Geçen yıl, 563’nci yılını kutladığımız Ahidname, Müslüman padişahın, farklı dinlere gösterdiği hoşgörünün sembolü olarak varlığını koruyor… Farklı din ve milletlerden insanları “ötekileştirmeyen”, aksine, “kucaklayan” yapısıyla yalnız Türkler’in değil, insanlığın ortak kültürünün en önemli metni olarak kabul ediliyor…
Bu ferman, Fatih Sultan Mehmed’in Bosna- Hersek’i fethinden sonra, 28 Mayıs 1463 tarihinde Milodraz’da yazılmıştır. Aslı Bosna-Hersek’in Fojnica şehrindeki Fransisken Katolik Kilisesi’nde olan bu ferman, Bosnalı Fransiskenlere geniş çaplı bir koruma sağlamaktadır. Aşağıda, fermanın Latin harfleriyle transkripsiyonu ve günümüz Türkçesine çevirisini bulacaksınız. Bu özgün bir çeviridir; internette kopyalana kopyalana yayılmış olan, eksik ve yanlışları bulunan metinden farklıdır.
Fermanın Latin haflerine Transkripsiyonu
Nişan-ı hümayun şu ki: Ben ki Sultân Mehmet Han’ım. Cümle avâm ve havâssa ma‘lûm ola ki, işbu dârendegân-ı fermân-ı hümâyûn Bosna ruhbânların amezîd-i inâyetim zuhûra gelip buyurdum ki, mezbûrlara ve kiliselerine kimse mâni‘ ve müzâhim olmayıp ihtiyâtsız memleketimde duranlar. Ve kaçup gidenler dahi emn-ü emânda olalar. Gelüp bizim hâssa memleketimizde havfsizsâkin olup kiliselerine mütemekkin olalar. Ve yüce hazretimden ve vezîrlerimden ve kullarımdan ve reâyalarımdan ve cemî‘-i memleketim halkından kimse mezbûrelere dahl ve ta‘arruz edip incitmeyeler, kendülere ve cânlarına ve mâllarına ve kiliselerine ve dahi yabandan hâssa memleketimize âdem gelirler ise yemîn-i mugallaza ederim ki yeri, göğü yaratan Perverdigâr hakkıçün ve Mushaf hakkıçün ve ulu Peygamberimiz hakkıçün ve yüz yirmi dört bin peygamberler hakkıçün ve kuşandığım kılıç hakkıçün bu yazılanlara hiçbir ferdmuhâlefet etmeye. Mâdâm ki bunlar benim emrime mutî ve münkâd olalar. Şöyle bilesiz.
Fermanın Günümüz Türkçesi ile Tercümesi
Bu padişah fermanı şöyledir: Ben ki Sultan Mehmet Han’ım; sıradan ve seçkin bütün insanlar tarafından bilinsin ki, bu padişah buyruğunu ellerinde bulunduran Bosnalı [Fransisken] ruhbanlara büyük bir lütufta bulunarak şunları buyurdum: Adı geçenlere ve kiliselerine hiç kimse engel olmayacak ve sıkıntıvermeyecektir ve onlar sakınmaksızın ülkemde yaşayacaklardır. Ve kaçıp gidenler bile güven içinde olacaklardır. Gelip ülkemizde korkusuzca oturacaklar ve kiliselerine yerleşeceklerdir. Ne ben, ne vezirlerim, ne kullarım, ne uyruklarım, ne de ülkemin bütün halkından hiç kimse adı geçenlere — kendilerine ve canlarına ve mallarına ve kiliselerine ve dışarıdan ülkemize gelenlerine— dokunmayacak, saldırıp incitmeyecektir. Yeri, göğü yaratan Rızıklandırıcı adına ve Kur’an adına ve ulu Peygamberimiz adına ve yüz yirmi dört bin peygamber adına ve kuşandığım kılıç adına yemin ederim ki, bu kişiler emrime itaat ettikleri sürece, bu yazılanlara hiç kimse uymazlık etmeyecektir. Böyle biline.
İnsanlığın ortak mirası…
İnsanlığın yakın tarihini değerlendiren uzmanlar açısından, siyasi tarih açısından iki önemli bildirgenin öne çıkması normaldir:
Birincisi, 4 Temmuz 1776 tarihinde, Büyük Britanya İmparatorluğu’na karşı bağımsızlık mücadelesi veren 13 Amerikan kolonisinin yayınladığı Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi… İkincisi, 1789 Fransız İhtilali sonrasında kabul edilmiş, Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi…
Bu iki bildiri, günümüz insan haklarına dayalı, çoğulcu ama azınlığın haklarını koruyan demokrasi anlayışının başlangıç noktaları olarak kabul edilirler. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde yer alan şu cümleler, günümüz dünyasına 18’nci yüzyıldan anlamlı ve bağlayıcı bir mesaj niteliğindedir:
• “Biz şu gerçeklerin açık olduğu görüşündeyiz: bütün insanlar eşit yaratılmışlardır, onları yaratan Tanrı kendilerine vazgeçilemez bazı haklar vermiştir, bu haklar arasında yaşama, özgürlük ve refahını arama hakları yer alır, bu hakları korumak için insanlar arasında meşru, iktidar hak ve yetkilerini yönetilenin rızasından alan hükümetler kurulmuştur. Herhangi bir hükümet şekli, bu amaçları tahrip eder bir nitelik kazanırsa, onu değiştirmek veya kaldırmak ve temelleri kendi güvenlik ve refahlarını sağlamaya en uygun görünecek ilkeler üzerine dayanan, güç ve yetkiyi aynı amaçla örgütleyen yeni bir hükümet kurmak o halkın hakkıdır.”
