İstanbul’da iki minare arasına çok şey yazılır. Bazısının mürekkebi gönüldür. Efsunlu bir anın hikmeti gibi dizilir mahyalar. Zahire takılana zinhar görülmez amma batına aşinaya besbellidir. Bazısı ise rengini akıldan alır. Ama ne akıl? Elbet doksandokuz esmayla ilmek ilmek örülmüş bir hissin akisidir.
Bu şehrin uçsuz bucaksız nostaljilerine methiyeler dizilir her Ramazan. Eskiden ziyade kadim olana muhabbettir bu. Muhabbetin lezzeti demlenmişse oruçla, Reyyan kapılarından ses verir gönül.
Bir ezanla başlıyor dibace. Bedenin de ruhun da masivaya isyanını kaydediyor arş. Suyun leblere yasak kılındığı anda bir kuş yükseliyor ve haber veriyor kutlu hadisi: “Cennet, her yıl Ramazan ayının gelişiyle süslenip ziynetlenir.” Ve Efendimiz (sav)’e sündüz döşeyen melekler, semadan sofralar indiriyor ard arda. İftar diye ismediliyor vakıa.
Elif (ا )’e Münacaat
Bir’e. Tek olana. O’na. Birliği ve tekliği zatında sır, lütfu bol, mağfireti engin Allah’ın adıyla.
Ey rahmetiyle ruhumuzu sarıp kuşatan; kırıldığımız yerden topla bizi ve toparlandığımız mekanda tekrar dirilt. Sana olan hasretimizi dindir. Safa ile Merve arası sa’y adetince, Hz. İsmail’in topuk vuruşundaki zemzem serinliğini tattır. Hz. Musa (as)’ın duasında tut bizi: “Allah’ım tövbe ile kalbimizi yumuşat, onu taş gibi katı kılma.” İstiğfarla sırılsıklam olalım. Değil mi taş bir zalime kalktığında kıymetli, gönülde değil.
Bizim halimizi görüp işitensin, musibetler karşısında tevekkül ver bize. Kalem de kağıt da yeniden dirilişin şahidi olsun, gözlerdeki perdeler kalktığında. Vahdetinde ruhumuzu pir u pak eyle. Bırakma kesretten bir nebze leke. Eriştir bizi bayramına. Hakk’ı haykıran bir manifestonun satır aralarına sinmiş hıçkırıklarla edilen duâlarımızı kabul eyle. Taksiratımızın affı için her türlü ihtimal kapısını bize açılabilir kıl. İmtihanlarımıza Hz. Eyüp (as) sabrıyla dokunabilmeyi bahşeyle. Sükutumuzu, sürurumuzu, buhranlarımızı, asabiyetimizi, yakarışlarımızı, tevazu hallerimizi ve dahi aczimizi edeplendir. Hesap gününe bembeyaz bir alınla çıkmayı nasip et. Bizleri cehennem ateşinden emin kıl. Hararetimizi kevserinle dindir.
Ey izzet sahibi Allah’ım; Müslümanların boyun eğdirilmeye çalışıldığı bu dünyada, zalimi de zalime çanak tutanı da zelil eyle. Nefsimizi kamçıla. Bizi bizle bırakma. Attığımız adımdan, eyleme geçirdiğimiz fiiliyattan bizi pişman eyleme. Yorgun kalbimizi darmadağın eden kelimeleri ellerimizden al. Benliğimizi Sende paramparça et. Bizi Peygamber Efendimiz (sav)’e layık bir ümmet eyle. O’nun sancağı altında cem olmayı payımıza düşür. Sana kendi melalimle geldim, mecalsizim. Af eyle. Affına layık eyle. Layık eyle.
Vav (و)’ın Dile Gelişi: Nedamet Nöbetleri/ Leyla Sayıklamaları
Fuzulî gecenin siyahını kendine mürekkep kılınca, Leylâ’nın adı düşmüş kağıda. Leylâ, hep gece. Şairin kaleminde, kelamdan önce. Zift gibi simsiyah bir perdenin gerisinde. Görebilene. Ve Leylâ, kaderin cilvesi. Ölümcül naz.
Mecnun, hep geceye meftun. Gecesi Leylâ. Istıraba taliplik onda. Gam ehli. Derde müptela. Şiddetli belâ: Leylâ. Su üzerine uçuk hayalleri nakşettikçe gecenin koyusuna, bir ışk düşer yazgıya. Düş ki er kişinin hakkı. Hak dediğimiz er yüreklide saklı. Ve dile gelir Mecnun;
Kalabalıklar arasında yalnızlaşan “şükr”ü kaç kez çarmıha gerdiler bi’ bilsen. Ve kaç kez bin yıl sürecek sancıların fitilini ateşlediler pervasızca. Devrimlerin, devirenlerin ve devlerin etrafı dağıtıp çölleştirmesi seni korkutmasın Leylâ. Düzme -düpedüz düzme- bir dünyada şiirle sual etmenin kalbe pek de güzel geldiği aşikar. Tevessül ettiğimiz sebepler sonrası takdir O’ndan. Hatırla Leylâ.
İçimi kemiren, boğazımı düğümleyen acılar var Leylâ. Yapılan katliamlara bizi şahit tutan zalimler var. Bir de masum çocuk gözleri ve bağrı yanık annelerin ağıtları var kulağımda. Cennet kokulu bebekleri katletmenin onlara cehennemi sunacağını haykır. Ve elbet eli kolu bağlı oturuşlarımızdaki nedametimizin bizi haklı kılmayacağından da bahset.
Bir çocuk masumiyetiyle diz çökülen sofraları bereketlendiren muştular ver bize. Şimdi gözlerinin birbiri ardına yıldızları devirmesinin ne alemi var?! Ya bu baş ağrıları? Bu baş ağrıları çıldırmış olmalı Leylâ.
Bir “merhabanın” esamesi kaç cinnet anını cennet eder, bilir misin?! Sana da olur mu bilmem, ama ben de böyle. Bu dünyanın entrikalardan solmuş yüzünde, gücün imanla değil parayla hesaplandığı ve masum bedenlerin kırmızıya bulandığı şu günlerde: huzuru arayıp seni görmem de sana çok gelmesin. Hoş gelsin Leylâ. Gelişi latif olan gönlü de hoş eyler. O zaman letafeti onbirde bir “ay”a denk düşen hoş geldin!
Âhh Leylâ, aradığın ne suda ne kuyuda. Bir tek O’nun kapısında, O’nda. Demiştim çoook önceden beni sevmiyorsan bile avuçlarına bırakacağım duâları sev. Bu ayın habercisi hilâli elbet birgün birlikte karşılarız. Kaldır başını göğe, Bir mahya da ben yakayım gözlerinden!
Şimdi ferah bir kelime söyle. Kalbi olan bilsin onu. Her daim teslimiyeti arzulayan ruhuma bahşet ruhunu. Bu günlerde bayramım sen ola. Âhh Leylâ, Mevlâm esirgesin seni/ ümmeti.