Gönül coğrafyamıza Balkanlara seyrüsefer var.
Bir Türk'ün gönlünde nehir varsa Tuna'dır,dağ varsa Balkan'dır.Vakıa Tuna'nın kıyılarından ve Balkan'ın eteklerinden ayrılalı kırk üç sene oluyor.Lakin bilmem uzun asırlar bile o sularla o karlı tepeleri gönlümüzden silebilecek mi? Zanneder misiniz ki bu hasret yalnız Rumeli'nin çocuklarının yüreğindedir?
Evet zihnimizde Üstad Yahya Kemal’in bu güzel satırları yüreğimizdeki heyecan ile birlikte hazırlıklarımızı tamam edip Gönül coğrafyamıza yolculuğumuzun tarihine erişiyor ve 6 Ağustos 2017’de İstanbul Tarih Balkan’ı yeniden fethe çıkıyor…
Balkan Turu 1.Gün: Kosova- Makedonya
Tarihler 6 Ağustos Pazar 2017 olduğunda özlem ile beklediğimiz İstanbul Tarih ve Kültür derneğince planlanmış ve organize edilecek Balkan Turu Gönül Coğrafyamıza yolculuk gezisi için hazırlıklarımızı tamamlayıp sıcak bir İstanbul Sabahı yola revan oluyor ve uçağımızın kalkacağı havalimanına doğru yola koyuluyoruz. Havalimanındaki işlemlerimizi tamamlarken teknik sebeplerden dolayı Makedonya Üsküp uçağının 1 saat süre ile rötar yaptığını bilgisini alıyoruz yetkililerden, aslında bu rötar heyecanımızı biraz olsun yatıştırır diye düşünürken biraz daha çoğalıyor belki de vakit tamam olup uçağa biniyor ve ilk durağımız olacak Üsküp Havalimanına doğru hareket ediyoruz.Üsküp havalimanına indiğimizde bizleri programımızı müşterek olarak yapacağımız ve rehberlik hizmetini üstlenen Emel Travel yetkililerinden Elvir Sadikovic beyefendi karşılıyor Elvir Bey’in Osmanlı topraklarına hoşgeldiniz demesi ile turumuzun adının neden gönül Coğrafyamıza yolculuk olduğunu bir kez daha anlıyor ve idrak ediyoruz.Evet Elvir abi doğru söylüyor bu topraklar hala bizim topraklarımız ne biz buralardan çekilmişiz ve gitmişiz nede bu coğrafyanın insanları bizden kopmuş bu sıcak karşılamanın ardından Balkan turu boyunca şöförlük hizmetini üstlenen ve çok değil kısa sürede tanıyıp kaynaşacağımız Hacı Nevzat Amcanın da yardımları ile eşyalarımızı otobüsümüze yükledikten sonra ilk durağımız olan Şehid Sultan Dedemiz Sultan I.Murad-ı Hüdavendigar Türbesinin yer aldığı Kosova topraklarında bulunan Priştina'ya doğru yola koyuluyoruz.Yol boyunca seyreylediğimiz manzaralar, geçtiğimiz köyler, gördüğünüz tarlalar bu coğrafyanın her hali ile bizden parçalar taşındığını müşahede ediyor ve turumuza da bu vesile ile ısınmaya başlamış oluyoruz.Rehberimiz Elvir abiden öğrendiğimize göre Üsküp Kosova arası 15 km imiş bize biraz garip geliyor tabi havalimanına iniyorsunuz ve 15 km sonra başka bir ülkeye giriş yapıyorsunuz fakat Balkanları belki de biraz da bu hali farklı kılıyor iç içe olmaları.Kosova sınırında pasaport işlemleri için biraz eğleniyor sonrasında yolumuza devam ediyoruz ve nihayet Priştina'ya ulaştığımızda devletimizin yaptığı hizmeti yerinde görüyor yukarıda zikrettiğim ne biz bu topraklardan çekilmişiz ne de buralar bizden kopmuş sözünün somut halini görmüş oluyoruz.
Tika tarafından yapılan ihya çalışmaları neticesinde Dedemiz Şehid Sultan Murad Han'ın türbesinin yenilediğini gelen ziyaretçiler için bilgi amaçlı bir ek bina inşa edildiğini ve müze görevi gördüğünü öğreniyoruz. Görevli arkadaşların vermiş olduğu bilgiler ve müze ziyaretinden sonra Meşhed-i Hüdavendigar’a yani Şehid Sultan I.Murad Han’ın iç organlarının bulunduğu türbesine geçiyoruz burada bizi yıllarca ve nesillerce türbedar hizmetini devam ettiren Orta Asyalı bir aileden olan Saniye teyzemiz karşılıyor Saniye teyzemizin verdiği bilgileri dinlerken konuşması arasında Türkiye'ye yani Devlet-i Ali Osman'a Dedelerinin torunlarına olan hayranlığını sıkça dile getiriyor ve hayır dualarda bulunuyor bizlerde bu manzara karşısında duygularımızı saklayamıyoruz tabi ki, zaten bu toprakları bu hali ile görüp duygulanmamak elde olamasa gerek.Saniye teyzenin verdiği bilgileri kendine has güzel şivesi ile dinledikten sonra dedemiz Şehid Sultan Murad Han’ın türbesini ziyaret ediyor ve Öğle namazını türbe mescidinde eda ettikten sonra yeniden yola koyuluyor ve ikinci durağımız olan Prizren'e doğru yola çıkıyoruz.
