklendi. Sırplar ve Hırvatlar birçok yerde katliam yaparak, toplama esir kamplarında işkenceler ve eziyetler çektirerek, bizi tamamen yeryüzünden silmeyi amaçladılar,

Bosna-Hersek’i de aralarında paylaşmayı hedeflediler. Şunu da vurgulamak isterim, bütün Sırplar ve Hırvatlar bize karşı savaşmadı, birçoğu bu ülkeyi vatan gördü. Milliyetçilik politikasına kapılmayanları bizim ordumuzda yer aldı ve karşıdakilerle Bosna-Hersek’in bağımsızlığı için mücadele etti. Birçok şehitliğimizde Sırp ve Hırvat da yatıyor, onların mezar taşlarında Boşnak Şehidi yazıyor. Her şeyi planlayabilirsiniz ama savaşı alsa. Bize saldıranlar için kendi milletlerinden olmalarına rağmen onlara vatan haini dediler ve bizimle aynı sepete koydular. Biz o yüzden bütün Sırplar Çetnik değiller, ama bütün Çetnikler Sırp’tır deriz. Aynı şey Ustaşalar için de geçerli.

1992-1995 yılları arasında süren Bosna savaşı 14 Aralık 1995 yılında imzalanan Dayton Anlaşması ile sonlandı. Bu süre içinde 150 ile 200 bin arasında Boşnak hayatını kaybetti, 2 milyondan fazla Boşnak ise ülkeyi terk etti. Şu anda tahminimizce ortalama 8 milyon civarında Boşnak dünyanın birçok yerinde yaşıyor. Tarih boyunca, özellikle Balkan harplerinden itibaren yoğun bir göç başlıyor bu topraklardan ve günümüze kadar devam ediyor. Son savaş sebebiyle gidenlerin arasından çok az dönen oldu, gittikleri ülkelerde mülteci olarak sığındılar, bugün ise hayatlarını kurmuş bir şekilde orda kalmayı devam ediyorlar.



Savaş öncesi ve sonrası olarak Bosna’yı değerlendirebilir misiniz?

1970’lerden itibaren hızla gelişen ekonomisi, büyüyen endüstri ve tarım sektörü, güçlenen silah sanayisi ile Yugoslavya Avrupa’nın en güçlü ülkesi haline geldi. Her şeyi kendisi üretiyordu, dışarıya karşı olabildiğince bağımsızdı. Büyük potansiyel sahibi kaynaklarıyla Avrupa’nın ilgisini çekiyordu. Tabi ki Komünist rejimi altında her şey Devletin sektöründe, iş imkanları da yüksek olunca, tam manasıyla 1980’lerden itibaren ekonomik bir güç oldu. Yugoslavya için Almanya kadar çelik üreten, İngiltere kadar pamuk işleyen ve Fransa kadar kömür çıkartan ülke diyorlardı.

Bosna-Hersek o dönemlerde, özellikle maden kaynaklarıyla, Yugoslavya’nın önemli endüstri bölgesiydi. Toprakların oldukça verimli olmasıyla tarımcılık büyük önem taşıyordu. 1969 yılında Almanya’nın meşhur araba üreticisi Volkswagen ile anlaşma yapılarak Sarayevo’da fabrika açıldı. Halen bugün de Boşnakların en çok kullandığı araba Golf, Polo vb. Silah fabrikası, Zenica’daki demir-çelik maden ocakları ve sanayisi, Kakanj’da kömür ocakları ve sanayi, Mostar’da alüminyum ocakları ve sanayisi, uçak fabrikası vb. Aklınıza gelebilecek her türlü endüstri ve sanayi mevcuttu. Askeri sanayi en güçlüydü, soğuk savaş nedeniyle Sovyetlerin işgalci politikasına karşı Yugoslavya’nın ve Komünist Partinin ömür boyu Lideri Tito önlemini her ihtimale karşı aldı.



Böylece Yugoslavya kendi tankını, uçağını, gemilerini, kalaşnikoflarını, açıkçası her şeyini üretiyordu. Bu yüzden 1980 yılında 8 milyon askeri gücü çıkarabilen Yugoslavya, Komünizme karşı sürekli önlem almaya çalışan Avrupa’yı tehdit ediyordu. İşsizlik o dönemlerde yabancı bir terimdi bizim büyüklerimiz için. Herkesin işi-gücü vardı diyorlar. Evi olmayana ev veriliyordu. Yazın herkes tatile gider. Avrupa’ya ve dünyanın bir çok ülkesine vize yoktu, gerçi bugün de yok ama imkanlar değişti. Yugoslavya turistleri her yerde seviliyordu diye anlatırlar. Artık savaş öncesi gibi güçlü bir endüstri ve sanayi yok. %80 tamamen yıkıldı. İşsizlik %25’lerde dolaşıyor. 1 milyondan fazla insan evini kaybetti. Bütün bu kötü şartlara rağmen Boşnaklar ümidini yitirmiyor, nihayetinde savaşı gördük, daha kötüsü olamaz. Yavaş da olsa ülke kalkınıyor. Enerji, Telekom ve su kaynakları şu anda en güçlü sektör olarak büyümeye devam ediyor. Tarımcılık henüz yeteri kadar toparlanamadı. İşsizlik sebebiyle çok sayıda vatandaşımız Avrupa’ya sezonluk işçi olarak gidiyor, bu şekilde birçok aile geçinimini sağlıyor.

