Hamd-u senalar ederek başladık yeni bir güne..
Vaktimize , Nefs-i İstanbul’un en merkezi mekanlarında değer katacağız.. Divanyolu’ndan SultanAhmed’e varacağız..
Şimdi buyrun sizlerle, tarihin derinliklerine doğru yol alacağız..
İlk mekanımız Divanyolu’nda Bayezid durağı.. Rehberimiz Ali İnal bey, ilk bilgileri bizlere aktarmaya başlıyor.. bulunduğumuz yer, sur içi İstanbul, yani eski Bizans’ın başşehri olduğu için, Konstantinopolis’in tarihi kuruluş sürecinden bilgiler alıyoruz. Rivayetler çoktur kuruluşla alakalı.. Hikayeye göre,Kral Byzas, milattan önce 7. yüzyılda,halkıyla birlikte yurt aramaya çıktı. O zamanlar kahinler önemli tabi, Byzas da gider, nereye yerleşmeleri gerektiğini Delf Tapınağı'nın kâhinine sorar. Kahin: “Körler Ülkesi’ninkarşısına!” der. Byzas ve halkı yola koyulurlar ve sonunda İstanbul’a varırlar. Sarayburnu’ndan karşı kıyıya bakarlar. Ve “Bu kadar güzel bir yer varken orada yaşadıklarına göre bu insanlar körler.” derler. Sarayburnu’na yerleşirler, Byzantionşehrini kurarlar ve karşı kıyıya da Khalkedon yani Körler Ülkesi derler. (yani körler ülkesi şimdiki Kadı köy’ü olur J )
Gelelim caddelerin ceddi Divanyolu’na.. tarih boyunca bu yol, İstanbul’un kaburgasını oluşturur.. Bizans döneminde ‘mese’ denir, yani merkez yol. Ayasofya’nın yanındaki Milliontaşından başlar. Yani başlangıç – sıfır noktası.. Osmanlı döneminde bu caddeye Divanyolu denmesinin nedeni ise, Topkapı Sarayı'nda özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminde her gün yapılan Divan-ı Hümayun (Padişahın ve vezirlerin katıldığı günümüzün bakanlar kurulu toplantısı olarak niteleyebileceğimiz toplantı) sonrası vezirlerin arabalarıyla bu yolu kullanarak Fatih ve Aksaray'daki konaklarına gitmesi.Yolun her iki tarafında çok önemli tarihi eserler bulunur lakin 1957-1958 yılları arasında dönemin hükümeti, Ordu Caddesi, Yeniçeriler Caddesi ve Divanyolu Caddesi'nin genişletilmesine karar veriyor. Cadde genişletme çalışmaları sırasında birçok eser tahrip ediliyor, kimilerinin yerleri değiştiriliyor, kimi eserler de ortadan kaldırılıyor. Örneğin Çorlulu Ali Paşa, Merzifonlu ve Atik Ali Paşa Külliyeleri bir çok bölümünü bu çalışmalar sırasında kaybediyor. Kelimenin tam anlamıyla bir tarih katliamı yapılıyor.
Divanyolu’nun üzerinde bulunan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yaptırdığı külliye karşımıza çıkıyor.Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, IV.Mehmet’in sadrazamı. II.Viyana Kuşatması’nı yöneten paşa, başarısız olunca, padişah tarafından idam edilmiş. Hatta başı Edirne’ye getirilip Adalet Kasrı’nın önünde ibret taşına konulmuş. İdam edildiği sırada külliyesinin inşaatı devam ediyor. Külliyeyi 1690 yılında oğlu Ali Bey, Mimar Hamdi’ye tamamlatmış. Külliye, darülhadis medresesi, dershane-mescit, sıbyan mektebi, sebil, dükkanlar, su deposu ve zamanla oluşan hazireden meydana geliyor. Ayrı bir de kütüphanesi olan külliye, 20. yüzyılın başında harap duruma düşüyor. 1957 yılında Divan Yolu Caddesi genişletilirken dükkanlar yıkılmış, sebil ve hazire yan sokağa taşınmış. Külliye’de şu anda Yahya Kemal Beyatlı Enstitüsü bulunuyor.
