Şehirlerin hem siluetinde hem de tarihinde köprülerin son derece önemli bir yeri vardır. Suyun ve denizin mebzul bulunduğu İstanbul’da da elbette köprüler ana konuların başında gelecektir. Nitekim yakın bir zaman önce üçüncü boğaz köprüsünün kullanıma açılması ve tarihi Galata Köprüsünün kaldırılması, İstanbul’un köprü macerasını bir kez daha gündemimize taşıdı
İstanbul köprüler açısından dünyanın nadir şehirlerinden biridir: Bir tarafta Asya’yı Avrupa’ya taşıyan köprü ve geçitler bulunur. Diğer tarafta ise Galata’yı İstanbul’a bağlayan köprüler vardır ki; bunlara yakından ve dikkatle bakılırsa, sadece insan ve vasıta taşımadıkları görülür. Aynı zamanda “geleneksel doğu” ile “modern batı” arasında bir “köprü” vazifesi de yaparlar.
Haliç üzerine köprü yapma teklifleri
Kesin olmamakla birlikte Haliç üzerine ilk köprü Bizans zamanında inşa edildiği bilinmektedir. Eyüp – Sütlüce arasında uzanan bu köprünün, Evliya Çelebi ayak kalıntılarını gördüğünü yazar. Haliç’in en dar yeri burasıdır (220 metre kadar). 1204 yılında İstanbul’u kuşatan Haçlılar Haliç’in yukarı kısımlarında bulunan bir taş köprüden bahsetmektedirler.[1] Haçlıların gördüğü köprü, belki de Kâğıthane ile Alibeyköy dereleri arasında, köprü inşa etmenin nispeten daha kolay olduğu mahalde bulunmaktaydı.
II. Mehmet 1453 yılında İstanbul’u kuşattığında, Haliç üzerinde ordu ikmalini kolaylaştırmak için geçici bir köprü inşa ettirmiştir. Bu köprünün fıçılar üzerine yerleştirilen ahşap bir döşemeden ibaret olduğu ve yan yana beş kişinin geçebileceği genişlikte yapıldığı tahmin edilmektedir.[2] Ancak bütün bu teşebbüsler kalıcı yapılara dönüşmemiştir. Nitekim fetihten sonra, meşhur İtalyan ressam Leonardo da Vinci Sultan II. Beyazıt’ın Galata’yı İstanbul’a bağlayacak bir köprü kurma teşebbüsünde bulunduğunu haber alır. Buna dair hazırladığı projeyi bir mektupla sultana gönderir. Önemli Türkologlardan Franz Babinger, teklifi ihtiva eden ve Topkapı Sarayı’nda bulunan mektubu incelemiştir. Mektupta tarif edilen köprünün, Fransız Enstitüsü kütüphanesinde bulunan Leonardo da Vinci’nin el yazmalarında yer alan iki köprü çizimiyle uyumlu olduğunu ortaya çıkarmıştır. El yazmalarında bulunan çizimlerin yapılan teklif için birer eskiz çalışması olduğu düşünülebilir. 1503 tarihli olduğu tahmin edilen bu mektupta Leonardo, Sultan II. Beyazıt’a Galata – İstanbul arasında inşa edilebilecek köprüyü şöyle tarif etmekteydi:
“Acizleri, efendimizin Galata’dan İstanbul’a bir köprü kurdurmak için teşebbüse geçtiklerini işittim. Lâkin bu işe ehil bir kimse bulamadıklarına muttali oldum. Bu işten anlayan kulunuz, arzularınızı tahakkuk ettirebilir. Köprü, yüksek bir kemer üzerine kurulacaktır. Fakat bu kadar yüksek kemerli bir köprü üzerinden kimsenin geçmek cesaretini göstermeyeceğini düşündüğüm için kenarlarını tahta parmaklıklarla örteceğim. Kemerleri o kadar yüksek tasarlamamın sebebi altından yelkenlilerin rahatça geçebilmeleri içindir. Efendimiz hazretleri irade buyururlarsa, Anadolu sahillerine kadar uzayacak, icabında açılır kapanır bir köprü dahi inşa edebilirim. Burada su daima hareket halinde olduğundan kenarların aşınmaması için bir çare düşündüm. Bununla su akıntısı dirsek ve kenarlara zarar vermeyecektir. İnşallah sultan hazretleri, bu aciz kulunun sözlerine inancını bağışlar da onu her zaman hizmetlerinde görmeği arzular ve cevap vermek lütuflarını esirgemezler.”[3]