Piriştine ve Prizren arası yaklaşık 75 km Prizren bölgenin en ünlü dağlarından Şar dağlarının yamaçlarına yaslanmış ilk görünümü itibariyle küçük bir Saraybosna izlenimi veren üç tarafı dağlarla çevrili olan çok güzel bir şehir. Prizren'e ulaştığımızda burada bizi tüm heybeti ile Sinan Paşa Camii Şerifi karşılıyor Sinan Paşa Camii de yine Tika tarafından ihya edilmiş bir Camii.Grubumuza verilen bir saat serbest zamanın ardından tekrar Akşam namazı için Sinan Paşa camiinde buluşmak üzere sözleşip ayrılıyoruz. Prizren sokakları, taş köprüleri sıcak kanlı ve samimi Kosova halkı bizleri selamlıyor.Serbest vaktimizde Prizren sokaklarında gezerken altmış yaşlarında olan Mehmed Amca ile karşılaşıyor ve kısa bir sohbet imkanı buluyoruz. Mehmed amcanın Türkiyeden geldiğimizi ve Türk olduğumuzu öğrendiğinde yüzü gülüyor ve Türkiye'de olup biteni her zaman yakından takip ettiğini anlatıyor bize. Mehmed Amca'nın yanından ayrılırken bizlere muhabbetle sarılması aslında yıllarca özlemle beklediği bir akrabasına sarılması gibiydi ki bu toprakların yeniden Osmanlı adaletini Muhabbetini beklediğinin de en açık göstergesiydi belki de.Yaşadığımız bu güzel olayda gezimiz sırasında unutamayacağımız anılar arasında yerini alıyor tabii akşam namazını Sinan Paşa Camii Şerifi’nde cemaat ile birlikte eda ettikten sonra kalacağımız otelin yer aldığı Makedonya Üsküp’e doğru yeniden hareket ediyoruz ve yaklaşık 2 saate yakın süren yolculuğun ardından şehre ulaşıyor ve ilk günün yoğunluğunda verdiği zaman kaybından dolayı biraz geç olsa da akşam yemeği için hazırlanan yere geçiyoruz. Hiç huyumuz değildir ama anlatmak maksadı ile biraz bu yemekten bahsetmek gerekir diye düşünüyorum Elvir abiden öğrendiğimiz kadarıyla menümüzde yer alan yemek Makedonya’ya has bir yemek ve buraların en ünlü ve sevilen yemeği imiş şimdi size desem ki önce kuru fasülye ardında da köfte geldi diye tabii biraz şaşırırsınız fakat böyle olmadı biz daha çok şaşırdık çünkü yemeğimiz üstte köfteler ve altında kuru fasülye bulunan küçük güveçler içinde geldi önümüze grubumuzdaki misafirleri pek bilemem ama yemek bana çok fazla geldi hoş Balkan turu boyunca sürekli karşılaşacağımız porsiyonların çok fazla oluşunu da ilk günden görmüş olduk aslında.Yemeğin ardından gelen Balkan tatlısını yerinde yemenin hazzı da başkaydı tabii “Triliçe” belki de ben fazla seviyorum bu tatlıyı ondandır.Yemeğin ardından ilk günün vermiş olduğu yorgunluğumuzla birlikte Vardar Nehrine nazır sakin bir yerde bulunan kalacağımız Otel’e ulaşıyor istirahata çekiliyoruz ve bu vesileyle Gönül Coğrafyamıza yolculuğunuzdaki birinci günümüzü de ardımızda bırakmış oluyoruz.
