Bu efsaneye göre: Süleyman Aleyhisselam, Kaf Dağları’na kadar yeryüzünün tek sultanı olduğu halde, okyanusun ortasındaki Ferendüz Adası’nın hükümdarı Saydun’u bir türlü hükmü altına alamamıştı. Saydun çok gururluydu, Hazreti Süleyman da olsa kimseye boyun eğmiyordu. Hazreti Süleyman’ın buna canı çok sıkıldı ve Ferendüz Adası’na bir sefer tertip etti.
Hazreti Süleyman bir gazaya gideceği zaman emir verir, tahtadan bir döşeme yaptırırdı. Önce tahtı bu döşemeye yerleştirir, askerleri, hayvanları, bütün harb aletleri, teçhizatı ve gerekli her şeyi de yükletir, sonra da şiddetle esen rüzgara emrederdi. Rüzgar hemen tahta döşemenin altına girer-sabahtan öğleye kadar bir zaman içinde- onları bir aylık yola götürürdü. Bu seferinde yine öyle oldu. Hazreti Süleyman Ferendüz Adası’na gitti. İnsan ve cinlerden müteşekkil ordusuyla Kral Saydun’u yendi. Memleketini ve halkını esir etti. Sonra da Saydun’u huzuruna getirip ateş saçan kılıcıyla onu öldürdü.
Frendüz kralı Saydun’un dünyada eşi benzeri olmayan güzellikte genç bir kızı vardı. Adın “Alina” idi. Süleyman Aleyhisselam Alina’yı savaş hediyesi olarak aldı ve Hak dinine davet ederek onunla evlendi. Hazreti Süleyman’ın nesebleri saf ve şeref sahibi ailelerden olan hanımları vardı, ama Alina hepsinden başkaydı. Hazreti Süleyman onu kadınlarından hiçbirini sevmediği kadar severek kalbini verdi. Fakat Alina hep keder içinde yaşıyor, hep ağlıyordu.
Hazreti Süleyman bir gün kendisine sorar:
-Güzel Alina, senden ayrılmayan bu kaygı ve eksilmeyen bu gözyaşı nedir?
Alina ise:
-Ya Eminullah, babamı hatırladıkça keder ve hasret içinde kalıyorum, emret de benim için babamın bir heykelini yapsınlar. Sonra da bir saray yaptır, ömrümün geri kalan kısmını o sarayda dua ve ibadetle geçireyim. Babamın heykeline baktıkça da kederlerim gider…
Hazreti Süleyman sevgili hanımının bu ricasını kabul etti ve hemen insanları, cinleri, kuşları, rüzgarları toplayıp emir verdi:
-Tez olun! Dünyanın en güzel yeri neresidir, bulup bana haber verin.
Hazreti Süleyman Alinası’na yaptıracağı sarayın, dünyanın en güzel yerinde olmasını istiyordu.
Cinler, insanlar, kuşlar ve rüzgarlar yedi gün sonra haber getirdiler:
Süleyman Aleyehisselam hemen İstanbul’a geldi. Sarayburnu’nda bir gece geçirdi. Sabahleyin uyanınca havanın ve suyun etkisiyle kendisini tam manasıyla genç ve kuvvetli hissetti. Sonra cinlere emir verip hemen burada bir saray yaptırdı ve kıyamete kadar mamur olsun diye İstanbul için hayır duası etti.
Efsanenin sonu ise acıklıdır.
Meğer güzel Alina bu sarayda gizli gizli babasının heykeline taparmış! Hak dininin bir peygamberi olan Süleyman Aleyhisselam bunu öğrenince sevgili Alina’sını öldürdü.
“Biz Allah’ın kullarıyız, hep Allah’ın katına döneceğiz!” ayetini okuduktan sonra o putu, yani Alina’nın babasının heykelini kırdı, ardından temiz elbiseler getirilmesini emretti.
Bu elbiselerin iplikleri ancak bakire kızlar tarafından eğrilir ve dokunur, ancak bakire kızlar tarafından yıkanırdı. Hazreti Süleyman bunları giydi. Açık bir yere çıkarak yere kül serpilmesini emretti. Sonra külün üzerine oturdu, Allah’a dua etti. Dünyanın en güzel yerinde yaptırılan bu sarayda işlenilen günahın affını diledi. Ondan sonra Sarayburnu’nu da, yaptırdığı, sarayı da olduğu gibi bırakıp Kudüs’e döndü.
Evliya Çelebi efsaneyi böylece kaydettikten sonra Sarayburnu’na “Sarayburnu” denilmesinin sebebini budur demeye getirir. Hatta Milletler ve Hükümdarlar Tarihi adlı büyük eserinde tarihçi Taberi de yer zikretmeden bu rivayeti anlatır.
Biz de bunu böylece alıyoruz. Hatta Evliya Çelebi, Hazreti Süleyman’dan sonra oğlunun da Sarayburnu’nda birçok binalar yaptırdığını ve burasını merkez edindiğini, sonradan gelen kralların İstanbul’a “Hazreti Süleyman makamıdır” deyip çok önem verdiklerini, burasını mamur kıldıklarını yazar.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...