Sultan’ın, Leonardo da Vinci’ye herhangi bir cevap verip vermediği henüz malum değildir. Ancak kesin olan bir şey var; köprü o devirde inşa edilmemiştir. Sultana sunulan bu projenin ne tür engellerle karşılaştığını bilmiyoruz. Belki de Sultan Leonardo’nun projesini beğenmemiştir. Fakat İstanbul’a köprü yapmayı arzu eden sadece Leonardo değildir. Aynı tarihlerde yine İtalyan bir sanatçı olan ünlü Michalengelo’nun da İstanbul’a geldiği ve bu projeyle yakından ilgilendiği bilinmektedir. Kimileri köprünün inşa edilmemesini bu iki sanatkârın arasındaki kıskançlığa bağlar. Köprü inşa edilmemiş olsa da dönemin en büyük İtalyan sanatçılarını, İstanbul’a çeken cazibenin üzerinde durulması gerekir. Bu sanatçılar, İstanbul’u alan Sultan Fatih’in oğlu Sultan II. Beyazıt’a hizmet etmeyi büyük bir ayrıcalık olarak gördükleri son derece açıktır.
İnşa edilen köprüler
Her halükârda İstanbul 1453 ile 1836 arasında köprüsüz kalmıştır. Bu süreç içerisinde iki sahil arasındaki ulaşım kayıklar vasıtasıyla sağlanmaktaydı. Haddizatında bu dönem içerisinde köprü, o kadar da zaruri bir ihtiyaç değildi. Zira Galata’da oturanların iş-güçleri Galata’da, karşı tarafta oturanların ise yine o taraftaydı. Şehrin zaman içerisinde büyümesi, iş yerlerinin çoğalarak ticari temasların artması bir köprü inşasını zaruri hâle getirmiştir. Nitekim bu ihtiyacı dikkate alan Sultan II. Mahmud, o sırada Kaptan-ı Derya vekâletinde bulunan Ahmet Fevzi Paşa’ya bir köprü inşasını emretmişti. Böylelikle Unkapanı’ndan Azapkapı’ya uzanan ve 600 metre zira’ında yani yaklaşık 350 metre uzunluğunda, o zamanın tarifi ile iki araba ile yüklü at ve iki tarafında piyadelerin birbirine dokunmadan geçebilecekleri genişlikte bir köprü inşa edilmişti. Köprünün altından ufak gemilerin geçmesi için küçük gözler de bulunmaktaydı. İşletme masraflarını karşılamak üzere geçenlerden “mürûriye” alınacağı ilân edilmişti. Ne var ki bunu duyan padişahın “Köprünün inşasından maksat halka kolaylık ve fayda göstermektir. Zinhar kimseden bir akçe dahi alınmasın” emrini verdiği söylenir. “Cisr-i Atik” olarak bilinen bu köprüye muhtemelen bu gerekçeyle “Hayratiye” ismi verilmiştir. 1836’da köprünün açılışında bizzat Sultan II. Mahmut da bulunmuş ve köprüyü atıyla birlikte geçmiştir.[4]
Haliç’e inşa edilen ikinci köprü ise Sultan Abdülmecid dönemine tesadüf eder. 1845’te tamamlanan bu köprü, Eminönü ile Karaköy arasında, dubalı ve ahşap olarak inşa edilen ilk köprüdür. Uzunluğu 500 metre kadar olan köprü, on sekiz yıl hizmet etmiştir. 1863’te köprü yenilenmiş ve yerine Karaköy Köprüsü yapılmıştır. Köprü döşemesinin tahtadan olduğu ve kenarlarında ahşap korkulukların koyulduğu bilinmektedir. İkinci Karaköy köprüsü 1875 yılına kadar hizmet vermiştir. Karaköy Köprüsünün demirden inşası için 1870’de bir Fransız şirketiyle anlaşma yapılmış fakat çıkan savaşlar nedeniyle ancak 1875’lerde, 480 metre uzunluğunda üçüncü Karaköy Köprüsü inşa edilmiştir. Bu köprüden ilk üç gün geçiş ücreti alınmamış, üçüncü günden sonra “mürûriye” adıyla ücret tahsil edilmeye başlanmıştır. Köprünün altında dükkân ve gazinolar bulunmakta, hatta Haliç tarafında bir de hamam yer almaktaydı. Taban döşemesi ahşaptan, kenar korkulukları dökme demirden yapılmıştı. İtalyan ressam Fausto Zonaro’un, Ertuğrul alayının geçişini tasvir eden tablosundaki köprünün bu köprü olması kuvvetle muhtemeldir.
