Birçoğumuz yanından geçip gideriz ya da birkaç internet sayfasından derlediğimiz bilgilerle bu çeşmeyi öğrendiğimizi, anladığımızı sanırız. Şu kişi tarafından şu dönemde yapılmıştır. Tarihi şudur. Mimari özellikleri budur. Üzerinde şunlar şunlar yazar. Bu kadar mı? Türk mimarisinin bu en nadide en zarif çeşmesi için her şey bu kadar mı?
İstanbul’a gelen binlerce seyyahtan biriydi Edmondo de Amıcıs. İtalyan bir edebiyatçıydı. Dünyaca ünlü olan Çocuk Kalbi adlı kitabını yazmadan sadece birkaç yıl önce 1870′lerde İstanbul’a gelmişti. İstanbul’un Bizans’ından Osmanlı’sına uzanan anıtlarını incelemiş, çarşılarını gezmiş, köpeğinden dilencisine kadar İstanbul’un yaşantısını izlemiş ve izlenimlerini İstanbul adlı seyahatnamesinde toplamıştı. Güçlü bir edebiyatçının kaleminin ağırlığını taşıyan seyahatnamesi İstanbul’la ilgili yazılmış seyahatnameler içinde bir baş yapıt, bir klasik olarak kabul edilir.
Edmondo de Amıcıs işte bu seyahatnamesinde Topkapı Sarayı girişinde bulunan Üçüncü Ahmed Çeşmesi için “… İstanbul’un bütün küçük harikaları arasında ilk sırayı alır” der. Çünkü bu çeşmede “Oyulmamış, süslenmemiş, emek verilmemiş bir karış yer yoktur. Bu çeşme cam fanus içinde saklanması gereken bir güzellik, ihtişam ve sabır eseridir; bu sadece göz zevki için yapılmışa benzemez, sanki lezzeti de vardır, insanın ağzına bir lokma atıp içinde ne var diye bakası gelir; ille de açıp, içinde bir çocuk tanrıça mı, devasa bir inci mi, yoksa sihirli bir yüzük mü var diye bakma isteği uyandıran bir mücevher kutusudur.”
Çeşmenin güzelliği karşısında büyülenen Amicis, heyecandan aşka gelmiş, milyonlarca cümleciği bir anda söylemeye çalışan bir şairden farksızdır. “ Bu çeşme, Türk sanatının en özgün, en gösterişli anıtlarından biridir. Bir anıttan ziyade, romantik bir sultanın aşka geldiği an, insanın alnına kondurduğu mermerden bir mücevherdir. Bana öyle geliyor ki, bu çeşmeyi ancak bir kadın tasvir edebilir. Kalemim bu görüntüyü tasvir edecek kadar ince değil.”
1728-29 yıllarında yapılan Üçüncü Ahmet Çeşmesi hem bol çiçekli dış bezemeleriyle hem de barok etkisiyle Lale Devri’nin en güzel simgesi. Çünkü Lale Devri Osmanlı’da ciddi anlamda ilk Batı etkilerinin görüldüğü bir devir ve bu devir uygarlığımızın incelikle, zerafetle donanmış bir sayfası.
Saf beyaz ve damarsız mermerden yapılmış çeşmenin dört bir yanında dört sebil var ve her sebilin üstünde de altın yaldızlı alemle sonlanan birer kubbe bulunuyor. Çeşme bu sebillerin merkezinde ve dört kubbenin ortasındaki büyük kubbe de çeşmenin kubbesi. Çatısı ahşap ve kurşunla kaplı. Ahşap çatının saçakları üzüm, armut, nar gibi meyvelerin ahşap kabartmalarıyla bezeli.
Çeşmenin her bir cephesi farklı bir şekilde bezenmiş. En güzel bezenmiş cephesiyse Topkapı Sarayı’na giden yola bakan cephesi. Öyle ki bu cephede birbirinden güzel vazoların içinden birbirinden güzel çiçek demetleri fışkırıyor. Laleler, düğünçiçekleri, sarmaşıklar, Maşallah yazılı madolyon hep bu cephede Üçüncü Ahmed’in “Aç besmeleyle iç suyu Han Ahmede eyle dua” adlı efsane kitabeside yine bu cephede.
Kubbeleriyle, taş ve bronz işçiliğiyle, ahşap kabartmalarıyla, hat yazılarıyla, işlenmiş mukarnaslarıyla bir Osmanlı başyapıtı olan bu çeşme için Amıcıs, emek verilmemiş bir karış yeri yoktur derken hiç abartmamış. Kubbeli mücevher kutusu gibi bir şey bu çeşme.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...