Türbe Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın 1858’de ölümünden hemen sonra Mimar Fossati’nin planına göre yapılmıştır. Bu türbe ile Sultan Beyazıt’ın türbesi arasındaki göz alıcı farklılık Osmanlı mimarisinin 3 asırlık dönemde ne denli değiştiğini gösterir. Kimdir bu Mustafa Reşid Paşa ve tarihimizdeki önemi nedir diyerek tarihi bir yolculuğa çıkıyoruz…
17. asrın Osmanlı bilginlerinden Kâtip Çelebi, Takvîmü’t Tevârih isimli eserinin sonunda şöyle der: “Kişinin ihtiyarlığına alâmet, saç ve sakal ağarmasıdır. Devletin kocadığına alâmet de, devleti yönetenlerin, saltanata ve süse düşkünlüğüdür. Ki bu, açık bir çöküntü eseridir. Devletlerin hayatında, duraklama devresinden sonra bu devre gelir. Refah, süs ve lükse rağbet fevkalâde artar. Eski hayat tarzı beğenilmez, terk edilir. Herkes şanını ve ününü artırmak hevesine düşer. Herkes her makama geçmeye başlar. En yüksek makam ve unvanlar, belli vasıflar aranmaksızın dağıtılır. Zevk ve rahat, keyif ve konfor, vazgeçilmez örf ve adetler haline gelir, tabii görünür. Asker zümresi, savaşın meşakkatlerine rağbet etmeyip, sulh ve sükûn ister. Savaşmaktan başka her işle uğraşır. Türlü mihnetler gerektiren memleket işlerine kimse el atmak istemez. Savaştan el çeken asker, halk içinde gittikçe itibar kaybeder. Düzen bozulur.”
Büyük devletlerin tarihlerinde dönüm noktaları vardır. Tanzimat adını verdiğimiz bu olayda bunlardan bir tanesidir. Tanzimat, bugün bile aradan 170 yıl geçmesine rağmen güncelliğini korumaktadır. Çünkü günümüzde de Tanzimat’ta olduğu gibi hemen hemen aynı problemlerle karşı karşıyayız…
Tanzimat, kelime anlamı olarak (tanzim’in çoğulu) idari işlerin düzeltilmesi için alınan tedbirlerin ve yapılan uygulamaların tümüdür. Geniş anlamda Tanzimat, Osmanlı devlet yapısında ve devlet toplum ilişkilerinde yapılan düzenlemeleri ifade eder. Bu düzenlemelerin ayrıntılarına inildiğinde bu bir “yeniden yapılanma” olarak da değerlendirilebilir.
Bir İslam ve Türk devleti olarak kurulmuş ve kendine has bir medeniyet ve kültür vücuda getirmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, kanun ve nizamlarının bozulmadığı, kültür ve medeniyet seviyesi bakımından Avrupa’dan üstün veya aynı seviyede bulunduğu devirlerde bir ıslahat teşebbüsüne hiç ihtiyaç duymamıştı.
Birçok müellifin belirttiğine göre 16. asrın ilk yarısında en kudretli devrine ulaşmıştı. Fakat 16. Asrın ikinci yarısında devletin kanun ve nizamları bozulmaya başladı.
17. asrın ilk yarısından itibaren Osmanlı Devleti’nin ıslahata muhtaç olduğu zarureti kendini gösterdi. ll. Osman ve IV. Murat zamanlarında, bilhassa Köprülüler döneminde ıslahat teşebbüsü Osmanlı Devleti’ni meşgul eden başlıca meseleler arasında yer aldı. Fakat yapılan ıslahat hareketlerinin istinat ettiği fikirler Koçi Bey Risalesi’nde görüldüğü üzere Avrupa’dan ziyade bizzat Osmanlı Devletinin kendi tarih ve kültüründen ilham almakta idi.
17. asra büyük karışıklıklar içinde giren Osmanlı, Rönesans’tan beri her sahada yeni ilerlemeler kaydeden Avrupa Medeniyeti karşısında kendi siyasi birliğini muhafaza ve devletin devamını teminat altına alabilmek için bu medeniyetten faydalanmak zaruretinde bulunduğunu kabul etmek mecburiyetinde kalır.
