Ünlü şair Yahya Kemal’in ;
"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer."
diye nitelendirdiği rüyalar şehri İstanbul’un Vefa semtine düşüyor yolumuz… İstanbul’un Fatih ilçesinde, Bozdoğan Kemeri’nin yukarısında, sessizce uykuya çekilmiş sanki… Oysa bir zamanların en görkemli semtlerindendi burası. Bizans’tan Osmanlı’ya uzanan asırlık bir tarihin şahidi.
Semtin hemen girişinde bulunan Ebu’l Vefa Hazretleri karşılıyor bizi. Selam veriyoruz "edeble"…
Koskoca bir semte ismini veren "Büyük Evliya" derler O’nun için… Karıştırmaya başlıyoruz tarihin tozlu sayfalarını. Bizler de tanışalım seninle "Koca Şeyh" !
Konevî diye bahsediyor kitaplar O’ndan. Konya’ya mensup. Tahsiline ve irşâd görevine Konya’da başlıyor. Şeyhine gösterdiği vefa’dan dolayı bu ismin yakıştırıldığı da yazılanlar arasında.
Fatih Sultan Mehmed’in büyük saygı duyduğu bir velî. Padişah; fetihten sonra İstanbul’a davet ediyor O’nu. Nuruyla taze şehir de aydınlansın; fethin söz konusu şehri "iyiliğe-güzelliğe açmak" düstûru tecellî etsin diye… Bir türlü gelmiyor velî; padişahın ayağına kadar gidip, eli boş dönmesine aldırmadan. Gönlü gelmek taraftarı ama elbet vardır bu işin hayırlı bir yanı. Ne diyordu hikmetini soranlara: "Benim de ona meylim vardır. O’nu görme arzum en az O’nunki kadardır lâkin birbirimizi görürsek ayrılmak istemeyeceğiz. Oysa O; milletin işlerini üzerine almıştır, biz ise dünya düzenini korumak için görevliyiz. Bu bir imtihandır, yangındır, hasrettir."
Derken bu hasret biter ve Şeyh Vefa İstanbul’a, adını verdiği o tılsımlı semte gelir. Orada kurulan tekkesinde irşâda başlar. Bir anda dolup taşar etrafı. Âlimler, velîler birikir çevresinde... İlim ve kültür mozaiğinin bir başka tamamlayıcısı olur Türk ruhuna şan veren Ebu’l Vefa Tekkesi… Etrafı da öyle değil midir hem; Eyüp, Vezneciler, Beyazıd…
Eskiden soylular yaşarmış burada; Bizansın, Osmanlının ileri gelenleri…
Şehrin hayatiyet, canlılık dolu bir merkez olduğunu yakın bir çevre içinde üç tane sebil oluşuna bağlıyor Semavî Eyice. "İnsanların kalabalık bir şekilde dolaştıkları yerde ancak sebil yapılır" diyor. Issız yerlerde sebilin işi ne…
İki satır soluklanalım diye Vefa Bozacısı’na uğruyoruz yolumuzun üstündeki... Tarçın kokularını burnumuza çekerken yine dönüyoruz geldiğimiz tozlu sayfalar arasına. Bu sefer Prizren kasabasından 93 Harbi’nde gelen Sadık Amca çıkıyor karşımıza.
Sokak arasında satılmaya başlanan meşhur "boza"sından asırlık dükkanına uzanan serüveni sarıyor bizi. Hep sevilirdi kış meşrubatı boza da hani yapamazlardı Sadık Amca’nınkisi kadar lezzetli… Bir kere o boza yaparken fıçı yerine mermer kullanıyordu. Mermer bozayı serin tutuyor ve kolay kolay da ekşimiyordu. Her taraftan gelirlerdi bozasını içmeye de o çıkmazdı "Vefa" semtinden.
"Vefa" diyordu, "kalmak" diyordu sanki…
Leblebi, tarçın kokuları arasında bitiyor yolculuğumuz…
Büyük Fatih yangınından geriye kalan bu yıkık semte bir kez daha dönüp bakıyoruz. Nereden nereye diye iç geçirmemek elde mi?
Yine de vefa; kişinin gönülle birleşmesi idi bir nevi…
Gönlümüz sende ya tılsımlı semt!
Şimdi Mevlâna sesleniyor sana bizim dilimizden;
"Sen güzelsin; güzelliğe yakışan huy da, vefalı olmaktır! Haydi; güzellik ile vefayı birbiri ile evlendir, onları birbirine nikahla! "
Sen hâlâ çok güzelsin VEFA…
Ayşe PARLAKKILIÇ
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...