Balkan Turu 2.Gün: Makedonya
Gönül Coğrafyamıza yolculuğumuzun ikinci gününün sabahına konakladığımız Vardar Nehrine nazır çevresi ağaçlar ile sarılı küçük şirin Otelde uyanıyor ve sabah kahvaltısının ardından Üsküp şehir turu için otelden ayrılıyoruz.Turumuzun sonraki günlerinde bize mihmandarlık edecek Emir Bey de bize katılıyor öncelikle şehir hakkında genel bilgi edinmek amacı ile otobüs ile şehir de panoramik tur yapıyoruz birinci günde olduğu gibi Elvir abinin anlatımıyla şehrin sosyal,siyasi ve genel yapısı hakkında bilgiler ediniyoruz.Panoramik turun ardından otobüsten indiğimizde de şehrin hemen her yerinde her önemli kurum binası yada önemli meydanlarında yer alan Ülkenin tarihinde yer edinmiş şahısların heykelleri bizleri karşılıyor. Rehberimiz Elvir Abi burada dün heykel yoktu bugün var sanırım gece yaptılar ben bir çoğunu bilmem ne zaman ve ne ara yapıyorlar anlamıyorum sözleri ile heykel yapımının ne denli yoğun olduğunu mizansen yaklaşımı ile bizlere aktarıyor.Bu kadar heykel arasında istemesek de bir kaçına değinmek gerekiyor Vardar nehrinin gayri Müslim nüfusunun yoğun olarak yaşadığı tarafta Büyük İskender’i at üzerinde tasvir eden heykel rehberimizden öğrendiğimize göre Avrupa’nın da en büyük heykeliymiş köprüyü geçip biraz ilerlediğinizde ise bu sefer bizi aynı şekilde devasa bir heykel daha karşılıyor öğrendiğimize göre bu heykel de Büyük İskender’in Babası II.Filip'e ait üç katlı olarak tasarlanmış bir heykel bu heykelde en üstte Filip aşağı katlarında ise eşi ve çocuğu olan Büyük İskender tasvir edilmiş asıl bizi ilgilendiren ve benim de en çok dikkatimi çeken nokta bu heykelin Vardar nehrinin diğer yakasında yani Müslüman nüfusun yer aldığı noktaya yapılmış olması bu heykellerin neden bu denli çok yapılıyor olduğunu da bizlere açıklıyor aslında bu durum.Evet Vardar nehrinin bir yakası gayri Müslim, Hıristiyan nüfusunun olduğu diğer yakası ise Türk mahallesi de diyebileceğimiz Arnavut ve Makedon nüfustan oluşan Müslümanlara ait bölge olarak karşımıza çıkıyor aslında özetle grubumuz misafirlerinden Selman Hocamızın tabiri ile nehrin bir yakasında pizza yeniyor ise diğer yakasında sizleri lezzetli Arnavut börekleri karşılıyor unutmadan Türk Müslüman yakasına geçmeden değineceğimiz bir yerde Rahibe Terasa'nın doğduğu yer olan bölge ve beraberindeki klise bu bölgede çok bile kaldık aslında bizim turumuzu yapmaktaki amacımız asıl olanımız bizim olana doğru yol alıyor ve Türk çarşısına giriyoruz burada bizi ilk olarak taş sokaklar tarihi binalar Üsküp Türk çarşısı karşılıyor ve evet diyoruz biz bizim olana ulaştık Elvir Abinin anlatımı ile çarşı hakkında genel bilgiler alıyor ve Murat Paşa Camiine doğru devam ediyoruz.Camii önüne ulaştığımızda ilk dikkatimizi çeken Camii önünde bulunan üç adet çeşme oluyor. Her kesimden ziyaretçilerin sıcak havalarda su içebileceği serinleyebileceği çeşmeler gölgede 40 dereceyi bulan sıcakta bu çeşmelerden su içtiğinizde ecdadımızı tekrar hayır dua ile anıyorsunuz.İkinci günümüzün sonraki durağı olan Kalkandelen'e hareket öncesi grubumuza verilen serbest zamanda çarşı turumuza devam ediyor ve her ne kadar bu bölgede çay bulmak zor olsa da bir Arnavut kardeşimizin börekçi dükkanında özlediğimiz çaya da kavuşuyoruz serbest zamanın ardından Üsküp ile olan beraberliğimize nihayet verip (Tetove) Kalkandelen'e doğru yola koyuluyoruz yaklaşık bir saatlik yolun ardından Kalkandelen'deki ilk durağımız olan Alaca Camii Şerifine ulaşıyoruz.
