İnsan kendi ayak seslerinin yankısını duymasa, kapalı bir yerde olduğuna inanamaz. Zihni karıştıran hiçbir şey yoktur, bu boşluğun ve bu aydınlığın içinde doğrudan doğruya ibadet düşünülür. Ne hüzün ne de dehşet veren bir şey vardır; ne hayal ne esrar, nede aklı karmakarışık eden beşeri varlıkların karışık sıralamasına ait tasvirlerin, belli belirsiz parladığı karanlık köşk bulunur. Işık içindeki çöllerin sert çıplaklığına uyan ve kendi sureti olarak ancak semayı kabul eden açık, berrak, göz kamaştırıcı ve müthiş olan, tek Allah fikrinden başka bir şey yoktur. İstanbul’un bütün selâtin camileri ruhu yükselten bu büyüklük ve bir tek fikre bağlayan bu sadelik içindedir. Bir mabetten ziyade mukaddes bir şehir olan ve içinde insanın yolunu şaşırdığı Süleymaniye…
İstanbul’u Süleymaniye’yi ilk defa görmüş yabancı birinin ağzından bu kelimeleri döktürecek kadar ihtişamlı olan Süleymaniye…
Maneviyatın ve maddi ihtişamın zirvesi.. Bir yerde halka açılan, halkın hizmetine sunulan külliyeler, diğer yanda yaratıcıya olan kulluğu ifade etmek için yapılan ibadethane. Bir yanda ihtişamın zirvelerine çıkılırken, diğer yandan sadeliğin, zarifliğin kanatlarında dolaşılıyor.
Süleymaniye Camii Muhteşem Süleyman’ın kudretini, gücünü gözler önüne serdiği, diğer yandan halkına karşı son derece ihtiyatın, düşüncenin, şefkatin gözler önüne serilişi, Muhteşem Süleyman’ın muhteşem mimarına yaptırdığı Muhteşem Süleymaniye Camii.
Süleymaniye Cami ve Külliyesi İstanbul’un üçüncü tepesinde, bu tepenin Haliç’e bakan yamacında kuruludur. Mimar Sinan tarafından 1550- 1557 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman adına inşa edilmiştir.
Süleymaniye Cami ve Külliyesi Mimar Sinan’ın geometri bilgisinin sonuna kadar kullandığının bir göstergesidir. Zira eğimli bir arazi üzerine, yüzyıllar boyunca depremlere, yangınlara dayanabilen bir yapı yapmak her er kişin harcı değildir. Her er kişin harcı değildir dedik ya böyle bir cami yapmak bizim Sinan’a nasip olur. 7 yıl gibi bir sürede böyle ihtişamlı bir yapıyı inşa etmek Sinan’ın ne kadar yüksek bir dehaya ve maharete sahip olduğunu gösterir.
Külliye ve Camii arasında çok ince ama belirgin bir çizgi vardır. Külliye etrafında maddi koşuşturmaların yer alması, sanki sadece dünya için çalışılırken Taç Kapıdan geçildikten sonra başka bir âlem başlar. Artık maddi unsurun önemsizleştiği, herkesin kendi iç muhasebesini yaptığı, manevi varlık âlemine açılan kapı. Avlu insana sakin bir huzuru bahşeder. Şadırvanından dökülen su sanki hüzzam ilahilere benzer. Her bir akışında bir nota bestelenir.
Süleymaniye her ne kadar büyük ve ihtişamlı görünse de insanlar için yegâne güvenli bir sığınaktır. Nice dertler Rabbe karşı arz edilirken, nice gözyaşlarının dökülmesine tanıklıketmiş, nice yetimleri bağrına basmış, nice sevinç sesleri avlusunda çınlamıştır. Cümle kapısından içeri girdiğinizde ise artık dönmemek üzere başka bir ufka dalarsınız. İçeri giren rengârenk güneş ışığı sanki Hz. Cebrail’in kanatlarına benzer. Gözlerinizi bu ışıktan alamazsınız. Bir an dışarıdan soyutlanır, zamanı ve mekânı algılayamazsınız. Çünkü burası başka bir âleme açılan kapı mesabesindedir ki insana unuttuklarını hatırlatır, hatırında olanları ise unutturur. Burada kalıp yüzyıllar boyunca ibadet etmek isteyebilirsiniz, ya da muhteşem akustiği altında okunan ezanın yüzyıllar boyunca sürmesini istersiniz.
