Eyüb Sultan Bölgesi Gezi Notları

Geziler 11 Kasım 2016 16:01
Videoyu Aç Eyüb Sultan Bölgesi Gezi Notları
A
a

Bütün şehirlerin manevi büyükleri vardır. İstanbul’un manevi büyüğü de şüphesiz, İstanbul’a asrı saadet dönemini hatırlatan Eyüp Sultan’dır. Misafir ettiği Peygamber Efendimizin (S.A.V) dostluğu, İslam bayraktarlığı, cihad ve şahadet aşkıyla insanların gönlünde her daim farklı bir yerdedir.

Bu farklı konumuyla, kendisine ayrı bir hürmet, muhabbet beslenmiştir. Bu özelliğiyle insanların ümit ve moral kaynağı olmayı asırlardır sürdürmektedir. Müslümanlar kendileri doğrudan dua etmenin yanında, onun manevi yakınlığını da vesile etmeyi, aracı görmeyi sürdürmektedir. Eskiden sultanların kılıç kuşanarak, savaşlardan önce, ruhuna Fatiha okuyarak başladığı seferler ve hayırlar dileme geleneği, günümüzde de gaye anlamında devam etmektedir.

Eyüp Sultan; Ramazan ayında, mübarek gün ve gecelerde, önemli iş ve sınavların arifesinde, sünnet öncesi, düğün günü, Müslümanların uğramadan, dua etmeden ayrılamadığı bir mekan olagelmiştir.

Aziz hatırası ve adına yapılan Eyüp Sultan Camii’nin etrafında şekillenen semt; Osmanlı döneminde cami, medrese, tekke, türbe gibi dini yapıların yanı sıra; sahil saraylarıyla, ahşap evlerle süslenmiş; zarafetin, maneviyatın merkezi olmuştur.

“Eyüp Sultan Bölgesine abdestsiz girilmezdi”

Bu gezimizde de Tarihçi İbrahim Akkurt rehberliğinde, buram buram maneviyat kokan Eyüp Sultan ilçesini, karış karış gezdik. Maneviyatını doyasıya yaşadık, tarihi eserleri ilginç bilgiler eşliğinde dinledik, mezarlıkları ziyaret ettik, ecdadımıza Fatihalar göndermeyi ihmal etmedik.

Tarihi yarımadanın dışında kalan ve Türkler tarafından imar ve inşa edildikten sonra Müslümanların kısa sürede yerleştiği ve asla terk etmediği bu tarihi ilçedeki gezimiz, havuz başında buluşmamızın akabinde, avlu içinde başladı.

Rehberimizin, “Osmanlı’da bir döneme kadar Defterdar’dan bu tarafa abdestsiz girilmezdi, Mekke, Medine gibi saygınlığı vardı bu mekanın” sözleriyle irkildik. Şöyle bir kendimize geldikten sonra; Padişahların camiye gelişinde kullandığı binek taşı, hünkar rampası ile mahfiline geçiş güzergahını, avludaki şadırvanını gördükten sonra merakla camiye geçtik.



Camide, Eyyüb el Ensari Hazretlerinin hayatından başlayarak asrı saadet yıllarına dair bilgileri dinledik. “Asıl adı Halid, oğlunun adı Eyüb, babasının adı Zeyd, Araplarda babalar en büyük oğullarının adını alır, muhacire sahip çıkması dolayısıyla ensar unvanı aldı, Mihmandar yani “kutlu” ev sahibiydi, 7 ay peygamber efendimizi misafir etti, iki katlı evinin ikinci katında saygıdan yatamadı, muhacir kardeşi İslamın ilk öğretmeni Musab bin Umeyr’di, İslam ordularına bayraktarlık yaptığından “Alemdarı Habibullah” unvanına sahipti, vahiy katibiydi, bir hadisi şerifi rivayet edenden dinlemek ve doğrulatmak için Mısır’a kadar gitmişti.” 