Alaca Camii yapımını bu bölgeli Kalkandelenli iki kız kardeş Hurşide ve Mensure adlı hanımların üstlendiğini öğreniyoruz Allah (cc) rahmet eylesin. Camii mimari yapısı iç ve dış avlusu iç dekorasyonunda kullanılan renkleri ve işlemeleri ile bizleri kendine hayran bırakıyor.Buralara Kalkandelen'e yolu düşenlerin muhakkak görmesi gereken bir Camii öğle namazını da burada eda ettikten sonra gene aynı yol üzerinde bulunan Kanuni Sultan Süleyman Han’ın vezirlerinde olan Harabati Baba (Server) Ali Paşa tarafından yaptırılan Harabati Baba Tekkesine ulaşıyoruz. Şu anda burada tekke görevlisi olarak vazifede bulunan Cemali Bey'den tekkenin yapımı geçirdiği zor dönemler ve genel tarihçesi hakkında bilgiler alıyoruz kendisinin özverili ve içten anlatımı ve yöreye özgü şivesi, anlatım sırasında üzerimizde ayrı bir etki bırakıyor.Tekke ziyaretimizi tamamlayıp sonraki durağımız olan Resne'ye doğru yolumuza devam ediyoruz yaklaşık bir buçuk saat devam eden yolculukta gördüğümüz tek renk sanırım yeşil oluyor Balkanların bir çok yeri böyle yeşil, bu güzel ahenk insanı tam anlamı ile sarıyor adeta, yolculuğumuzun sonunda nihayet Makedonya’nın en önemli turizm şehirlerinden olan Resne'ye ulaşıyoruz burada İttihat ve Terakki'nin en ünlü üç simasından biri olan Resneli Niyazi'nin evi bizleri karşılıyor ev diyoruz fakat küçük saray aslında buradaki küçük molanın ardından akşam konaklayacağımız otelin bulunduğu yere Ohrid'e doğru yolumuza devam ediyoruz.Ohrid’te akşam yemeğinin ardından şehirde kısa bir akşam turu için zaman buluyoruz şehrin en hareketli caddesinin ilerlemiş saate karşın çok kalabalık olduğunu lokantaların, mağazaların hala açık olduğunu görüyoruz.Serbest zamanın ardından şehirden uzakta Ohri gölüne nazır ormanlık alan içinde bulunan konaklayacağımız otele geçiyor ve ikinci günümüzü de böylelikle tamamlamış oluyoruz.
Balkan Turu 3.Gün: Makedonya- Arnavutluk- Karadağ
İkinci günün sonunda konakladığımız Ohrid Gölü manzaralı Otel'in teras bölümünde yaptığımız sabah kahvaltısının ardından Ohrid şehir turu için yola koyuluyoruz Ohrid'e ulaştığımızda saatlerimiz de henüz dokuz suları fakat sabahın yakıcı güneşi ve sıcak hava hemen kendini hissettiriyor.Ohrid te bizleri şehir turu için rehberlik yapacak Musa bey karşılıyor şehir hakkında genel bilgiler edindikten sonra Ohrid'in bol yokuşlu taş sokaklarında buluyoruz kendimizi. Ohrid’in tarihi evleri ki bu evler bizim Safranbolu ve Odunpazarı evleri ile birebir benzerlik gösteriyor.Evlerin küçük balkonları, balkondaki küçük saksılar da bulunan rengarenk çiçekler, şehrin tarihi sokaklarına ayrı bir renk katıyor.Bu efsunlu sokaklarda ilerlerken bir çoğumuzun hatırlayacağı üzere Elveda Rumeli Dizisinin bir çok bölümünün bu sokaklarda ve aynı sokak üzerinde bulunan bazı evlerde çekildiğini öğreniyoruz rehberimizden.Yolumuza devam ediyor ve Ohrid'in Ayasofya'sı olarak da bilinen tarihi kilisenin önüne ulaşıyoruz.Rehberimiz Musa Beyin kilise hakkında bilgi verirken söylediği bazı cümleler hemen dikkatimi çekiyor, burada yaşayan Hıristiyan nüfus ve tabii yansıması olan rehberlerin ve tarihçilerin gelen insanlara Müslümanların burada bulunan Kiliseleri yıktıklarını ve yerlerine camiiler yaptıklarını anlattıklarını ve insanlarda bu şekilde bir algı oluşturduklarını aktarıyor o an içimden geçen duygular bambaşka tabii Dedemiz Cennet Mekan Sultan Fatih Hazretleri İstanbul fethedilipte şehre girildiğinde ilk önceliği Ayasofya oluyor ve tabii İhyası öyleki bildiğiniz üzere Ayasofya'nin içinde bulunan mozaikler bile kireç marifeti ile kapatılmış ve zarar görmesi engellenmiştir evet çünkü Ceddimiz gittiği topraklara Ilayi Kelimetullah için gidiyor imha değil ihya ve imar ediyordu