Din konusuna değinirsek, o dönemlerde tamamen yasaktı kendinizi dinen ilgili ifade etmek. Devlet ve Parti görevlilerine ve üyelerine özellikle yasaktı. İdeolojiye karşı çıkabilecek ve onu zayıflatacak her şey yasaktı. Özle istediğiniz gibi her şey söyleyemezdiniz, aksi takdirde cezası büyüktü. Goli Otok olarak bilnen Hırvatistan’ın Adriyatik’teki 1244 adalarından biri, çıplak ada manasına gelen bu hapishanede 2 milyondan fazla kişi geçti. Tito sert bir rejim kurmuştu, istihbarat servisi her şeyi ve herkesi takip ediyordu. O hapishaneye Tito’nun adı geçtiği fıkrayı anlatan bile giden oldu diyorlar. Bir Müslüman olarak siz de Komünizme karşı çıkan ideolojiye sahip oluyordunuz, Parti Başkanı „Tanrıdır” denildiği yerde sizin yeriniz olamazdı. Bu sebepten çok sayıda Boşnak, 1960’lardan özelikle, ülkeyi terk etti. 1980’lere gelindiğinde Bosna’da çok az sayıda Müslüman kaldı, adeta Komünizmin ideolojisinde yetiştirildiler. Savaş sebebiyle birçoğumuz dine tekrardan, kimimiz de ilk defa, sarıldık. Bizim anne babalarımız dinden uzak büyüdüler. Bugün Bosna’da halen çocuklar anne babalarına dini öğretiyorlar. Bugün Bosna’da din, dil, millet ve fikir özgürlüğü var. Bunlar paradan daha değerli. Özgürlük her şeye bedel değil mi zaten.

“Büyük Allaha yemin ederiz, köle olmayacağız!”
 
Aliya İzzetbegoviç sizin için ne ifade ediyor?

Rahmetli Aliya İzzetbegoviç, Bosna-Hersek’in ilk Cumhurbaşkanıdır. Öncesinde yaşadığı sade ve mütevazi hayatını sonrasında da devam ettirdi. Savaş adamı değildi, o hak ve hukukun adamıydı. Kalemi severdi, kitapları da bir o kadar. Zorunda kalındığında boyun eğmesini bilirdi, ama yumruğunu da masaya hep yerinde vururdu. Açık ve net konuşan bir insandı. Az ve öz konuşurdu, ama sanırım sözleri Bosna’daki dağları bile aşıyor. Kalbinin hitabı ve sıcaklığı onu lider kıldı. Aliya İzzetbegoviç hiç pes etmedi, vazgeçmedi ve davasından geri dönmedi. Ban göre daha iyi bir lider o kritik dönemlerde bu ülkenin başına geçemezdi. Bugün de hala Bosna’nın böyle bir lidere ihtiyacı var. Aslında dünyanın Aliya gibi liderlere ihtiyacı var. Aliya’yı herkes sevmiyor olabilir, sevmek zorunda da değil. O da her insan gibi hataları olan bir kişi. Zor bir dönemde liderlik yaptı. İstemediği ve onca uğraşlara rağmen kaçınmak istediği savaşta komutan oldu. Hep halkını düşündü ve biran önce barışı talep ediyordu. Sivillerin, çocukların ölmesini durdurmak onun derdiydi. Özellikle Srebrenitsa katliamını müsaade eden dünya, daha nelere müsaade eder korkusuyla, barışı bir an önce istiyordu. Halen kulaklarımda 1991 14 Ekim Bosna-Hersek Meclisinde söylediği o meşhur sözü duyar gibiyim. “Büyük Allaha yemin ederiz, köle olmayacağız!” Hayatta unutmadığınız ve hiçbir zaman da unutmayacağınız insanlar vardır, Aliya benim için bunlardan birisidir.



Günümüzde Türkiye ile Bosna arasındaki ilişkiler nasıl? Yeterli mi? Neler yapılması gerekiyor sizce?