Bütün bunları duydukça gönlümüz genişledi, daha bir açıldı gönül kapılarımız. Ruhlarımızı dinlendirdik, uhreviyet dolu bu dakikalarda neden kendisine “Sultan” denildiğini daha iyi kavradık. Anladık ki gönüllerin sultanı olmak başka bir meziyet, daha fazla gayret istiyor.

İslam ordularının Müslümanlığa davet için yaptıkları cihad çağrısına 90’ında iştirak etmiş. 6 oğluyla at sırtında 6 aylık bu sefer için yola çıkmış. Hem de ne çıkış kimse durdurmamış, yaşının sefer şartlarına uygun olmadığını söyleyen kumandanına: “İstanbul’a yakın bir yerde hayırlı bir sahabe bulunacak” hadisi şerifine nail olmak istediğini söylemiş. Böyle de olmuş. 90’ında şehit olan bu kutlu sahabe Fatih’in şanlı ordusuna manevi destek olmuş, moral kaynağı sağlamıştır.

Fatih’in ordusuna moral oldu, fetih ruhunu coşturdu

668-69 senelerinde İslam ordularıyla İstanbul’a gelmişti. Şehir muhasara edildiği ve kuşatmanın devam ettiği bir sırada Halid bin Zeyd vefat etmişti. Yaşının hayli ilerlemiş olması ve çok uzak yollar kat etmesi sıhhatini bozmuştu, yatağa düşmüştü. Vefatında türbesinin bulunduğu yere defnedildi.

Büyük hükümdar Fatih İstanbul’u muhasara ettiği sırada muhteşem ordusunu, Topkapı karşısında, Maltepe Kışlası’nın bulunduğu yere kurmuştu. Muhasara sırasında da Hz. Halid’in mübarek kabrinin bulunmasını, kuşatmaya iştirak eden devrin kutbu, Akşemseddin Hazretleri’nden istemişti. Kuşatmanın başlarından İstanbul’un fethine kadar Cuma namazları topluca, bugünkü Eyüb Sultan Camii’nin bulunduğu yerde kılınmıştı.
Fetih sonrası da burayı asla ihmal etmedi.  Bu alana cami, medrese, hamam, imaret gibi yapılarla bir külliye inşa ettirdi.  Zamanla yıprandı, depremle yıkıldı. Bugün medresesi ve imarethanesi yok. Hamamı günümüze ulaşan en eski hamamdır. Bugünkü cami de 3. Selim döneminde yeniden yaptırılan hali.



Cami içerinde, Tarihçi İbrahim Akkurt’tan her zaman gittiğimiz; ancak okuyamadığımız hatları ve bilmediklerimizi öğreniyoruz. Örneğin mihrabındaki Kubbetüs sahra çizimi dikkatimizi en fazla çekenler arasında oldu.

Yine saatin üzerindeki Akşemsettin’in şiiri’ndeki;
“Yetişmez mi bu şehrin halkına bu nimeti bari,
Habibi Ekrem’in yari Eba Eyyüb-el ensari”
(Eyüb Sultan Hz.”nin burada medfûn olması, İstanbul için Allah (C.C.)”ın ne büyük nimetidir. Bu lütuf, İstanbul halkına yetişmez mi?)