Bu durumu devlet adamlarından belki de en iyi kavrayan Tanzimat Fermanı’nın hazırlayıcısı ve okuyucusu Mustafa Reşid Paşa’dır. 1800’de İstanbul’da doğan Reşid Paşa varlıklı bir ailenin evladı değildi. Lakin kendini yetiştirmeyi başarmıştı. Devlet memurluğunda kısa sürede yükselmeyi başardı. 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında yazdığı tahriratla sade ve akıcı üslubuyla II. Mahmut’un dikkatini çekmiştir. Mustafa Reşid Paşa 1834’te ortaelçi rütbesiyle Paris’ gönderildi. Paşa orada büyük bir tecrübe kazanmış ve Avrupa’lı devletleri yakından tanıma imkanı bulmuştur. Bu seyahatte Paşa, Viyana’ya uğrayarak Avusturya başvekili Prens Metternich’le de görüşmüştür. Mamafih bu mülakat Mustafa Reşit paşanın kariyerinde önemli bir yer teşkil eder.
Paşa, Paris’te Fransızcasını oldukça geliştirmiştir. Fransa’da bulunduğu sıralarda Mısır meselesi ile ilgili problemleri halletmeye çalışacaktı. Bu sırada Fransa, Cezayir’e girmişti. Her ne kadar kendisine Osmanlı Hükümeti tarafından bu olaydan bahsedilmemesi istenmişse de o böyle bir durumda sükut nasıl oluyor diye tepki göstermiştir. Reşid Paşa her meselenin İngiltere’de hallolacağına kani idi. Londra elçisiyle sürekli alış-verişte bulunuyordu. 1835 yılı ortalarında İstanbul’a dönerek fikirlerini bir rapor halinde II. Mahmud’a takdim etti. Saygınlığı yüceliğine yakın olan padişah Reşid beyin fikirlerinden memnun kaldı. Reşid bey aynı yılın Temmuz ayında Paris’e daimi elçi olarak tayin edildi. Mısır meselesi işleriyle uğraşıyor ve Cezayir konusunda resmi taleplerde bulunmasa da rahatsızlığını dile getiriyordu.
1836 sonbaharına doğru Londra sefiri oldu. Reşit beyin İngiliz devleti hakkında takdiri büyüktü. O bütün siyasi meselelerin hal merkezinin Londra olduğunu düşünüyordu. Hatta Fransa ile Osmanlı arasındaki ihtilafların bile İngiltere vasıtasıyla çözüleceğine kanaat ediyordu. Londra’ya amedilikle gelmiş olan Reşid Bey 1837 haziranında Dışişleri Bakanlığı’na tayin olundu.
Mustafa Reşid Paşa, Mason kıyafeti ile
Tanzimat hareketinin baş aktörü olan Reşid Paşa, devletin içine düştüğü kötü durumdan kurtulmak için bir ferman hazırlanması gerektiğini devrin padişahı Sultan Abdülmecid’e bildirdi. Gülhâne Hatt-ı Hümayunu olarak da bilinen Tanzimat Fermanı bizzat Mustafa Reşid Paşa tarafından yazılmış padişah tarafından onaylanmıştır.
Tanzimat Fermanı 26 Şaban 1255 (3 Teşrin 11, 1839 ) tarihinde Pazar günü yapılan büyük bir merasim ile ilan olundu. Topkapı Sarayı’nın bölümlerinden olan Gülhane Köşkü önünde merasim için büyük hazırlıklar yapıldı. Bu merasime Sadrazam, Şeyhülislam, bütün saray erkanı ve devlet ricali, ulema, esnaf cemiyetleri, Rum, Ermeni Patrikhaneleri, Hahambaşı, İstanbul’da bulunan yabancı devlet sefir ve konsolosları iştirak ettiler. Hatt-ı Hümayunu Mustafa Reşit Paşa okumuş, Padişah merasimi Gülhane Köşkü’nden takip etmiştir.
Fermanın ilanı İstanbul’da bazı muhafazakar zümrenin memnuniyetsizliğine rağmen geçici de olsa birkaç gün bayram havası oluşmasını sağladı. Avrupa’da ise müsbet olarak karşılandı ve Basın yeni ıslahat hareketinin başarı elde edeceğini memnuniyetle belirtti. Ferman, ilanından sonra devletin resmi gazetesi onan ‘’ Takvim-i Vakayi’nin nr-187, 15 Ramazan 1255 (22 Kanun 1.1839 ) tarihli nüshasında yayınlandı.