Sultan II. Abdülhamid devrinde artık eskimiş olan köprünün yenilenmesi düşünülmüş ve bu maksatla Fransız mimar Bouvar’a bir proje çizdirilmişti. Ancak sultanın tahttan indirilmesi ile proje hayata geçmemiştir. Ağustos 1915’te İngiliz denizaltıları Galata’yı İstanbul’a bağlayan köprüyü havaya uçurmuşlardır.[5] 1920’de İstanbul işgal edilince, İngiliz, Fransız ve İtalyan yüksek komiserlikleri, Galata Köprüsünden geçenleri ayrım yapmaksızın ve milliyetine bakmaksızın vergilendirme yoluna gitmişti.[6]
Pek çok tarihî hadiseye şahitlik ederek, Cumhuriyetin başlarına kadar kullanılan köprü, 12 Şubat 1936 gecesi şiddetli bir kar fırtınası sırasında yerinden koparak dağılmıştır. O dönemde köprünün bu perişanlığı mizah konusu edilerek çeşitli karikatürler çizilmiş ve hakkında yazılar yazılmıştır.[7] Bu tarihten sonra tamir edilen köprü yine ahşaptan yapılmış ve ismine “Atatürk Köprüsü” denilmiştir. 1954 yılında ise köprü asfalt ile kaplanmıştır.
1992’de çıkan bir yangınla zarar gören bu tarihî Galata Köprüsü, kullanılamaz hale gelmiştir. Böylelikle Aralık 1994’te açılan ve bugün hâlâ kullanılmaya devam edilen yeni Galata Köprüsü inşa edilmiştir. Eski Galata köprüsünün 2012 yılında orta kısmı çıkarılmış ve nitekim yapılacak olan tüp geçit projesi gerekçesiyle[8] Aralık 2016’da tamamen sökülerek tersaneye kaldırılmıştır. Böylelikle pek çok yazar ve şairin yanı sıra İstanbulluların hatıralarını barındıran ihtiyar köprü, tarihin tozlu sayfalarında yerini almıştır.
Hazır yeri gelmişken, Galata Köprüsünün isimlerine de yer verelim: “Cisr-i Cedid” (Yeni Köprü), “Karaköy Köprüsü”, “Tahta Köprü”, “Dubalı Köprü”, “Daldırma Köprü”.[9]
Galata Köprüsü’nden Yansımalar
Aslında Galata köprüsü, Galata ile İstanbul’u sadece coğrafî olarak değil, kültürel ve ekonomik olarak da birbirine bağlamıştır. 1850’lerden itibaren İstanbul’a giren bankacılık, kendisine Galata’da yer bulabilmiştir. Nitekim 1856’da Osmanlı Bankası Galata’da kuruldu. Böylelikle Galatalı Bankerler zümresi ortaya çıkmaya başladı. Karaköy’ün karşı yakasında ise Mısır Çarşısı, Mahmutpaşa, Kapalı Çarşı ve bedestenler gibi pek çok geleneksel ticaret merkezleri bulunmaktaydı. İstanbul, sadece bir kaç yüz metre aralıklarla, sanki doğuyu ve batıyı temsil eden iki şehri barındırıyor gibiydi. Bugün geldiğimiz noktada İstanbul’un bu her iki ciheti birbirinden epeyce etkilenmiş görünüyor. Oysa Edmondo de Amicis bu kanaatte değildir. Ona göre “günde yüz bin kişinin geçtiği bu köprüden [Galata] on senede bir, bir fikir bile geçmez.”