işte tüm bu gönlümüzden geçenler böyle iken bu anlatılan safsataların ne kadar amaçlı ve bilinçli yapıldığını da bir kez daha anlamış oluyoruz.Bu duygular ile beraber yolumuza kaldığımız yerden devam ediyor Ohrid'in bol yokuşlu taş sokaklarında yürüyüşümüze devam ediyor ve Ohrid kalesine ulaşıyoruz.Burada rehberimiz bizden ayrılıyor. Grubumuz Ohrid Kalesi ve serbest şehir turu için için tekrar şehir meydanında buluşmak üzere ayrılıyor.Biz de bu fırsatı kaleye çıkmanın en iyi zamanı olarak değerlendiriyor ve kaleye doğru birazda hızlı adımlar ile ilerliyoruz Kaleye ulaştığımızda kalenin tüm şehre hakim tepede bulunduğunu görüyoruz ve tabi ki muhteşem bir manzarası olduğunu da, kalan zamanımız da kale surlarında fotoğraflar çektiriyor ve şehrin en güzel yerinden bu manzarayı temaşa etme fırsatı buluyoruz.Bize ayrılan serbest zamanın daralması nedeni ile tekrar geldiğimiz yokuşlu taş yollardan hızlı adımlar ile kararlaştırılan Ohrid şehir meydanında toplanıyor ve Otobüsümüz ile Arnavutluk'a doğru yolumuza devam ediyoruz.Yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuğun ardından Tiran'a ulaşıyoruz ve otobüs ile kısa bir şehir turunun ardından Ethem Bey camii Şerifine geçiyoruz öğle namazını burada kıldıktan sonra Camii çıkışında hemen Camii önünde bulunan İskender Bey Meydanı ve bu meydanda bulunan İskender Bey’e ait heykeli görüyoruz.Arnavutluk’a fazla zaman ayıramasak da İskender Bey’e bilgi amaçlı biraz değinmek gerekir diye düşünüyorum Arnavutların ulusal kahramanı olarak bilinen asıl adı Gergi olan İskender Bey Arnavutluğun feodal hanedanlıklarından Kastriyota hanedanındandır.
Babası Arnavutluk topraklarındaki Akçahisar bölgesini denetimi altında tutan Con Kastrioti, 1421 yılında Sultan II.Murad Han’a yenildikten sonra Osmanlı egemenliğini kabul eder ve oğlu Georgi'yi Osmanlı sarayına rehin olarak gönderir Edirne'de II. Murad'ın hizmetinde bir iç oğlanı eğitimi gören Georgi Müslüman olur ve İskender adını alır. Osmanlı sarayına alındığı zaman 18 -19 yaşlarında olan İskender Osmanlıda önemli askerî hizmetlerde bulunur Anadolu ve Rumeli seferlerine katılır ancak 1443 yılında Morava Muharebesi sırasında kaçıp sancak beyi olduğunu ilan eder ve sahte bir fermanla Kruja kalesini ele geçirir. Bölgede hatırı sayılır sayıda kale ve geniş toprak sahibi olduktan sonra İskender Bey, İslamiyet'i reddettiğini ve ailesi ile ülkesinin intikamını almak için başkaldırdığını ilan ede.Ayaklanmanın sembolü olarak da üzerinde çift başlı kartal olan kızıl bayrak seçilir ve 1468'de ölümüne kadar Osmanlı Devleti'nin Arnavutlukta yerleşmesine karşı mücadele eder işte İskender Bey yani namı diğer Gergi İslamiyet ile şereflenme lütfuna erişmiş fakat bu lütfun hakkına erememiş bir zat.Tiran Osmanlı Devleti tarafından kurulmuş ve yüzlerce yıl Osmanlı himayesi altında kalmış bir şehir. 1912 yılında Osmanlı egemenliğinden çıkan Tiran, Sırp ordusu tarafından işgal edilmiş. 1920 yılında ise ülke bağımsızlığını kazanmış ve Tiran ülkenin başkenti olmuş. Bu kısa bilgilerin ardından Tiran şehir turuna kaldığımız yerden devam ediyoruz. Tiran'da bütün bakanlıklar ve Cumhurbaşkanlığı binası genişliği ile hemen dikkatleri çeken aynı cadde üzerinde bulunuyor.Programımız gereği Tiran ile birlikteliğimize son veriyor ve ziyaretimizi tamamlayıp Işkodra’ya doğru yola devam ediyoruz İşkodra'ya ulaştığımızda bizi müstahkem İşkodra kalesi karşılıyor.Tabii biz artık kale konusunda antrenmanlıyız biz bu Kaleye’de çıkarız desek de uzun bir uğraşın ardından kaleye çıkabiliyoruz aslında.