Bildiğiniz gibi 1463’te bu iki ülkenin dostluğu başlıyor, daha öncesinde de başlıyor aslında, Boşnak Kralları ve Osmanlı Sultanları birbirleriyle birçok anlaşma yaptılar. 1878 yılında Avusturya-Macaristan’ın işgalinden itibaren ikili ilişkiler zayıflamaya başlıyor. Balkan savaşları bu ilişkiye noktayı koydu. Osmanlı’nın Balkanlardan tamamen çekilmesi İstanbul’u Sarayevo’dan uzaklaştırdı. Arada iki dünya harbi var. Özellikle İkinci Dünya Harbinden sonra Yugoslavya’nın Federal Ülkesi olarak Bosna-Hersek Devlet olsa da dış ilişkileri yoktu. Yugoslavya Türkiye arasındaki ilişkiler esnasında bu topraklar söz konusu bile değildi. Bir nevi Bosna, Türkiye’de unutturulmuştu. 1992 yılında Bosna savaşı olmasaydı Bosna’yı acaba kimse hatırlar mıydı tarih kitapları dışında. Yugoslavya’nın hedefi aslında sessizce Boşnakları ortadan kaldırmaktı, iş savaşa dönüşünce olaylar değişti. Bu vesile ile sadece Türkiye değil tüm dünya Bosna’yı duydu. Herkes Bosna’da Müslümanların olduğunu öğrendi. 400 yıl önce yapılan camilerden ezan sesleri tekrardan Mekke’ye kadar duyuldu. Nihayetinde iki ülke tekrardan buluştu. Kardeş Müslümanlar Boşnaklar, Tükler, Araplar yine birbirleriyle buluştular. İslam dünyasından savaşın haberini alan Müslümanlar savaşta destek vermek için Bosna’ya geldiler. Bu vesile ile hayatını riske atan ve şehid düşen Türk kardeşlerimden Allah razı olsun. İHH Bosna savaşında İnsani Yardım Vakfı olarak kuruldu ve halen Bosna’ya yardım ediyorlar. Türkiye Başbakanlığa bağlı olan TİKA savaş esnasında yıkılmış olan birçok tarihi eseri restore etmede büyük destek veriyor. Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’deki iş adamlarını Bosna’da yatırım konusunda teşvik ediyor. Birçok konuda Türkiye’den Bosna’ya destek geliyor. Daha fazlası da olacak inşallah. Siyasi alanda Boşnakların Türkiye’nin desteğine ihtiyacı var hem NATO ülkesi olarak hem de Avrupa ülkesi olarak Türkiye’nin rolü büyük. AB’ye giriş süreci içindeyiz, büyük değişimlerin yaşandığı dönemden geçiyoruz, ekonominin canlanma sürecine tecrübe sahibi ülke olarak bize her alanda destek vermelidir.

Son olarak Bosna’ya neden Avrupa’nın Kudüs’ü deniliyor? Bosna’nın doğal güzellikleri ve kültürel özellikleri hakkında ne söylemek istersiniz?

Bosna’da asırlardır üç dinin, üç milletin beraber yaşaması sonucunda Sarajevo Avrupalılar tarafından Kudüs’e benzetilmiştir. Araplar ise Sarayevo’ya Batının Şam’ı demişler. Bosna’nın bulunduğu coğrafi konum itibariyle adeta Dörtyol ağzı gibi, bir köprü gibi Doğu’yu ve Batı’yı birleştiriyor. Bu buluşma aynı zamanda çarpışmalara da sebep olmuştur. Gerçekten de sık sık savaşların yaşandığı bu coğrafya Filistin’e bu konuda çok benziyor. Orada da olduğu gibi burada da birileri bu durumda Sırplar ve Hırvatlar bu bölgenin onların haklı olduğunu savunuyor. Asıl bu bölgede bildik bileli asırlar boyu yaşayan Boşnaklar sürekli eziliyorlar. Farklı kültürler ve milletler bu coğrafyanın daima bir parçası olmuşlardır.

Bosna tam anlamıyla Arapların bu ülkeyi ziyaret etiğinde de söylediği gibi tam bir cennet ülkesi. Güzel yeşil doğası, çok sayıdaki su kaynakları ve nehirleri, yaz mevsimi boyunca bile beyaza bürünmüş dağları, küçük kasabaları, şirin kaleleriyle, her dönemin izini taşıyan yapıları ve eserleriyle dünyanın her köşesinden gelen insan muhakkak kendinden bir şeyler bulacaktır. Türkiye’den gelen ziyaretçiler görmeden geçmemeleri gereken üç şehir var. Sarajevo, Mostar ve Travnik’tir. Ayrıca Boşnakların misafirperverliği Avrupa’da tektir. Her zaman güler yüzlü ve hoşgörü ile karşılanır herkes. Yemeklerimiz herkesin damak tadına uyar. Kahvemizin hatırı bir başkadır. Herkes daima hoş gelmiştir.

1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

duyurular DUYURULAR
editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
hava durumu HAVA DURUMU
anket ANKET

e-gazete E-GAZETE
arşiv HABER ARŞİVİ
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat

İstanbul'dan Dünya'ya Tarih'in İzinde