Edmondo de Amicis demişken, onun son derece canlı Galata köprüsü tasvirlerini atlamak olmaz. 1874’te İstanbul’a gelen Amicis, İstanbul halkını görmek için büyük Valide Sultan Camiinin [Yeni Camii] karşısında, dubaların üzerine oturtulmuş köprüye gitmek icap eder, sözleriyle Galata köprüsünü anlatmaya başlar. Ona göre; her iki sahil de Avrupa’da olmasına rağmen köprünün Avrupa’yı Asya’ya bağladığı söylenebilir. Zira İstanbul’da Avrupalı olan sadece topraktır. Etrafını çeviren küçük Hristiyan mahallelerinin bile Asyalı bir hali ve karakteri vardır. Altın boynuzu nehre benzeten ünlü seyyah, İstanbul’un bu iki dünyasını, okyanus gibi birbirinden ayırdığını aktarır; Galata ile Beyoğlu’nda, hararetle açık açık, teferruatıyla ve tefsir edilerek dolaşan haberler karşı sahile ancak kopuk kopuk ve anlaşılmaz bir surette, uzak bir aksisada ile gelir.
E. Amicis Galata köprüsünün üzerindeki manzarayı şöyle anlatır: “Köprüde durunca, bir saat içinde bütün İstanbul’un geçit yaptığı görülür. Bu, güneşin doğuşundan batışına kadar durmadan dinlenmeden karşılaşıp, karışan, bitmez tükenmez bir insan akıntısıdır. Hindistan çarşıları, Nijni-Novgorot panayırları, Pekin bayramları bunun yanında hiç kalır. Bir şey görebilmek için köprünün küçük bir yerini seçmeli ve hep oraya bakmalıdır. Oraya buraya bakınca göz iyi görmez olur, zihin karışır… Koskoca yüklerin altında iki büklüm olmuş, koşarak geçen bir sürü Türk hamalının arkasında, etrafa kaçamak bakan bir Ermeni kadınının bindiği sedef ve fildişi kakmalı bir tahtırevan ilerler. Yanda, beyaz burnuslu bir Bedevî ile ipek sarıklı ve mavi kaftanlı ihtiyar bir Türk’ün yanı sıra peşinde işlemeli bir ceket giymiş tercümanıyla genç bir Rum atının üstünde geçer. Önünden sırma şeritli bir vardacının koştuğu Avrupalı bir sefirin arabasına yol vermek için mahrutî koca külâhlı, devetüyü hırkalı bir derviş kenara çekilir. Daha geriye dönmeden, kendinizi kocaman astrakan kalpaklı bir sürü İranlının ortasında bulursunuz. Bunların arkasında da iki yanı yırtmaçlı harar gibi sarı bir cübbe giymiş bir Yahudi çıkagelir… Her zaman olan şeydir bu ama İstanbul’a yeni gelenlere acayip görünür. Birbirinden bu kadar farklı olan bu insanlar burun buruna geldikleri halde, Londra halkı gibi, birbirine bakmadan geçip giderler, kimse durmaz, acele acele yürürler ve yüzlerce insandan birinin bile tebessüm ettiği görülmez.”[10]
GALATA Köprüsü Yıkıldı, Express and Telegraph, 1915