Çıkması zor fakat kaleden inmesi de bir hayli meşakkatli çünkü zeminde yer alan taşlar kaygan olduğu için Kale inişinde yere kapaklanmamak için de ayrı bir çaba sarf etmek gerekiyor.Fakat kalenin zirvesine ulaşıp muhteşem İşkodra manzarası ile birleşen Bojana nehri bizleri neden bu denli zahmete katlanıp zirveye kadar çıktığımızın nedenini tüm güzelliği ile açıklıyor.Kalenin zirvesinde insan kendini kuş gibi hissediyor tüm şehrin ayakları altında olduğunu görüyor.Kale surlarında eşsiz manzara eşliğinde fotoğraflar çekiliyor ve gezimizin bu anını da fotoğraflar ile kalıcı hale getirmiş oluyoruz.İşkodra'yi ve Bojana nehrinin bu güzel manzarasını temaşa ettikten sonra Karadağ Tuzi şehrine doğru tekrar yola koyuluyoruz.Tuzi şehri Arnavutluk sınırı yakınlarında İşkodra Gölü'nün birkaç kilometre kuzeyinde yer alan bir şehir.Tuzi’ye gidiş sebebimiz aslen Nizam Camii Şerifi ve Camii içinde bulunan haziredeki Osmanlı Tuzi şehitliği. Sultan Fatih'in Karadağ'ı fethi sırasında şehit olan askerlerin ve daha sonraki yıllarda ise o bölgede yaşamını yitiren Osmanlı askerlerinin defnedildiği, son olarak da Balkan Harbi sırasında salgın hastalıktan dolayı şehit olan 400 askerin toprağa verildiği Tuzi şehitliği kaybolma tehlikesi içindeyken yine Devletimiz eliyle Tika’nın ihya çalışmları neticesinde ayağa kaldırılmış. Tuzi Şehitliği Ecdadımızın yüz yıllar boyunca ebedi istihratgah’ı olan bir şehitlik. İşkodra'dan çıktıktan kısa bir süre sonra Tuzi’ye ulaşıyoruz akşam konaklayacağımız Karadağ’ın başkenti Podgorica’daki otelimize varış saatimiz için belirlenen sürede daralmış oluyor, tabii biz yinede Sultan Fatih’in şehid askerleri, ecdadımızı ziyaret için çaba gösteriyoruz fakat Camii’nin yeri konusunda yaşadığımız sıkıntı ve çevre sakinlerinin de bu konuda yetersiz kalmaları nedeniyle mecburen Tuzi Şehitliğini bir sonraki Balkan Turumuz için aklımızın ve gönlümüzün bir köşesinde nakşediyoruz ve bölgede bulunan bir Camii de ikindi namazını kıldıktan sonra Podgorica'da bulunan Otel’e doğru tekrar yola koyuluyoruz Otele ulaştıktan sonra akşam yemeğinin ardından Balkan turumuzdaki 3. günümüzde güzel hatıraları ile birlikte sona ermiş oluyor.
Balkan Turu 4.Gün: Karadağ
Gönül Coğrafyamıza yolculuğumuza Karadağ Podgorica'da konakladığımız Otel'de yaptığımız kahvaltı sonrası devam ediyoruz.Şimdiki ilk durağımız Bar şehri rehberimizden de edindiğimiz bilgilere göre Bar şehri bölgenin en güzel şehirlerinden biri. Bar şehrine doğru devam ederken yol boyunca ilk dikkatimizi çeken durum Balkanların genel coğrafi özelliği olan sarp dağlar ve virajlı yollar ama yeşil buraların en güzel yanı baktığınız her yer yeşil bu durum insanı dinlendiriyor tabiki.Yolumuz üzerinde olan küçük tatil köyü Sutomore'den geçerken yol üzerinde elinde sobe yazılı tabelalar taşıyan kişileri görüyoruz rehberimize bu kelimenin ne anlama geldiğini sorduğumuzda Emir ağabey daha önce yaşadığı komik bir olayı bizlerle paylaşıyor Türkiye’den gelen gruplardan biri ile bu kasabadan geçerken gruptaki amcalardan biri yazıyı fark eder ve Emir abiye sorar Oğlum yaz günü bu insanlar neden soba satmaya çalışıyor diye, gülüyoruz tabii güzel ülkemin güzel insanları her yerde olduğu gibi buralarda da güzel anılar bırakmışlar.Bu arada sobe kelimesinin de kiralık oda anlamına geldiğini öğreniyoruz.Adriyatik Denizi kıyısında yer alan Bar şehrinin tam karşında İtalya’nın Bari şehrinin bulunduğunu ve eski dönem isminin ise Antibarium olduğunu öğreniyoruz. Bar şehrine girdikten sonra ilk durağımız bu bölgede yaşayan hayırsever bir şahsı muhterem'in verdiği arazi üzerine Turkiye'nin verdirdiği destek ile inşa edilen Selimiye Camii oluyor.Yeni inşa edilen bu camii iç yapısı ile kendine hayran bırakıyor bizleri.Ziyaretimiz sonrası Eski Şehir Bar'a doğru devam ediyoruz.Eski Bar şehri taş ve yokuşlu sokakları ile bizleri karşılıyor dar sokaklarda