Buradan da hemen yakınında yolun karşısında bulunan Çorlulu Ali Paşa cami ve külliyesine geçiyoruz .. Külliye dedik fakat asli vazifesini ifa edemez durumda maalesef günümüzde.. bir nargile kafeye dönüşmüş olan külliye sanki hâl diliyle kurtarın beni diye feryad-u figan ediyor.. içeriden, hüzün kaplamış gönüllerimizle geçiyoruz. Çorlulu Ali Paşa, Sultan III. Ahmed saltanatında 1706 ile 1710 tarihleri arasında dört yıl sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.Yaşanan bazı olaylar üzerine, Sultan III. Ahmed nezdinde aleyhinde yapılan propagandalar sonucu gözden düştü. Ve Midilli’de idam edildi.
Ve yine yakında, bir külliye daha.. Sinan Paşa Külliyesi..burası aslını daha çok koruyan bir mekan şu anda şükürler olsun.. Banisi, Sultan II Selim,III.Murat ve III Mehmet dönemlerinde sadrazamlık yapmış olan Koca Sinan Paşadır. Koca Sinan Paşa, Yemen ve Tunus Fatihi olarak da tanınır. Sinanpaşa Medresesinin mimarı ise devrin mimarbaşısı Mimar Davut ağadır. Medrese 1593 yılında inşa edilmiş olup, Dar-ulHadis olarak yapılmış. Burada güzel faaliyetlerin yapıldığını ve gayr-i müslim olup burada islam dinini tercih edenlerin olduğunu öğrenince duygulandık doğrusu.. Rabbim vesile olanlardan razı olsun..
Bu ilim mekanından ayrılınca karşımıza Bizanstan kalma bir eser çıkıyor.. o civara da ismini veren Çemberlitaş sütunu..
Çemberlitaş sütunu, 330 yıllarında İmparator I. Konstantin onuruna, İstanbul'un yedi tepesinden biri olan ve şu anki adıyla Çemberlitaş olarak adlandırılan semtteki tepeye dikilmiş .
Sütun her biri 3 ton ağırlığında ve 3 metre çapında olan bileziklerle birbirine bağlanmış toplam 8 adet sütun ve bir kaidenin üst üste konulmasıyla oluşturulmuş. Bizans imparatoru Kostantin Roma'daki Apollon tapınağından söktürterek uzunluğu 57 m olan bu sütunu günümüzdeki yerine diktirmiştir.üzerine de kendi heykelini koydurmuş.Osmanlı döneminde Apollon sütunu büyük bir yangın geçirmiş, sütunun mermerleri zedelendiğinden Sultan II. Mustafa (1695-1704) Sütunun altına duvarla takviye ettirmiş, demir çemberlerle sardırarak sağlamlaştırmıştır. Bu nedenle o günden sonra adı Çemberlitaş olarak anılmıştır.
Şimdi de bizleri güzelliğiyle mest-ü hayran eden Nuruosmaniye Camii’ne gidelim beraber.. 1748-1755 yıllarında inşa edilmiş.. Sultan I. Mahmut’un emri ile camii inşaatı başlamış; Mustafa Ağa ve yardımcısı Simon Kalfa (Mimar Simeon) tarafından gerçekleştirilen inşaat; I. Mahmut’un vefatından sonra üç yıllık saltanat süren kardeşi III. Osman zamanında “Nur-u Osmani” (Osmanlı’nın Nuru) adıyla tamamlanmış. Adını, padişah III. Osman’dan ve caminin içindeki ışıktan aldığı söyleniyor. , İstanbul'da inşa edilmiş ilk barok özellikli cami.. Cami ile birlikte medrese, imarethane, kütüphane, türbe, çeşme ve sebilden oluşan bir külliye inşa edilmiş. Çevresindeki birkaç dükkan da külliyeye dahildir. Avlusuna geçtiğimizde alışılmışın dışında yarım çember şeklinde bir avlu ile karşılaşıyoruz. Mihmandarımız Ahmed Melik Bey buranın, Mekke’de Harem-i Şerf’teki Hicr-i İsmail’e benzetilerek yapıldığının bilgisini verince biz de ona hak veriyoruz. Camii’nin iç kısmına girdiğimizde, bu camiye gelmek bu vakte kadar nasıl da nasib olmamış bana diye hayıflanarak temaşa