Şayet E. Amicis’in abarttığını düşünüyorsanız, Fransız René du Parquet’e kulak vermelisiniz. 1863-1864 yıllarında İstanbul’da bulunan R. Parquet’e göre; Kapalıçarşı’ya gitmenin en kestirme yolu Galata’nın Karaköy denilen kısmıyla, İstanbul’u birbirine bağlayan ve döşeme tahtaları kötü birleştirilmiş dubalı köprüdür. Bu köprüden aralıksız gidip gelen, Asya, Avrupa ve Afrika’nın her milletinin oluşturduğu kalabalık renkli bir görünüm arz eder. Köprünün her iki ucunda geçiş bedelinin ödendiği kulübeler bulunur; beyaz giyinmiş iki adam, bin bir güçlükle paraları tahsil etmeye çalışır. Eğer görününüz ve giyiminiz yabancıyı andırıyorsa, vapurdan iner inmez, İtalyanca, İspanyolca ve Fransızca karışımı bir dille sizi Kapalıçarşı’ya davet eden biriyle karşılaşırsınız. Karşınıza daha ilk çıkan adamın hizmetini kabul mü etmediniz? Hiç vazgeçmeyecek ve insanı sinir edecek bir inatla peşinize takılacaktır.[11]
Birbirinden bağımsız olarak yazılan şu ifadeler, aradan yaklaşık bir buçuk asır geçmesine rağmen, sanki bugünü anlatıyor. Şimdilerde teknoloji ile birlikte ulaşım vasıtaları, hatta insanların dış görünüşleri değişse bile Amicis ve Parquet’in tasvir ettiği bu manzara, zihniyet olarak Galata köprüsü ve civarında hâlâ yaşamaktadır. Oysa bugünkü Galata köprüsü tarihî köprü bile değildir. Öyle anlaşılıyor ki, zamanın bunca yıpratıcılığına rağmen İstanbul, renkliliğini muhafaza etmeye devam etmektedir.
Sonuç olarak, Rialto Köprüsü (1591) Venedik için ne anlam ifade ediyorsa, Pont Neuf Paris (1607) ve Westminster (1862) Londra için neyse, Galata Köprüsü de İstanbul için aynı manayı ifade ettiğini söyleyebiliriz.[12] Yani İstanbul’un asıl simgelerinden birisidir. Nice ayrılıklara, buluşmalara, hüzünlere, hasretlere ve hatta cinayetlere sahne oldu. Pek çok şair, yazar ve ressama ilham verdi. Gele gele bugünlere kadar ulaştı. Bize düşen onu muhafaza etmek ve geleceğe taşıyabilmektir.
NOTLAR
[1] Semavi Eyice, Tarih Boyunca İstanbul, Etkileşim, 2006, s. 269 – 270.
[2] S. Eyice, aynı yer.
[3] Feridun Fazıl Tülbentçi’nin sadeleştirdiği bu mektup Vatan gazetesinde yayınlanmıştır. Vatan, “Leonardo da Vinci’nin İkinci Beyazıt’a bir Mektubu”, 19 Ocak 1953. Mektubun Osmanlıca sureti ve köprü eskizi için bakınız: Yeni İstanbul, “Leonardo da Vinci’nin İkinci Beyazıt’a Teklifi”, 2 Nisan 1952.
[4] Osmanlı Bankası Arşivi, Salt İstanbul, Feridun Fazıl Tülbentçi’nin “İstanbul Köprüleri” başlıklı yazısı, Numara: FFTDOC00051A1
[5] Express and Telegrsaph, “Galata Bridge Destroyed”, 4 August 1915.
[6] Central File: Decimal File 867.00, 23 Temmuz 1920.
[7] S. Eyice, Tarih Boyunca İstanbul, s. 271 - 2.
[8] Milliyet, “Haliç’e Tüp Geçit Geliyor”, 28 Ocak 2016. http://www.milliyet.com.tr/halic-e-tup-gecit-geliyor-gundem-2185528/
[9] Beşir Ayvazoğlu, “Elveda Galata Köprüsü”, Karar Gazetesi, 1 Ocak 2017.
[10] Edmondo de Amicis, İstanbul (1874), Çeviren: Beynun Akyavaş, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2013, s. 21 – 31.
[11] René du Parquet, İstanbul’da bir Yıl, Çeviren: Sertaç Canbolat, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2008, 15 – 16.
[12] Bu benzetme 1922 tarihli bir gazeteden alınmıştır: Chariton Courier, “Constantine’s City”, 22 Aralık 1922.