Ezan. Günde beş vakit kulağımıza gelen bizleri yüce yaratıcımızın huzuruna davet eden bizlere ne için yaratıldığımızı sorgulatan yegâne ilahi sözler. Bu ilahi sözlerin bizlere ulaşmasını sağlayan minareler. Müezzinin günde beş kez çıkıp bizleri ilahi huzura davet etmesinin tanıkları olan minareler.
Sinan’ın zarif sanatının bir göstergesi olan minareler, İslam’ın ilk müezzini olan Hz. Bilal Habeşi’yi özlemle anarcasına dimdik, asil ve narin bir şekilde semayı süslemektedir.
Sinan İslam’ın mimarı dedik ya, burada da sanatını konuşturmuş minarelerin on şerefeli oluşunu Hz. Peygamber’in cennetle müjdelenmiş on şerefli arkadaşına benzetmiştir. Çünkü Hz. Peygamber’in zorluk anlarında yanında kendisine destek olan arkadaşları vardı tıpkı bir camiinin minareleri gibi.
Sinan aynı zamanda Sultanına karşı da son derece güzel bir üslupta camii minarelerinin on şerefeli olmasının onun onuncu hükümdar olması ile bağdaştırmıştır.
Taç kapının üstünde güzel bir hat ile yazılmış “Kelime- Tevhid” “Namazlarına riayet edenler, işte onlar cennetlerde ikram olunacak kimselerdir.” ayetleri yer almaktadır.
“Yüksek kubbesi ise, gökyüzüne altınla nakşedilmiş bir nurlu güneş gibi açık ve aydınlıktı. Minareler ile kubbe İslam’ın kubbesi olan sevgili Peygamber’i ve onun dört dostunu simgeliyordu.” “Sonunda caminin kubbesi kapandı ve diğer köşeler dengesini bularak tamamlandı. Hattatların kıblesi rahmetli Karahisari müsennâ hattı ile kubbeye “Allahüyemsiku’s-semâvâtivel-arz” “Allah gökleri ve yeri nizamları bozulmasın diye tutuyor” ayetini sonuna yazdı.”
Kubbeyi anlatırken sözlerime Sinan’ın kendi sözleriyle başlamak istedim. Zira böyle bir yapıyı inşa edenin kendisinden daha iyi tanımlayamam diye düşündüm. Ben sadece naçizane fikirlerimi beyan edebilirim.
Caminin iç kubbesi olanca güzelliğiyle karşımıza çıkıyor. Beyaz mermer ile aşı kırmızısının çevrelediği kubbe mermerleri, müsenna hat yazıları ve Allah Muhammed hat levhalarının çevrelediği renkli camlarından içeriye giren ışığın yaydığı asümânîlerin kuşattığı Muhteşem kubbe. Muhteşem kubbeyi ayakta tutan Sinan’ın İslam’ın dört halifesine ithaf ettiği fil yaklar. Fil ayakların oluşturduğu muhteşem denge.. Ancak Allah’a olan aşktan dolayı böyle bir yapıyı ortaya çıkarabilir. Sinan için mükemmellik Allah aşkı ile ilgilidir. Zira Sinan için İslam’ın mimarı desek pekte yanlış olmaz. Ana kubbenin merkezinde altın yıldızlarla yeşil zemin üzerine güzel bir hat yazısıyla işlenmiş:
“Şüphesiz ki Allah gökleri ve yeri, yıkılıp yok olmaktan koruyup tutuyor. Şayet yıkılırsa and olsun ki ondan sonra kimse onları tutamaz. Hakikaten O, acıyan ve bağışlayandır. ”
Böyle güzel bir kubbeye bu ayetin işlenmesi elbette tesadüfi değildir. Anlayabilenler için oldukça büyük manalar içerir. Her ne kadar böyle güzel bir kubbe yapılmış olsa da mülk O’nundur. O istemedikten sonra göklerde hiçbir şey tutunamaz.