Yine mihrabın üzerindeki “7 kat üzerine semayı kondurduk” mesajlarındaki derinliği anlamaya çalıştık.
Camide son olarak rehberimizden peygamberimize bağlılığını konu edinen bir vakayı dinliyoruz. “Eyüb Sultan Hz.’nin, Peygamber Efendimiz (sav)’e olan bağlılığı ve ona herhangi bir zarar gelmemesi hususunda taşıdığı derin hassasiyete delil olarak nakledilen ilginç bir olay şöyledir: Hayber seferi sona ermiş, Müslümanlar büyük bir galibiyet sağlamıştı. Hz. Peygamber, Hayber’den ayrılmadan (veya Medine’ye dönülürken yolda bir yerde) mola vermişti. Benû Nadir başkanı olup vaktiyle Hayber’e gitmiş olan Huyey b. Ahtab’ın kızı Safiyye Müslüman olmuş ve Hz. Peygamber’le nikâhlanmıştı. Eyüb Sultan Hz. de Rasûlullah’tan habersiz sabaha kadar çadırın etrafında muhafızlık yapmıştı. Sabahleyin onu bu vaziyette gören Peygamberimiz (sav) sebebini sorunca Eyüb Sultan Hz. Şu cevabı verdi: “Ya Resulallah, O kadının (Hz.Safiyye ’nin) kocası, babası ve kavminden bazıları öldürüldüğünden size bir kötülük yapmasından korktum.” Bunun üzerine Hz. Peygamber’in, Eyüb Sultan hakkında şu duayı yaptığı duyuldu: “Allah’ım! (Bana bir zarar gelmemesi için sabaha kadar çadırımın çevresinde) o nasıl muhafızlık yaptı ise sen de onu muhafaza et.” Herhalde Peygamberimizin bu duası bereketiyledir ki, bugün bizler Eyüb Sultan Hz.ni ziyaret imkânına sahip bulunmaktayız.”

Bu duygular eşliğinde maneviyatını yakından tatmak ve ruhuna fatiha göndermek için türbesine hareket ettik.

Eyüb Sultan Türbesi 1 katlı yapı.

Türbe alanı; 2 cüzhane, Beşir Ağa Türbesi, ziyaretçi holü…

Türbe içi, Adile Sultan Odası, sebil ve kuyudan oluşuyor.



Kalabalık içerisinde edeble yanına yaklaştık, dizinin dibine kıvrıldık. Türbenin ortasında etrafı gümüş şebekeli bir parmaklık içinde Hz. Halid’in sandukası bulunuyor. Üzerine siyah atlastan yapılmış ve sarı simle işlenmiş güzel bir yazı ile “Kisve-i Şerif” örtülmüş. Peygamber Efendimiz’in ayak izi de “Kademi Saadet” denilen dolabın içerisinde bulunuyor. Fatih’in yaptırdığı türbe ile başlayan ihtimam, daha sonra gelen padişahlarla da devam etmiş. Önceleri bahçe olan bölüm, 3. Selim döneminde türbeye eklenmiş. En yoğun onarımlar da bu dönemde yapılmış. Türbede Sultan 2. Abdülhamid Han’ın kendi eliyle yaptığı sedef kakma kapı da bulunuyor. Sultan 3. Selim barok stilde ve gümüşten dökme olarak şebekeyi yaptırmış. Son restorasyonu 2015 haziran ayında tamamlandı. Tarihinin en büyük restorasyonu yapıldı. 7 bin 678 çiniler yeniden elden geçirildi. Ahşapları değiştirildi, dış cephesi yeniden boyandı.  Muazzam bir görüntü ortaya çıkmış, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere emeği geçenlere teşekkür ederiz.

Cami’nin avlusundaki bilinen isimler

İç avludan çıkmadan Eyüb Sultan Hazretlerinin ayak uçlarında yatan en uzun Darüssaade Ağalığı yapan Habeşli Hacı Beşir Ağa, Kanuni döneminin başarılı sadrazamlarından 185 kilo olduğundan binecek at bulmakta zorlanan Boşnak asıllı Semiz Ali Paşa, Kıbrıs fatihi Lala Mustafa Paşa hakkında kısaca bilgiler aldık. Türbenin cülus yolu çıkış kapısının üzerinde kuş evine bakıp işte medeniyet! Hayıflanmasıyla kapının solunda yer alan avludaki Mimar Sinan’ın ilk eseri olan Ayas Paşa Türbesini keşfe daldık. Birçok kez geldiğimiz; ancak bilmediğimizden, gerekli duyarlılığı gösteremediğimiz bu kabirler bizi bayağı duygulandırdı. Avlunun içinde bulunan Mimar Sinan’ın ilk eseri olan Ayas Paşa’nın kabri önünde biraz soluklandık. Kanuni dönemi sadrazamlarından olan bu zatın türbesinde Fatiha okuduktan sonra padişahların tahta geçme merasimlerinin yapıldığı cülus yolunda yürüdük.