Tanzimat Fermanı’nı beş bölüme ayırmak mümkündür. Birinci bölümde, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren Kur’anın hükümlerine ve şeriatın kanunlarına saygı gösterildiğinden, devletin kuvvetli ve halkın refahlı bir hale geldiği belirtilmektedir.
İkinci bölümde, yüzelli yıldan beri türlü olaylar ve sebeplerle ne şeriata, ne de faydalı kanunlara saygı gösterildiği, bu yüzden de devletin eski kuvvet ve refahı yerine zayıflığın ve fakirliğin geçmiş olduğu anlatılmaktadır.
Üçüncü bölümde, bu itibarla ALLAH’ın inayeti ve Hz. Peygamber’in yardımıyla devletin iyi idaresini sağlamak için bazı yeni kanunların konulması gerektiğine işaret edilmektedir.
Dördüncü bölümde de, yeni kanunların dayandırılacağı genel kurallar gösterilmektedir.
Müslüman ve Hıristiyan bütün tebaanın ırz, namus, can ve mal güvenliğinin sağlanması,
Verginin düzenli usule göre ayarlanması ve toplanması,
Askerlik görevinin düzenli bir usule bağlanması.
Beşinci bölümde, yeni kanunların dayandırılacağı genel prensiplerin gereği belirtilmektedir.
Halk arasında ilk başlarda genel olarak yeni uygulamalar olumlu karşılanmış olsa da zaman geçtikçe yapılması düşünülen icraatlar maalesef hayatiyetini bulamamış büyük sıkıntılara yol açmıştır.
Tanzimat Dönemini hazırlayanlar, yeni bir Osmanlı milleti oluşturmak için yüzyılların geleneği teba ve reaya (müslüman ve gayrimüslim ahali) arasındaki farkları kaldırırken, sadece hıristiyan Avrupa’nın gözüne girmeye çalışmışlardı. Görünüşte günümüzün yaklaşımıyla çok demokratça olan bu hareketleriyle, aslında müslüman ahaliyi gayrimüslimlerin tasallutu altına düşürmüşlerdi. Çünkü Batılı devletler ve çeşitli lobiler, gayrimüslimlerin haklarını koruma adına Devlet-i Aliyye’nin iç işlerine müdahale etme cüret ve cesaretini böylece yakalamışlardı.
Ne var ki, Tanzimat Fermanı’nın ilanından kısa bir süre sonra zengin evin değil kâhyaları, hizmetçileri bile evi yağmaya ve talana başladılar, tuğla tuğla evi söküp yıkmaya giriştiler. Gün geçtikçe züğürtleşen ev sahibi ise, evi kurtarmak için gerek yurt içindeki Galata bankerlerinden, gerekse Avrupa ülkelerinden faizle kredi almaya başladı. Alınan bu krediler ne yazık ki yatırıma dönüşmeden saraylar, köşkler, kasırlar yapımında kullanıldı. Ülke borç batağına gömülürken, diğer taraftan da Tanzimat zenginleri ve aydınları türedi.
Cemil Meriç Tanzimat’ı, “uçuruma açılan tereddiler dehlizi”; Tanzimatçıları da “gafil bir entelijansiya, sirenlerin şarkılarını dinleyerek diyar-ı küfre yelken açanlar” diye tasvir eder.
Şu tesbitler de ona aittir: “Avrupa’da okuyan, Tercüme Odası’nda yetişen, yeni bir dünyanın iğvalarına herkesten çok maruz bulunan entelijansiya (aydınlar), halktan koptu. Sonra başsız kalan kitle, ihtişamlı mazisinden uzaklaştırılmaya çalışıldı.”
Mustafa Reşit Paşa Türbesi’nin bahçesinde Sadrazam Mustafa Reşit Paşa, oğulları Mehmet Cemil Paşa, Ali Galip Paşa ve Salih Bey’in mezarları da yer alıyor. Türbenin kuzey cephesine bitişik olan demir şebekeli açık mezarda ise Reşit Paşa’nın kızı Adile Sultan bulunmaktadır.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...