Sinan bu mabed için Antik çağ unsurlarından dört tane sütun getirtmiştir. Bu sütunları antik kimliklerinden sıyırmış yepyeni bir kimlik ve üslup kazandırtmıştır. Bu sütunlardan biri Baalbek Jüpiter Tapınağı’ndan birini Kıztaşı mahallesinden diğer ikisini ise Topkapı Sarayı’ndan getirtmiştir.
İslam’ın nurunun her yeri kuşattığının, Süleyman’ın hükümdarlığının her yeri kuşattığının bir göstergesidir. Sinan, camiinin içini tam bir kompozisyon edasıyla inşa etmiştir. Zira oradaki bir çininin, hat levhanın yeri değiştirilse, oradan çıkarılsa sanki bütünlük bozulur. Camiinin çinileri bizzat Sinan tarafından sipariş edilmiştir. Çiniler yeşil, mavi ve kırmızı tonlarının hâkimiyetindedir. Caminin içinde yanan kandillerin her biri sanki bir pervaneye benzerler. 400 kandil aynı anda gök kubbeyi aydınlatırcasına camiinin içini aydınlatır.
Sinan’ın dehasını burada dahi görmekteyiz ki; bu 400 kandilin kubbeyi karatmasını önlemek için islerin bir arada toplandığı bir is odası meydana getirmiştir. Aynı zamanda bu oda is mürekkebinin ham maddesi isi bir araya getirmektedir. Sinan’ın camiiyi koruma içgüdüsü ile yaptığı bir güzelliği daha belirtelim ki oda; camiinin içinde kandillerin ortasında bulunan devekuşu yumurtaları camiinin içini örümcek ağlarına engel olmak için koyulmuştur. Sinan’ın yaptığı her işte bir sanat olduğu gibi bu devekuşu yumurtaları da nakışlarla süslüydü. Ne yazık ki nakışlarla süslü 300 devekuşu yumurtasından günümüze yalnızca nakışları silinmiş 30 devekuşu yumurtasına ulaşılabilmiştir.
Süleymaniye Camii Mihrabı Konyalı Yahya Usta’nın eseridir. Mihrap beyaz mermerden yapılmış olup yanların altın kaplamalı şamdan ile çevrelenmiştir. Mihrabın sağ ve sol tarafında çini süslemeler yer alır. Bu çini madalyonlarda Fatiha suresi yer almaktadır. Mihrabın üstündeki hat levhalarda Kelime-i Tevhit yer almaktadır. Daha üst kısmındaki pencerelerde ise Allah, Muhammed, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali yazılmıştır. Ortadaki büyük renkli pencereye ise Nur Suresi’nin “Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru içinde lamba bulunan penceresiz bir oyuğa benzer. Lamba cam içindedir. Cam sanki inciden bir yıldız..” mealindeki 35. ayet diğer bir pencereye de “Güneşi ışık ve ayı nur yapan O’dur.” ayeti nakşedilmiştir. Aynı şekilde minberin yanındaki pencerenin üstüne de Cin Suresi’nden ayetler nakşedilmiştir. Minber beyaz mermerden yapılmış olup olanca sadeliği ve asilliği ile durmaktadır. Caminin içinde daha birçok âyet hat levha üzerine nakşedilmiştir.
Artık camiden çıkma vaktimiz geldiğinde sağ kapı üzerinde sizi Zümer Suresi’nn 53. Âyetinin ilk bölümü karşılar. “De ki, ey kendilerine kötülük edip aşırıya giden kullarım Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. ”
Evet, camiinin çıkış kapısına ancak bu kadar anlam yüklü bir ifade konulabilirdi. Bu camiide hiçbir dünya kelamına gerek yoktur. Zira Allah’ın Kelamullah’ından her bir âyet bir köşeye nakşedilmiş ve insanları düşünmeye davet etmektedir.
Burcu TURHAN
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...