adım adım yukarıya Ömerbasic Camiine doğru ilerliyoruz yol boyunca yolun her iki yanında da hediyelik eşya satan dükkanları görmek mümkün yokuşu bitirip Ömerbasic Camiine ulaştığımızda Camii’nin bu bölgede yaşayan bir aile tarafından 17. yüzyılların ortalarında inşa edilmiş olduğunu öğreniyoruz camii içinde Osmanlı dönemi mezar taşları ve camii haziresi ilk dikkatimizi çeken yönü oluyor tabi bizim dikkatimizden kaçan yerleri de Gezimiz boyunca olduğu gibi Selman Hocamızın dikkati,ilgisi ve bilgisi sayesinde görmüş oluyor ve bilgi ediniyoruz bunlardan biri de Camii dış duvarında bulunan sancak asımı için ayarlanmış olan sancak yeri oluyor.Ömerbasic Camii ziyaretinin ardından yola devam ediyor ve Camii’ye yaklaşık yirmi beş otuz metre yakınlıkta olan Derviş Hasan Tekke Camiine ulaşıyoruz.Bu Camii 1610’larda inşa edilmiş ve Eski Bar şehrinin hakim tepesinde yer alıyor. Eski Bar şehrini Camii ziyaretlerimiz ile noktalıyor ve tekrar çıktığımız dar taşlı sokakları ağır ağır inerek bir sonraki durağımız Budva şehri için otobüsümüze doğru ilerliyoruz. Bar ve Budva sahil kenarı ve tatil köyü olduğu için buraların trafiği de Istanbul'u aratmıyor hani. Rehberimizden Budva kelimesinin boğa anlamına geldiğini öğreniyoruz. Budva yeşil ile mavinin buluştuğu noktada ve yine denize hakim bir tepe de yer alıyor.Bu tatil kenti öğrendiğimize göre dünya gündeminde yer alan önemi isimleri de tatil zamanı ağırlayan bir şehir durumundaymış. Budva şehir turunun ardından bir sonraki durağımız Kotor şehri için yolumuza devam ediyoruz.Kotor coğrafi olarak sarp bir kayalık alanın eteklerinde yer alan bir sahil şehri.Eski Şehir Bar'da olduğu gibi burada da ilk dikkatimizi çeken özellik İtalyan mimarisin şehir üzerine ki etkisi dar ve taşlı sokaklar binaların tek tip ve yeşil renkli pencereleri göze çarpan özellikleri, bizleri burada karşılayan yerel rehberimiz eşliğinde şehir turu yaparken şehrin tarihi, mimarisi ve genel yapısı hakkında bilgiler alıyoruz.Şehrin tam hakim tepesinde yer alan 13.yüzyıllarda yapılmış olan kale ve bu bölgeyi çevreleyen hakim surları ile şehrin en eski tarihi yapısı konumunda.Bu kale 1539’da Barbaros Hayreddin Paşa tarafından kuşatılır fakat alınamaz kalenin müstahkem yapısına söylenecek bir söz yok tabii fakat ben kalenin düşmeme nedeninin kalenin müstahkem yapısı ile alakalı değil donanma ile alakalı oluşmuş olacak sorunlardan kaynaklı olduğunu düşünüyor ve araştırılması elzem bir konu olarak bir kenara not ediyorum.Grubumuza verilen serbest zamanda yine şehir turuna devam ediyoruz. Tabi bu arada ihtiyaçlarımızı yanımıza aldıktan sonra turumuzun Karadağ bölümünü tamamlayıp asıl olana, bizim olana Gönül Coğrafyamızın başkenti olan Bosna Hersek'e doğru yola revan oluyoruz. Yaklaşık 3 saatlik bir yol bizleri bekliyor. Bosna sınırına ulaşıp sınırı geçtikten sonra Emir abi mikrofonu eline alıp Topraklarıma, memleketime ve memleketinize hoş geldiniz deyince o güzel duygular eşliğinde bir kez daha anlıyoruz ki bu topraklar bizim bu insanlar bizden aynı Ecdadın torunlarıyız.Emir ağabey devam ediyor Bosna Hersek hakkında bilgiler aktarmaya tarihi,sosyo-ekonomik ve siyasi yapısı hakkında bilgiler ediniyoruz. Tarihte Bosna ve Hersek'in iki farklı krallık olduğunu ve bu bölgelerinde aslında Bosna Ve Hersek bölgeleri olarak iki ayrı bölge olduğunu öğreniyoruz.Hersek bölgesi coğrafi olarak çok sarp ve dağlık fakat gözümüzün gördüğü her yer yeşil insanın hayran kalmaması elde değil. Poçitel'e doğru yola devam ediyorken yol boyunca yol kenarlarında belirli yerlere koyulmuş üzerine canlı portre fotoğraflar bulunan plakalar ve bu plakaların etrafında da çiçekler olduğu dikkatimi çekiyor aynı durum Makedonya’dan Kosova’ya