ediyorum bu güzelim eseri… camiininduvarını süsleyen Fetih suresinin kabartmalı bir şekilde yazılı olduğu nefis hat, girer girmez dikkatimizi çekiyor. Ses akustiğinin de fevkalade olduğunu beylerin denemesi ile daha iyi anlıyoruz.. Ceddimiz Osmanlı’nın her eserinde bizi hayran bırakan incelikler muhakkak var.. misal; mihrabın üst tarafına Kudüs Mescid-i Aksa’daki Kubbetü’s-Sahra şeklini işlemişler.. bu ne güzellik.. bu ne incelik.. nazarımızı ne yöne çevirsek, mânâ yüklü bir dokunuşa değiyor illâ ki…
Yönümüzü yine bir külliyeye, Köprülü Mehmed Paşa Külliyesine çeviriyoruz.Sultan IV. Mehmed devri sadrazamlarından Köprülü Mehmed Paşa tarafından 1072’de (1662) yaptırılan külliye, dershane mescid (dârülkurrâ), medrese odaları (dârülhadis), dükkânlar, çeşme, türbe ve sebilden oluşmaktaydı. Daha sonra bunlara, oğlu Sadrazam Fâzıl Ahmed Paşa tarafından (1676) yılından önce inşa edilen kütüphane ve Vezir Hanı ilâve edilmiştir. Ayrıca türbenin etrafına zamanla eklenen mezarlarla bir de hazîre oluşmuş. Külliye yapılarından sebil günümüze ulaşmamış. Külliye, Divanyolu caddesinin genişletilmesi esnasında değişikliğe uğramış.. günümüzde Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat vakfı tarafından faaliyetler yapılmakta. Hatta ziyaretimiz esnasında Dursun Gürlek hocamız tarafından Osmanlı Türkçesi dersi icra edilmekteydi..
Ceddimiz cennetmekan Sultan 2. Abdulhamid han,SultanAbdülaziz , Sultan 2. Mahmud, Hayırlarıyla zikrolunan Bezm-i Alem Valide Sultan.. hepsini (restorasyon çalışmalarından dolayı içeri giremiyoruz) ebedi istirahatgâhlarında selamlayıp ve dua edüp yolumuza devam ediyoruz.
Ve.. Ziyaretlerimizin asıl maksadını teşkil eden Şanlı SultanAhmed Camii’ne giriş yapalım.. bahar ayında 3 buçuk yıllık restorasyona gireceğini duyunca, sevdiğini uzunca yola,gurbete yollayacak sevenlerin mahzunluğu çökmüştü gönlümüze.. biz de onu uğurlamak ve daha sağlam, daha yakışıklı dönüşünü bekleyeceğimizi fısıldamak üzere koştuk geldik yanıbaşına.. Sultan Ahmet Camii, 1609-1617 yılları arasında Osmanlı Padişahı Sultan I. Ahmed tarafından İstanbul'daki tarihî yarımadada, Mimar Sedefkâr MehmedAğa'ya yaptırıldı. Cami mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için ve yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de yine mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için Avrupalılarca "Mavi Camii (Blue Mosque)" olarak adlandırıldı. Bu külliye bir cami, medreseler, hünkar kasrı, arasta, dükkânlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmakta. Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamadı. Türkiye'nin altı minareli ilk camiidir. 1609 yılında ..Temeline ilk kazmayı bizzat Sultan Ahmet Han vurdu. Bu kazma bugün Topkapı Sarayı müzesindedir. Temel kazmaya başlanınca ilk önce Sultan Ahmet Han eteğiyle toprak taşıyarak ''Ya Rab Ahmet kulunun hizmetidir...''diye dua etmişti. Caminin tamamlanması 7 yıl 5 ay 6 gün sürmüştür. Bu güzel camii’yi bina ettiren Sultan 1. Ahmed Han 14 yaşında tahta geşti, 14 yıl saltanat sürdü 14. Padişah oldu. Allah’ın rahmeti üzerine olsun..
İstanbul Tarih farkıyla J , normal zamanlarda çıkılmayan 2. Kata çıktık Ali hocamızın rehberliğinde.. çinileri yakından inceleme fırsatı bulduk..
