Tarih 9 Ağustos 2024 Cuma, İstanbul Havalimanı’nda başlayan Muhteşem Balkan Turumuzun ilk günü…
İlk olarak Kosova’nın başkenti olan Priştina’daki havalimanına vardık. Henüz birbirini tanımayan grubumuz valiz bandının yanında toplandı. İlk görüş, ilk aşinalık sağlanmış oldu. Herkes toplandığında Kıble Tur temsilcisi ve organizatörümüz Abdullah Çelik Bey’in yönlendirmesiyle Muhteşem Balkan Turumuz boyunca hizmetimize sunulacak olan gezi otobüsümüze geçtik. İlk durağımız Kosova’da şehit düşen ecdadımız Sultan Murad Hüdavendigar’ın türbesi oldu. Buraya gelmeden önce, gezi boyunca da olacağı gibi bizi ziyaretimize hazırlayan bilgi paylaşımları İstanbul Tarih ve Kültür Derneği’nin Başkanı Rehberimiz İbrahim Akkurt Beyefendi tarafından gerçekleştirildi. Türbeye vardığımızda katılımcılardan büyük bir nezaketle müsaade istenerek gerçekleştirilen Kur’an tilavetinin ardından bizi kapıda türbeye türbedarlık yapan ailenin nur yüzlü ferdi, Saniye Türbedar Hanımefendi karşıladılar. Bizleri nezaket ve güler yüzle karşılayan hanımefendinin bizlerden bir isteği vardı: ecdadın emanet bıraktığı toprakların yetim/öksüz bırakılmaması.
Sonraki adresimiz hala küçük bir Türk şehri olma özelliğini kaybetmeyen Prizren idi. Prizren, meydanında Sinan Paşa Camii, hatta Maraş dondurmacısı bulabileceğiniz, sokaklarında nurdan sular akan birbirinden hoş çeşmeleriyle küçük bir Osmanlı şehri adeta... Yerel rehber eşliğinde tamamlanan şehir turu sonrasında yine meydana üç dakika mesafedeki otelimize geçip odalarımıza yerleştik.
Önceden sözleştiğimiz gibi şehrin manzarasını günbatımında seyreylemek için katılmak isteyenlerle şehrin kalesine çıktık. Sokakları arnavut taşlarıyla döşeli bu şirin şehrin kalesine çıkmamız on bilemediniz on beş dakika kadar sürdü. Şimdiden söylemeliyim ki bu süre grubumuzun dinamizmini de anlatmaktaymış. Gelelim Prizren Kalesi'ne... Muhteşem bir şehir panoramasıydı bizi burada karşılayan... Güneş batarken harikulade ışık oyunları yapıyordu bizlere... Daha sonra otelimize döndük ve dinlenmeye çekildik.
Ertesi gün istikametimiz Kuzey Makedonya'ya idi. Üsküp ve Ohrid... İki harika şehir... Her ne kadar Üsküp içimizi hikayesiyle burksa da, rehberimizin detaylı anlatımıyla oldukça keyifliydi. Bilhassa Üsküp Meydanı'nda bulunan Büyük İskender, babası II. Filip ve annesi Olimpia'nın devasa heykelleri görülmeye değerdi. Şehri ikiye ayıran Vardar Nehri üzerinde bulunan tarihi köprüler de görülmeye, üzerinde fotoğraf çektirmeye değer yerlerdendi. Bu köprüler üzerinde roman çalgıcılara rast gelmeniz, çaldıkları müziğin ritmine kendinizi kaptırmanız, pek tabii mümkün... Üsküp şehir turumuzun ardından Üsküp Merkezi'ndeki otelimize geçip dinlendik. Unutmadan Üsküp de, hala sokaklarında çeşmeler çağlayan bir Osmanlı Şehri... Otelimize geldikten sonra o lezzetli sularından içebilmek için boş su şişelerimizi doldurmak üzere çeşmenin bulunduğu meydana tekrar uğradık; ancak sularına kanamadık.
Üsküp'ten çıktık yola ve uğradık Kalkandelen'de bulunan Harabati Baba Tekkesi'ne... Harabati Baba Tekkesi'nin hikayesini duymuşsunuzdur: Bir Osmanlı sadrazamı olan ve Kanuni Sultan Süleyman’ın kayınbiraderi Server Ali Paşa'nın tekkeye çekilmesi ve burada bulunan tekkede postnişinlik yapması üzerine yıllar içinde tekkenin ismi onunla anılır olmuş. Bizi burada Tetovalı Cemali Bey karşıladı. Balkanlardaki insanlarımıza has türkçesiyle bize tekkenin tarihini ve bugününü anlattı. Yer yer gülümseten aile hikayeleriyle de zenginleştirdiği anlatımı sonrasında tekkeyi gezebilmemiz için bizlere serbest bir zaman tanındı. Bu sayede Balkanlardaki savaşlar sırasında yakılan, yıkılan tekkenin son halini ve sahip çıkıldıktan sonra değişen çehresini kendi gözlerimizle görebilme imkânı yakalamış olduk.
