Günümüzde İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, Mısır, A.B.D. ve Türkiye’nin “kara başkentlerinden” yönetildikleri bir gerçektir. Fakat İstanbul’un dünya tarihinde 1600 yıl kesintisiz bir şekilde sahildeki tek başkentliliği ise ayrı bir özelliktir.
Yeditepe’sinden Anadolu ve Rumeli Kavaklarına kadar uzanan 30 kilometrelik “Nehr-i Aziz” olan Boğaziçi ve Adalar’ı ile tarihimizin Rumeli Kazaskerleri Ruznamçelerine, İstanbul Ahkamlarına ve Şer’i Sicil Defterlerine geçen bu “Belde-i Tayyibe” fethi müjdelenen şehirdir.
İstanbul’un son yapılan Yenikapı kazıları ile ortaya çıkan 2700 senelik bir kuruluşu olmasına rağmen, 8500 yıllık bir geçmişe sahiptir. Hatta Küçükçekmece Yarımburgaz Mağaraları buluntularından, M.Ö. 5000 yılları dolaylarında insanların yaşadığı tesbit edilmektedir.
Şehrimiz; 1– Bizantion, 2– Konstantinopolis, 3- İslampolis/İstanbul dönemleri olmak üzere üç uzun dönemi ihtiva etmektedir. İstanbul’un tarih öncesi karanlık dönemleri ile ilgili sayısız efsane ve mitoloji vardır. (Akla ve mantığa sığmayan hikayelerin hiçbir ilmi değeri yoktur)
Roma’da Paganlar ile anlaşamayan I. Konstantinos 328 yılında başkent Roma’yı Bizantion’a taşıdı. İstanbul, bir nevi Roma İmparatorluğu’nun başkenti oldu. Şehri surlarla çeviren devlet başkanı 11 Mayıs 330 yılında kendisinin de katıldığı büyük bir merasimle İstanbul’u başkent ilan etti ve şehre “Neu Roma”, “Second Roma” ve “Konstantinopolis” adları verildi. Burası 330 yılından 1922’ye kadar 1592 sene kesintisiz başşehir olmuştur. Şehrimiz tarihsel süreçte; Konstantiniyye, Konstantinopolis, 1453’ten itibaren ise İslampolis/İstanbul olmuştur.
İSLAM ŞEHRİ İSTANBUL
Hz. Peygamber(s.a.v.) Medine’de Hendek muharebesi esnasında Mısır ve İran’ın alınacağını söyleyip, “Letüftehannel Konstantiniyyetü fele ni’mel emiru emiruha vele ni’mel ceyşü zelikelceyş“(Konstantıniyye elbet feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu feth eden asker ne güzel askerdir) fetih hadisini ifade etmesiyle de Medine ile İstanbul’un kardeş şehir olduğunu ilan etmiştir. Feth-i Mübin’de bu hadis-i şerif ve Akşemseddin Hz.’nin Ebu Eyyüb-el Ensari’nin kabrini manevi bir keşif yoluyla bulması askeri cüsu huruşa getirmiştir. İstanbul’un Fethinden sonra ilk Cuma 1 Haziran 1453 günü Ayasofya’da kılınmış ve kutlu mabed Cami’ye çevrilmiştir.
Fetih sonrası Vezir Nişancı Mehmed Paşa, İstanbul’un gayr-ı menkulleri şahıslara verilip tapuya dönüştürülürse ileride büyük mahzurlarının olacağını padişaha anlatarak “sur içi” bölgesinde şahsi mülkiyete izin verilmemesini tavsiye eder. Bunun üzerine, Fatih bir ferman ile bütün toprakların; 1- Miri(hazine) arazi, 2- Vakıf arazileri olmak üzere korumaya alındığını duyurur. Toprak üzerinde yaşayanı “mukataa”’ya bağlamışlardır. Bu uygulama İstanbul’a has bir hukuk olarak yürürlükte kalmış, şehriler XIX. yüzyıla kadar gayrımenkul edinememişlerdir. İstanbullular, Mukataa(kira) ödeyip arazileri işletmişler, bu uygulamadan kendilerinden sonra çocukları da yararlanmıştır. Saray çalışanları ise hizmetleri sonunda halkın arasına karışmışlar, bu vesileyle sarayda aldıkları kültürleri şehre yayılmalarına sebeb oluyordu. Bunun tesiriyle İstanbullular genellikle; kibar, zarif, saygılı, dikkatli ve meydana getirdikleri sosyal bünye ile uyum içerisindeydiler.
Asıl İstanbul suriçidir. Buraya kayıtlarda “Nefs-i İstanbul” denilmiştir. Diğer kısımlar ise bilad-ı selase” adıyla anılan Üsküdar, Galata ve Eyüb Sultan semtleridir. Tarihte; İstanbullu şehri(şehirli), Eyüb Sultanlı köylü, Galatalı Frenk, Üsküdarlı kasabalı, Anadolu’dan gelenler ise taşralıdır.