Buradan Camii’nin bitişiğindeki Arasta pazara gidiyoruz..Arasta, genellikle tek bir çeşit ürünün ya da ürün grubunun satıldığı çarşı ya da pazarlar için kullanılan bir kelime. Arastalar genellikle vakıf mülküdür ve gelirleri de bu camilerin bakımı için kullanılmaktadır.
Ara sokaklardaki bir hazineye ulaşmak için gezimize devam ediyoruz.. biraz yürüyünce karşımıza küçük Ayasofya camii çikiyor. Bizans (Doğu Roma) İmparatoru I. Jüstinyen ve karısı Theodora tarafından 527-536 yılları arasında yapılan Aya Sergios ve Bachos Kilisesi, 1497'de Sultan II. Beyazıt Topkapı Sarayı Darüssaade ağası Hüseyin Ağa döneminde camiye çevrilmiştir.
Camiinin çevresini de gördükten sonra yine bir Mimar Sinan eseri, Sokollu Mehmed paşa Camii’ne vasıl olduk. SokolluMehmet Paşa adına 1571'de hanımı EsmaHan Sultantarafından yaptırılmıştır. Bir hanım tarafından bina ettirilince mimarisi de daha farklı oluyor tabi.. mimar koca Sinan da bunu gayet güzel nakşetmiş eserine.. Camii’nin öne çıkan güzelliklerinden bir kaçı şöyle:
- camiinin içinde 4 farklı yere hacerul esved taşı yerleştirilmiş.
- Caminin içinde hiç direk olmaması
-minberin çok zarif olup, külahının diğer camilerden farklı olarak çiniden olması
-Büyük kubbenin altında üçgen şeklindeki pandantiflerin yine diğer camilerden farklı olarak süslemesinin çiniden olması
- Mihrabın iki yanında özellikle belirgin çiniler sadece Sultanahmed, Rüstempaşa ve bu cami’de var.. fakat içindeki İslam Sanatında mercan kırmızısı denilen ton, sadece burada yani Sokullu Mehmed Paşa Camii’nde mevcut. Mercan kırmızısının maddesi ise; altın, yakut ve mercan mücevherinin karışımından oluşuyor..
-2. Selim Han, Selimiye Camii’nin yapısının örneğini bu camiiden almıştır.
-tüm camiler düz zemin üzerine yapılmış, bu cami ise 45 derece meyilli bir arazi üzerine yapıldığı halde hiçbir sıkıntıya uğramamıştır.
Biz de bu zarâfet timsali cami ile ; Osmanlı ecdadımızın Hanımlara verdiği değeri daha iyi idrak etmiş olduk..
Ve en son durağımız, Keçecizade Fuat Paşa türbesi ve camii . . Sultan Abdülaziz saltanatında 1861 -1863 ve 1863 - 1866 dönemlerinde iki kez sadrazam ve toplam on yıla yakın Hariciye Nazırlığı (dışişleri bakanlığı) yapmış.. Nüktedan, hazırcevap bir kişiliğe sahip.. Olağanüstü askeri görevler dışında çoğunlukla siyasi görevlerde bulundu. Avrupa’da katıldığı toplantı ve kongrelerde, nüktedanlığı ile ilgi çekti. Yabancı devlet temsilcilerinin, Osmanlı devletinin gücü hakkında konuşmalar yapması üzerine şu ünlü sözünü söyledi: “ELBETTE EN KUVVETLİ DEVLET BİZİM DEVLETİMİZDİR. ZİRA SİZ YABANCILAR DIŞARIDAN, BİZLER İÇERİDEN YIKMAYA ÇALIŞTIĞIMIZ HALDE, BİR TÜRLÜ YIKAMIYORUZ..”
Gün akşam ezanlarıyla nihayete ererken , bizler de ziyaretlerimizi nihayete erdiriyoruz.. istifadeli , soğuk ama güneşli, bol yürüyüşlü (12.933 adım, 9 kmJ) bir günün ardından bizlere kalan tabi ki tekrar ve tekrar, Ceddimiz Osmanlı’ya, zarâfetine, inceliğine, asaletine, eserlerine olan hayranlığımız.. vesile olan İstanbul Tarih ve Kültür Derneği’ne, rehberimiz Ali İnal Bey’e, Mihmandarımız Ahmed Melik Bey’e ve durmak yorulmak bilmeyen gezgin grubumuza teşekkür ederiz..
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...