 “Cülus Yolu’nda 29 padişah kılıç kuşandı, en önemli tören alanımız”

Binek taşı üzerinde atına binen padişahlarını gözümüzün önüne getirmeye gayret ettik. Aman Allah’ım nasıl kutsal bir yer, ne kadar tarihi bir alan, düşünebiliyor musunuz?  diye heyecanını gizleyemeyerek, aslında biraz da üzülerek anlatan rehberimiz İbrahim Akkurt, Avrupalı bir turistin burada şu sözlerini işitmiş: “Bizim ülkede merasim yapılan bir alan bulunsa, hemen etrafı çevrilir, camekan konulur, tarihi alan olarak koruma altına alınır, siz nasıl burayı korumuyorsunuz” sorusu karşısında yaşadığı üzüntüyü anlattı. “29 padişahın tahta çıkışına tanıklık etmiş bu tarihi cülus yolu, Evet! daha düne kadar burası otopark olarak kullanılıyordu, inşallah daha duyarlı davranılarak, hak ettiği değer verilir” diyerek umutlarımızı tazeledi.
Padişah yönetimi resmiyete kavuşturan bu törenlere ve yola ismini veren cülus ise yeniçerileri verilen ikramiyeye verilen isimdi. Cülus Töreni’nde tahta oturacak şehzade kara veya denizden buraya gelir, kılıç kuşanır, sonrasında Edirnekapı, Fatih, Divanyolu güzergahında atalarının kabirlerini ziyaret ederek Topkapı Sarayı’na gelir ve resmen padişah olurdu.



Mihrişah Valide Sultan, Eyüb Sultan ilçesine eserleriyle mührünü vurmuş

Cülus Yolu’nda yürürken bu alana 3. Selim’in annesi Mihrişah Valide Sultan’ın eserlerinin damga vurduğuna şahitlik ettik. Kabri de yine burada yaptırdığı Sıbyan Mektebi’nin karşısındaki türbesinde yer alıyor. Geliniyle iyi geçinmesiyle meşhur Valide Sultan geliniyle yan yana yatmaktadır. Tarihi yapıları zarar gören ve yeniden yapım beklediği yerleri bulunan Sıbyan Mektebi’nin içerisini gezdik. Hoş sohbetle ve ilgiyle karşılandık, ücretsiz ebru, Osmanlıca, ney gibi kursların verildiğini öğrendik, sevindik. Hemen kayıt yaptırmak isteyenlerimiz oldu. Mihrişah Valide Sultan’ın hayır eserlerinden, günümüzde hala yaşayan diğer bir hayrı da, çeşmesine gelmeden, binek taşının az aşağısındaki aşevi, içerisine girdiğimizde sıcak yemek kokuları, yüzlerce sefer taslarıyla karşılaştık. Günde 2 öğün olmak üzere, 2 bin ihtiyaç sahibine yemek verildiğini öğrendik. Biraz daha aşağı yürüdüğümüzde belki de İstanbul’un en süslü, ihtişamlı sebiliyle karşılaştık. Mihrişah Valide Sultan Sebili oldukça zarif ve estetik duruyor. Çeşmelerde su ile ilgili ayetler ve hemen yanındaki isimsiz türbe dikkatimizi çekti. Karşısındaki Sadrazam Hüsrev Paşa, Prens Sabahattin ile aynı türbede yatıyor.

Hemen yan taraflarında ise 14 vakfiyesi ile Osmanlı Dönemi’nin en büyük hayır sahiplerinden olan 2. Mahmud’un kızı, Osmanlı ailesindeki tek kadın şair olan Adile Sultan, eşi Kaptanı Derya Mehmet Ali Paşa ile aynı türbede kıyamet gününü bekliyor.

Burayı geçiyor, sol köşeyi dönüyor, Sultan 2. Abdülhamid Han’ın 22 yıl Bahriye Nazırlığı’nı yapan Hasan Hüsnü Paşa’nın hayatını, türbesinin önünde dinliyoruz. Padişah’ın dostluğunu nasıl kazandığından dem vurarak, Eyüb Sultan’daki Kaptanpaşa Camisi, Kadıköy ve Kasımpaşa gibi birçok yerde yaptırdığı cami ve hayır eserlerini öğreniyoruz.