“Nefs-i İstanbul” ve “Bilad-ı selase” de toplam 27 kadılık olup, buralara ait 9872 adet şer’i sicil defteri Cumhuriyete kadar intikal etmiştir.
XX. yüzyılın ilk yıllarına kadar İstanbul genelinde mevcut olan mahalle sayısı 289’dur. Sur içinde bulunan mahalle sayısı ise 169’dur. 1934 yılında Osman Nuri Ergin, İstanbul’daki mahalle sayısını 59’a düşürmüştür. 2008 yılında ise Fatih Belediyesi aldığı bir kararla sur içi bölgesindeki mahalle sayısını 24’e indirdi. Parası olup tarihi olmayan ABD sokaklarına, caddelerine isim yerine rakam verirken, şanlı bir tarihe sahip olan bizler, mevcut mahallelerimizi yok etmek suretiyle şehrimizden tarihi şahsiyetleri ve dolayısıyla tarihimizi silmiş olduk. Bu talihsiz uygulamaya tek örnek Fatih bölgesinde yapılan değişiklikler değil, Üsküdar semtindeki uygulamalar da vardır.
İSTANBUL’UN TAPULARI
İstanbul’da 200 çeşit gayrimenkul bulunmaktadır. Bu tapuların sayısı “Nefs-i İstanbul” diye tabir ettiğimiz bölgede 9665’tir. Tarihi yarımadadaki tescilli eser sayısı ise 2536 adettir.
Şehrimizde günden güne yıkılıp giden taşınmaz tarihi eserler, tespit edilip belgelendirilmeli, gravürleri, resimleri yapılıp fotoğrafları çekilmek suretiyle geniş çapta envanterlerinin çıkarılması, bu verilerin kitap haline getirilmesi ve yayınlanması şarttır.
Bu çalışma, 557 senedir üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada bulunmamızın vesikası, tapusu olacaktır. İstanbul’a en büyük darbeyi vuranlar ise; zelzeleler, yangınlar, bazı belediye başkanlarının yanlış uygulamaları ve şehre seküler bir plan hazırlayan Henry Prost’tur.
BİZANTOLOJİ
Bizans Döneminin çeşitli yönlerini araştıran ilmi saha Bizantoloji’dir. Bunun temelini H.Wolf (1516-1580) atmıştır. Petrus Gyllius ‘un İstanbul üzerine yazdığı kitap 1561 yılında Lyon’da Latince olarak neşrolundu. (Bu eser 1997 yılında E.Özbayoğlu tarafından Türkçeye tercüme edilerek Eren Yayıncılık’tan “İstanbul’un Tarihi Eserleri” adıyla yayınlandı). Batıda Bizans üzerine Külliyatlar çıkartılmıştır. Bizantoloji’nin Batı Üniversitelerinde ilim dalı olarak kabul edilmesi, Karl Kurumbacher’in (1856-1909) gayretiyle Münih Üniversitesinde 1892 yılında yayınlamış olduğu Byzantinische Zeitschrift isimli dergisiyle başlamıştır. Bugün Washington’daki Bizans Araştırmaları Merkezi Dumbarton Oaks bu yayını desteklemektedir.
Uluslararası Bizans Araştırmaları Kongresinin ilki 1924 yılında Bükreş’te, XXI.’se 2006 yılında Londra’da İngiliz Kraliyet ailesinin himayesinde gerçekleştirilmiştir. Bu kongrelerde sunulan tebliğler yayınlanmaktadır. Türkiye’de 25 Haziran 2007 “Bizans Sempozyumu”, 19-21 Kasım 2009 tarihlerinde (Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleşen ve açılışını Fener Rum Patriği Bartelemous’un yaptığı) “Bizans Semineri” ve Türk Tarih Kurumu’nun yaptığı “İstanbul’un Doğu Roma Günleri”, “Uluslararası Bizans Kültürü Sempozyumu” 21-23 Mayıs 2010 tarihlerinde Aya İrini’de gerçekleştirildi. Bu sempozyumda tanıtılan, dili Grekçe olup 1844 yılında yazılan “İstanbul Rehnüma”’sının, 2010 yılında Mısır’da basılan baskısının kapağını aşağıdaki fotoğrafta görebilirsiniz. Bu vesileyle bu kitabın Türk Tarih Kurumu tarafından yayına hazırlandığını da bildirmek isterim.
TTK tarafından yayına hazırlanan 1844 yılına ait kitap
İstanbul’un işgali yıllarında cami duvarlarına yapıştırılmış, Üsküdar’dan İstanbul’a bakarken görülen Sultanahmed, Ayasofya, Topkapı Sarayı ve derinlemesine Haliç’in fark edildiği büyük bir poster üzerindeki yazı şöyledir. “BU ŞEHİR KİMİNDİR?”… hemen altında ise “BU ESERLER KİMİN İSE BU ŞEHİR ONUNDUR” ifadesi okunur.
Süleyman Zeki Bağlan - İstanbul Kültür Tarihçisi
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...