doğru geçişimiz sırasında da dikkatimi çekmiş fakat o an için sormayı unutmuştum bu portre plakalar için benim iki tahminim oluyor biri savaş sırasında hayatını kaybedenler için yapılmış bir hatıra simgesi ikincisi de bu yol üzerinde trafik kazasında hayatını kaybedenlerin hatırası için yapılmış olabilceği nitekim Emir abi'ye sual edince ikinci tahminim doğru çıkıyor Ortodoks ve Katolik halkın trafik kazasında hayatını kaybetmiş yakınları için hatıralarını yaşatmak amacı ile yapılan bir adet olduğunu öğreniyoruz.Bizlere farklı gelen bu adet Balkanlarda yaşayan Hıristiyan halkın devam ettirdiği bir başka özellik olarak karşımıza çıkıyor. Bosna Hersek’te ilk durağımız olan Poçitel’e doğru yolumuza devam ederken Hersek bölgesinde bir çok Sırp kasabasının olduğunu ve bu kasabaların bazılarının girişlerinde Sırp bayraklarının asılı olduğunu görüyoruz bize bu durum çok garip geliyor fakat Balkanlar’ın Osmanlı himayesinden çıktıktan sonra geçirdiği zor dönemler ve son olarak özellikle Bosna’nın bu topraklarda yakın tarihimizde yaşadığı büyük sıkıntıları düşününce bu durumun bölge için ne anlama geldiğini de anlıyoruz tabii.Akşam saatleri yaklaştığında Poçitel’e ulaşmış oluyoruz Mostar’ın girişinde bulunan Poçitel tam bir taştan şehir dar taş sokakları, hamamı, medresesi, kervansarayı, evleri ve Camii ile tam bir Osmanlı kenti. Evliya Çelebi 1664’te Poçitel’e geldiğinde köyü çok güzel özetlemiş: “Poçitel kalesi küçük ama sağlam bir yapı. Kalede surların, kulelerin ve komutan konutunun yanı sıra ambar ve küçük bir camii de yer almakta. Kale dışında 150 hane var. Evler taş tuğla ve kiremitten yapılma. 1562’de yapılmış bir de köy Camii var.” Evet Evliya Çelebi köy hakkında aslında tüm izlenimi kısa ve öz biçimde özetlemiş. Poçitel’i bir başka kılan özellik ise Kalenin zirvesine ulaştığınızda köyün tam altından akan Neretva nehrinin muhteşem manzarası.Köyde evlilik yaşına ulaşan gençler nehrin soğuk sularına atlarmış anlaşılan o ki Mostar’daki bilinen köprü atlayışına benzer durum Poçitel’de söz konusu. Poçitel’in bir başka özelliği ise 2007 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınmış olması.Bosna topraklarında ilk durağımız olan Poçitel ziyaretimizi tamamladıktan sonra biz farklı bir program için Blagay Tekkesi’ne geçiyoruz grubumuz da aynı anlarda Mostar’a hareket etmiş oluyor.Blagay Tekkesi’nde ‘Hersekzade Ahmet Paşa’nın vefatının 500. Yılı’ münasebetiyle düzenlen “Osmanlı Sarayı’nda Boşnaklar ve Boşnak Devlet Adamları” adlı panel’e İstanbul Tarih ve Kültür Derneği Başkanımız Tarihçi İbrahim Akkurt’ta konuşmacı olarak katılıyor ve Osmanlı Devletine büyük hizmetlerde bulunmuş devlet adamları hakkında katılımcılara bilgiler aktarıyor. Mostar Yunus Emre Enstitüsü ile ‘Hersek Styepan Kosaça Blagay İşbirlik Topluluğu’nun davetlisi olarak iştirak ettiğimiz bu güzel program aslında yazımın başında ifade etmiş olduğum gibi İstanbul Tarih Balkan’ı yeniden fethe çıkıyor ibaresinin de somut bir karşılığı oluyor aslında.Program bitikten sonra bizde tekrar grubumuza katılmak için taksiye biniyor ve Mostar’a doğru yola koyuluyoruz.Mostar’a ulaştığımızda saatlerimizde bir hayli ilerlemiş durumda tabii Mostar gündüzü olduğu gibi gecesi de bir başka güzel kısaca masal dünyasından çıkmış bir kartpostal şehir gibi adeta.Grubumuz Mostar’da akşam yemeğinin ardından kendilerine verilen serbest zamanda Mostar şehir turuna çıkmış biz de Mostar’a ulaştığımızda grubmuzla karşılaşıyoruz ardından bizde bu fırsatı değerlendiriyor ve Mostar’a birde geceden bakmak için kısa bir şehir turu yapıyor ardından konaklayacağımız Otel’e geçiyoruz ve Balkan turumuzun biz de bambaşka hatıralar bırakan 4. Gününü de tamamlamış oluyoruz.