Sur dışında yatan tek Osmanlı padişahı: Sultan Mehmed Reşad

Buradan İstanbul’da medfun bulunup da sur dışında yatan tek Osmanlı Padişahı olan Sultan Mehmed Reşad’ın türbesine geçiyoruz. Eyüp Sultan Hazretlerinin camisinin eteklerinde yatan Sultan Reşad,  ılımlı ve sakin bir kişiliğe sahipti. Çocuk seslerini severdi, türbesinin hemen yanında da imam hatip lisesi öğrencilerinin ses cıvıltıları arasında ebedi istirahatta bulunuyor.

Buradan halk arasında Hızır A.s türbesi diye birçok dilekte bulunulan, türbenin etrafında birçok yazıların yazıldığı Kanuni’nin torunu, Mihrimah Sultan ve Rüstempaşa’nın kızları Ayşe Hanım Sultan’ın eşi olan Nişancı Feridun Paşa’nın türbesine geliyoruz.

Nişancı Feridun Paşa, Osmanlı arşiv sistemini düzenleyen isim olarak ayrı bir değere sahiptir. Beratlar, tarihi vesikalar, onun sayesinde arşivlenerek bugünlere ulaştı, desek abartmayız.

Böylesine önemli bir devlet adamının yanından her sokağı ayrı bir miras barındıran karşı caddeye geçiyor, Osmanlı Devleti’nin en önemli sadrazamlarından, Don-Volga-Süveyş kanalı gibi stratejik projelerin sahibi Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın türbesine geçiyoruz. İçeri girdiğimizde heyecanlanıyor, çıkışta hakkında bilgiler alıyoruz. Ne kadar zeki olduğu devşirmeler için uygulanan çorba yeme testindeki taktiğinden belli olmuş. Çocukların önüne konan çorbayı büyük kaşıklarla yemeleri istenmiş, ancak kaşıklar o kadar büyükmüş ki, çorbayı ağza götürmek mümkün değil, üzerine döken, ağzını bulamayan derken bir bakıyorlar karşılıklı iki çocuk, kaşıkları kendi ağızlarına değil, birbirlerine ağızlarına götürüyor, bir güzel de doyuyorlar. İşte bu akıl dolu taktiğiyle farkını koyan kişi, Boşnak asıllı, 2 metrenin üzerinde boya sahip Sokullu Mehmet Paşa’dır.

Buradan 2. Abdülhamid dönemi Şeyhülislamlardan Üryanizade Ahmed Esad Efendi’nin kabrine uğruyor, buradan Kanije fatihi Siyavuş Paşa’nın türbesine geliyoruz. İlginç bir hayat hikayesi olan Siyavuşpaşa hazine kethüdalığından Sadrazamlığa yükseliyor, askerlerle bir türlü arasını düzeltemediğinden 3 defa geliyor gidiyor ve sonunda inzivaya çekiliyor.

Buradan ilk buluşma yerimiz olan meydandaki havuz başına çıkarken camiye açıktan bakan, havuzun yanına denk gelen, kendi yaptırdığı, küçük ama estetik bir medresenin yanında kabri bulunan Ebussuud Efendi’yi ziyaret ediyoruz. Özel davet ile gelen Dedesi Ali Kuşçu gibi Eyüb Sultan’ın dizleri dibinde ebedi istirahata çekilmiş. Kanuni’nin kardeşi gibi gördüğü bu değerli alim ve din adamımız cinlerin ve insanların şeyhülislamı olarak bilinir.

Buradan sola dönerek İstanbul’un en büyük mezar taşlarının bulunduğu Saçlı Abdülkadir Efendi Mescidi’ndeki hazireye geçiyoruz. Haçova Meydan Muharebesinde padişah 3.Mehmed’e verdiği cesaret ile savaşı Osmanlı’nın kazanmasını sağlayan Hoca Sadeddin Efendi de buradaki hazirede medfundur. I. Selim’in Nedimi Hasan Can’ın oğlu olan Hoca Sadeddin aynı zamanda başta Tacü’t-Tevarih (Telif – kuruluşundan I. Selim’in ölümüne kadar Osmanlı Tarihi) olmak üzere eserleri olan bir tarihçidir.
 