Buradan sonraki durağımız Alaca Camii… Ah… Tam da hikayesine uygun olarak, gelinlik çağına gelmiş iki hanımefendinin çeyiz paralarıyla süsleyecekleri türden kalem işleriyle bütün duvarları bezenmiş bir camii... Her ne kadar Tarihçi Rehberimiz İbrahim Bey, hikâyenin belgelerle kanıtlanamadığını söyleyerek bir parça hayallerimizi kırmış olsa da camiinin bahçesinde kabri bulunan Mensure ve Hurşide Hanımların mezar taşları bizi duyduğumuz hikâyeye tekrar inandırdı. Doğrusunu Allah bilir. Alaca Camii'ndeki serbest zamanımızı fotoğraf çekilerek, kendimize anılar biriktirerek harcadıktan sonra yönümüzü Ohrid'e çevirdik.
Sabah kahvaltıdan sonra Ohrid Gölü'ndeki tekne turu muhteşemdi. Kıyıdaki iki gezi teknesini de neredeyse kendi ekibimizle doldurmuştuk. Hafif esintili havası, elinizi uzattığınızda sizi serinleten buz gibi suyu ve teknenin ucunda ziyadesiyle fotografik karelere imkân sunan köşesiyle pek keyif aldık doğrusu...
Gezinin bu kısmı isteğe bağlı olduğundan katılmanız ve keyfini çıkarmanız yerinde bir karar olacaktır. Ohrid'teki şehir turumuzun ardından bize ayrılan serbest zaman diliminde önceden bahsedilen orjinal Ohrid İncileri'nin satıldığı iki kardeşin dükkanında aldık soluğu. Kendimize, eşimize, dostumuza aldığımız hediyeliklerden sonra harikulade dondurması olan İtalyan Dondurmacısına yöneldik. Fıstıklı dondurmasını tatmadan Ohrid'den ayrılmayın derim. Serbest dolaşmaya ayrılan zamanın dolmasıyla gezi otobüsümüze doluştuk ve yarınki tekne turumuzun hayaliyle otelimize, dinlenmeye geçtik.
Ohrid'deki tekne turumuz sayesinde Ohrid gölü kenarında inşa olunan bu şehrin tarihi dokusunu seyretme imkânı bulduk. Bu sıcak yaz gününde temiz havası, esintisi ile güne muhteşem başladık. Tabii tekne turu boyunca dinleme imkânı bulduğumuz yöresel müzikler de cabası...
Tekne turu sonrasında şehirde kısa bir serbest zaman sonrasında otobüsümüze döndük ve gezinin en uzun otobüs yolculuğuna başladık. Bu uzun yol boyunca geçtiğimiz yerlere dair özellikle yakın tarihe dair bilgilendirmeleri Abdullah Bey, tarihi eserlerle ilgili bilgilendirmeleri İbrahim Bey ve şimdiye kadar adını zikretmediğim fakat gezi boyunca nezaketiyle herkesin yardımına koşan, sırası geldikçe Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinden geçtiğimiz yerlerle ilgili alıntıları bizlerle paylaşan İstanbul Tarih ve Kültür Derneği Başkan Yardımcısı Mesud Bey gerçekleştirdiler. Bu otobüs serüveninin, ülke sınır geçişlerinde önceden alınan pratik tedbirler sebebiyle ziyadesiyle konforlu bir yolculuk olduğunu söyleyebilirim. Nihayetinde İşkodra'da küçük bir kale turu sonrasında Karadağ'daki otelimize dinlenmeye geçtik.
Beşinci günde aklımda kalan tek yer Kotor Şehri... Eski bir Ceneviz kale şehri olmasının yanında asıl ilginç bulduğum kısmı şehirde hala birilerinin yaşıyor olması. Yan yana ancak dört insanın omuz omuza yürüyebileceği genişlikteki sokakları, küçük dükkanlar nedeniyle kimi zaman bir gidiş, bir de dönüş olmak üzere ancak yolun akışına izin veren darlığa düşüyordu. Kalede Fransa Kralı Napolyon'un sürgün günlerinde konaklağı bir minik sarayın yanısıra zamanında suçluların bağlandığı, geçen halkın bu insanlara kendi cezalarını uyguladıkları bir de "Utanç Sütunu" bulunuyordu. Kalenin burçlarında namaz kılma imkânı bulabilmemiz ise bizim için paha biçilemezdi.
Kotor'daki turumuzun ardından Mostar'daki otelimize yerleştik. Ancak günü henüz bitirmedik. Mostar Köprüsüne yakın bir otelde konakladığımız için gecemizi Mostar'ın akşam güzelliğini görmeden sonlandıramazdık. Mostar o akşam bir başka güzeldi. Ay ışığında şehirden Mostar Köprüsünü, Mostar’dan şehri seyreyledik, birbirinden güzel hatıra fotoğrafları çektirdik.
