Son günlerin hayalleri arasında dervişler de önümüzden geçiyor. Bunlar Pera caddesinde çok meşhur bir tekkeleri olan (otuz iki tarikatın en tanınmışı) Mevlevî dervişleridir. Semavî hayallere dalmış evliyaların nurlu yüzlerini göreceğimi ümit ederek o tekkeye gittim. Fakat büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Meşhur sema bende soğuk bir tiyatro oyunu tesiri uyandırdı. Şüphesiz, dervişler, semahaneye, birbiri arkasına, koyu renk bol bir hırkaya sarınmış, başları önlerinde, kolları saklanmış olarak ve Üsküdar mezarlığının selvilerinin içindeki rüzgârın inlemesine benzeyen ve insana gözü açıkken hayal gördüren barbar, tatlı, yeknesak bir musikî refakatinde girdikleri, cinsiyetleri üzerinde tereddüte düşüren haşmetli ve rehavetli bir hareketle çepeçevre döndükleri, mihrabın önünde ikişer ikişer eğildikleri zaman alâka çekicidirler.
Hırkalarını çıkarıp yere attıkları ve ortaya bembeyaz tennureleriyle çıktıkları, kollarını açıp başlarını vecd içinde devirerek, görünmez bir elle itilmişler gibi, peşpeşe semaya başladıkları, hepsi birden tekkenin ortasında, eş aralıklarla, bir mihverin üstündeki otomatlar gibi, bulundukları yerden uzaklaşmadan, beyaz, hafif, fırıl fırıl, etekleri kabarıp dalgalanmış, gözleri yarı kapalı dönmeye koyuldukları, yere insanüstü bir kuvvetle fırlatılmışlar gibi, hep beraber secde ettikleri ve Allah! diye gürledikleri ve yeniden eğilmeye, birbirlerininin elini öpmeye, semahane dairesinde, parmaklığı sıyırarak, yürümekle raksetmek arası zarif adımlarla devrana başladıkları zaman da güzel bir sahne çıkar ortaya. Fakat o kadar çok seyyahın görüp anlattığı vecid hallerini, kendinden geçmeleri, ifadesi değişmiş yüzleri, ben hiç görmedim. Ancak sanatını tam bir kayıtsızlıkla icra eden pek kıvrak, yorulmak bilmez raksçılar gördüm.
Gülmesini zor tutanları bile gördüm; karşısındaki bir kürsüden eğilmiş bir İngiliz kadınının kendisine bakmasına hiç kızmamış görünen genç bir derviş gördüm; birçoğunu arkadaşlarının elini öpecek yerde gizlice ısırmaya çalışırken, onları da çimdikleyerek kurtulurken yakaladım. Ah! İki yüzlüler! En çok dikkatimi çeken şey, her yaştaki ve her suretteki bu adamlarda bulunan ve bizim salon dansçılarımızın çoğunu imrendirecek bir zarafeti, bir hareket ve tavır inceliğini görmek oldu: bu mutlaka şarklıların vücut yapısına bağlı bir imtiyazdır.
Bunu tekkenin bir hücresine girebildiğim ve âyine hazırlanan bir dervişi yakından gördüğüm bir başka gün daha iyi fark ettim. Derviş sakalsız, uzun boylu, ince ve siması kadına benzeyen genç bir adamdı. Beyaz gömleğini belinin etrafında aynaya bakarak sıkıyordu; bize doğru dönüyor ve tebessüm ediyordu; elleriyle ince belini tutuyordu; çabuk ama zarafetle ve sanatkâr gözüyle kıyafetinin her tarafını, tuvaletini son defa gözden geçiren bir hanım gibi, düzeltiyordu ve arkadan bakınca, o etekle, baloya gitmek için giyinmiş ve aynaya bakan genç güzel bir kıza benziyordu sahiden… Ve bu bir dervişti! Desdemona’nın Othello’ya söylediği gibi “Tuhaf şeyler hakikaten!”
-Edmondo De Amicis, İstanbul (1874), Çeviren; Prof.Dr.Beynun Akyavaş, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1994
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...