Edebi Sultanlılar Güzergahı’nda kimler yok ki!

Böylesine manevi bir ortamda, kutlu sahabi’nin etrafında, hatta camisinden yükselen ezan sesinin duyulabildiği sevgi çemberinde kim olmak istemez ki, Eyüb Sultan Hazretlerinin ayağı dibinde, manevi ruhu ortamında kıyameti beklemek alimlerin, şairlerin, komutanların, bütün Müslümanların en büyük duaları arasındadır.
Buna mazhar olanlarda az değil. Hatta bunları görmek adına tepeye doğru tırmanmaya başladık. Kim bu nasipliler bir görelim dedik.

Zaten güzergahın ismi belli, Edebi Sultanlılar Güzergahı!
Yukarı çıkarken merhum alim Esad Coşan, ardından Necip Fazıl’ın kabrinin oraya geldiğimizde kendisi de şair olan arkadaşımız Ekrem’in peşine takılarak merdivenlerden kabrine çıktık. Edebi dille anlattığı hayat hikayesini dinledik.

“Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir”
O sağ yönüne talip oldu, çileler çekti, yılmadı, bizlere büyük eserler bıraktı.”

Birçok edip ve alimlerimizin isimlerini görerek merakla yukarıya devam ettik, Genç kardeşlerimizden Bünyamin’in, Bestekar Sezai Dede Efendi’nin kabri başında kendisi ve Mevlevilik hakkında kısaca bilgi vermesinin ardından yine yokuşa tırmanmaya devam ettik.

Pierre Loti Tepesi değil, İdris-i Köşkü Tepesi olsun…

Sonunda tepeye geldik, bir büyük alim ve devlet adamımızı daha ziyaret edip muhteşem Haliç manzarasına dalacaktık. Bir de bu tepenin adının bir gayrimüslime teslim edilmesine karşı çıkacaktık. Bu kadar büyük zatların, manevi büyüklerimizin bulunduğu yere bu isim nasıl verilebilir, nasıl hala kalabilir? diye düşünürken rehberimiz olan tarihçi İbrahim Akkurt, kabri başına geldiğimiz İdris-i Bitlisi’yi anlatırken bu tepenin eskiden “İdrisi Köşkü Tepesi” olduğunu söyledi. Burada köşkü bulunması nedeniyle bu isimin verildiğini, zamanla bu köşkün kahve olduğunu, sonrada kahveye gelen aslında yazar mı, ajan mı tam anlaşılamayan Türk dostu olduğu söylenen Pierre Loti’nin ismini verilmesinin yanlışlığını dile getirdi.

İdrisi Bitlis’i türbesine bu sohbetle giderken türbesi başına vardık. Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde Kürt aşiretleriyle anlaşarak Güneydoğu sorununu ustaca çözen bu alim ve komutanın ruhuna Fatiha göndererek tepeden İstanbul’u temaşa etmeyi ihmal etmedik.

33 sahabi’nin yattığı, onlarca alimimizin bulunduğu, tarihi evlere sahip bu ilçeyi ve mezarlık koruyucusu kedilerini, eşsiz Haliç manzarasını yakından gördük, hissettik. Uhrevi duyguları yoğun yaşadığımız, bol bol fotoğraf çektiğimiz, kültürümüzü arttırdığımız oldukça mutlu olduğumuz bir geziyi daha böylece noktaladık. Emeği geçenlere teşekkür ediyor, bir dahaki gezide görüşmeyi iple çekiyorum.

1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

duyurular DUYURULAR
editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
hava durumu HAVA DURUMU
anket ANKET

e-gazete E-GAZETE
arşiv HABER ARŞİVİ
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat

İstanbul'dan Dünya'ya Tarih'in İzinde