Sabah kahvaltı sonrasında Mostar Köprüsü'ne doğru yola çıktık. Burası Bosna Savaşı'nın, aslında Bosnalıların uğradığı soykırımın sembol noktalarından biriydi. Her adımda yüreğimizdeki yarayı, Bosnalı kardeşlerimizin acılarını derinden hissettik. Tıpkı Saraybosna'da olduğu gibi... Mostar'dan Saraybosna'ya giderken yol üzerindeki Blagaj Tekkesi diğer ismiyle Alperenler Tekkesi'ni de ziyaret etmeden olmazdı. Burası Buna Nehri kıyısında, tarihi Türk Evi yapısının tüm özelliklerini taşıyan, Anadolu'dan gelen dervişler tarafından kurulmuş bir Bektaşi Tekkesi'ymiş. Şimdilerde Nakşibendi tarikatına ait olan bu tekke iki katlı, üst katının duvarında silsilename bulunan pek ferah bir yer. İçimden "Şurada kalsam, bir güzel itikafa girsem, nasıl güzel olurdu" diye geçirdim doğrusu... Rüya gibi bir mekân...
Bir rüyadan bir diğerine yol aldık.
Saraybosna'ya vasıl olduk. "Bilge Kral", Aliya İzetbegovic'in hatırası ve anıt mezarının bulunduğu "Saray şehri"... Saraybosna'nın anlatılacak ne çok yeri var. Her birini layıkıyla anlatabileceğimi zannetmiyorum. Buna rağmen sizlere her yerinden bahsetmek istiyorum. Ayak bastığımız, yöneldiğimiz ilk yer; Aliya'nın anıt mezarıydı. Bilge Kral Aliya İzetbegovic'in anıt mezarına çıkarken grubumuzun dinamizmi zirve yapmıştı.
İbrahim Bey'in gezi sırasında şöyle dediğini anımsıyorum: "Eskiden büyüklerimiz derlermiş ki; bir şehre gidildiğinde destur almak üzere ilk olarak o şehrin manevi büyüğü ziyaret edilir." Biz de bu hüzünlü şehrin manevi büyüğüne ziyarete gittik ilk olarak. Burası şehre hâkim bir tepede...
Biraz üzerinde bulunan ve tırmanırken nefesimizi kesen yokuştan sonra ulaştığımız "Sarı tabyadan” hem şehri panoramik bir pencereden izledik, hem de rehberimiz İbrahim Bey'den şehre dair bilgiler edindik. Az önce kapısından geçtiğimiz şehit mezarlığının bu kez içerisine girdik ve şehitlerimize Yasin-i Şerif okuyup gönderdik.
Öğrendiğimize göre Bosna Savaşı'ndan sonra şehirdeki mezarlıklarda yer kalmadığı için şehrin parkları şehit mezarlığına çevrilmiş. Burası göz alabildiğince büyük bir şehitlikti. Hürmetle buradan ayrıldık.
Şehir turumuz İbrahim Bey'in rehberliğiyle devam etti. Eski belediye binası, şimdilerde kütüphane olarak kullanılıyormuş. Başçarşı'nın meydanındaki su sebili nasıl anlatmalı bilmem ki. O ne zarafet, o ne tarihi duruş, o ne güzellik... Sebilin kitabesinde Şeyh Galib’in şu beyitinin yazdığını okumuştum:
"Ah minel aşk ve halatihi
Ahraka kalbi bi hararatihi."
Daha meydandaki güzelim Gazi Hüsrev Bey Camii'nden, Başçarşı'nın renkli sokaklarından, ne bileyim Saraybosna'daki Osmanlı yadigarı Hünkâr Camii'nden, kahvesinden, kendine özgü kahve takımlarının güzelliğinden bahsedemedim bile... Yine de önemine binaen şunu eklemeliyim ki; Saraybosna aynı zamanda Birinci Cihan Harbi’ni başlattığı söylenen suikastın da ev sahibi. Bu olayın yaşandığı noktaya öneminden ötürü bir de tarih düşülmüş.
Saraybosna gezimizde beni derinden etkileyen kısım Bosna Savaşı hatıralarıydı; Bosna Savaşı'ndaki elim hadiselerden biri "Pazar yeri katliamı"... Bu katliamın yapıldığı yerdeki izler silinmiş şimdilerde. Derin üzüntüyü ve direnişi hissettiğim diğer yer ise; Savaş sırasında, kuşatma altındayken dış dünya ile bağlantı kurabilmek, çeşitli ihtiyaçları karşılamak adına açılan "Umut Tüneli" ziyaretiydi. Burası Butmir bölgesinde korkudan hiç kimsenin cesaret edemediği ancak Kolar ailesinin ve anne Şida Kolar'ın izniyle kendi evlerinin altında açılmasına müsaade ettiği, havalimanına yakınlığıyla stratejik bir noktada... Tünelin müzeleştirilen kısmında tarihi adımlamamızdan sonra savaşta birçok cephede komutanlık yapmış olan Harun Hociç Beyefendinin katkılarıyla bir sunum izledik. Düşmanın zalimliğine burada Saraybosna'da, Kıbrıs'taki gibi, şimdilerde Filistin'deki gibi şahit olduk, acılarını yüreğimizde hissettik, gözyaşlarımızla sırladık. Bu güzel ülkeye veda ettik.
Umarım sizler de bu geziye katılma imkânı bulur, bizim kadar keyifli zaman geçirirsiniz.
Hoşçakalın.
Selamet bulun dilerim.