Ya da, ilk üç maddesini örnek olarak verdiğim Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin toplam 17 maddesi, günümüz dünyasının kurucu metni özelliğini taşımaktadır:
• Madde 1 İnsanlar, haklar bakımından özgür ve eşit doğar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak faydaya dayanabilir.
• Madde 2 Her bir politik birleşmenin amacı; doğal ve dokunulamaz insan haklarını korumaktır. Bunlar; özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı, güvenlik hakkı ve baskıya karşı direnme hakkıdır.
• Madde 3 Egemenliğin temeli, esas olarak ulustadır. Hiçbir kuruluş, hiçbir kimse açıkça ulustan kaynaklanmayan bir iktidarı kullanamaz.
İnsanlığın, demokrasiye, kendinden farklı olana saygıya, azınlık olanı koruma ve eşitlik zemininde insan haklarını sonuna kadar savunma mücadelesinin önemli metinlerinden söz ediyoruz… Ama, insanlık 18’nci yüzyılda bu olgunluğu yakalayana kadar tarihin köşe taşlarında kimlerin, hangi olayların isimleri yazılıydı? Bu sorunun yanıtı bizi, 16’ncı yüzyılın ortalarına ve Fatih Sultan Mehmet’e götürüyor. İnsanlık, zor bir dönemden geçiyor. Dünyanın dört bir yanında yaşanılan krizler, dini veya milliyetçi radikalizmin en uç örneklerini, bu örneklerle birlikte savaşın, yıkımın, hatta etnik temizlik girişimlerinin en korkunç görüntülerini sergiliyor. Belki de, bu nedenle, İstanbul’u, henüz 21 yaşında genç bir padişah olarak fethedip, imparatorluğunun sınırlarını en kısa zaman içinde Balkanlar’a kadar uzatan Fatih Sultan Mehmet’in, bundan tam 550 yıl önce Bosnalı Fransisken papazlar için yayınladığı Ahidname büyük anlam kazanıyor.
İlk insan hakları bildirisi…
Günümüz demokrasi anlayışının tarihsel köklerine indiğinizde, 1215 tarihli Magna Carta Anlaşması’na yönelmeniz kaçınılmazdır. 13’ncü yüzyılın başlarında, dönemin feodal beyleri ile kraliyet arasında imzalanan anlaşma, hanedanların “mutlakiyetini” sınırlandıran ve kralın tebası ile belirli bir düzenleme içinde ilişkisini kuran ilk anlaşma olarak değerlendirilir…
Magna Carta’nın 39’ncu maddesi önemlidir. Bu madde sayesinde günümüz demokratik hukuk sisteminin temeli atılmıştır:
“Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.”
Bu nedenle, Fatih Sultan Mehmet’in 1463 yılında Bosnalı Fransisken papazlar için yayınladığı Ahidname, bilim adamları tarafından “insan haklarının MagnaCarta’sı” olarak değerlendiriliyor. Bosna Hersek’in ortasından nehir akan, yeşil ve çok şirin kenti Fonitsa’ya hakim bir tepede kurulu Fransisken Manastırı’nda tam 550 yıldır saklanan Ahidname, Ortodoks Hıristiyan halklar ile çevrili bir coğrafyada, Müslüman padişahın Katolik papazlara verdiği güvencedir.
Balkan coğrafyasının kanlı ve her zaman çatışmalı tarihinde bu bölgedeki Fransiskenler, varlıklarını Fatih Sultan Mehmet’in kendilerine ibadet ve yaşam güvencesi veren bu fermanıyla koruyabildiler.
Bu nedenle, İstanbul’un Ümraniye Belediyesi’nin Ahidname’nin saklandığı kent olan Fonitsa’ya büyük bir kültür merkezi yapmış olması, bu kültür merkezinde “kültürler arası diyalog”un gelişmesi amacıyla düzenli olarak toplantı ve etkinliklerin düzenlenmesi anlamlıdır…
Bir ülkede, “demokrasi ve özgürlük” amacıyla sokaklara dökülen insanların arasındaki çatışmaların bir anda, etnik veya dini çatışmaya dönüşmesi…
Kendi halinde yaşayıp giden bir kültür grubunun “güçlü olduğuna inanan” diğerleri tarafından yok edilmesi…
21’nci yüzyıl, insanlığın kanlı hatıralarını hatırlamak bile istemediği 20’nci yüzyılda yaşanılmış olayları aşan trajediler ile yüklü gelişmelere sahne oluyor… Türkiye’nin komşusu Irak ve Suriye’de yaşanılan “etnikdini” temelli çatışmalar, bu çatışmaların Lübnan başta, tüm Ortadoğu’ya yayılma kaygısı günümüzün birinci gündem maddesini oluşturuyor…
Asya’nın uzak bir noktasında yaşayıp giderken bir anda katliamlar ile karşılaşan Myanmar’daki Müslümanlar’ın neden bu tür bir saldırıya uğradığını anlayamıyoruz…
1993-1996 yılları arasında, Avrupa’nın merkezindeki bir ülkede, Bosna-Hersek’te, Müslüman Boşnaklar’ın bütün dünyanın, özellikle de Avrupalılar’ın gözleri önünde nasıl bir etnik temizlik kampanyası ile karşılaşabildiklerini anlayamadığımız gibi… Dünyanın en gelişmiş demokratik iklimine sahip aynı Avrupa’da artan İslamofobi ve ırkçılık tehlikesini…
“Öteki” kabul ettikleri bütün kültürler ile “alay etmeyi” düşünce özgürlüğünün bir parçası olarak kabul ettirmeye çalışan karikatüristleri, çevirdikleri bir film ile, bir dinin peygamberine dil uzatıp kitlelerin sokaklara dökülmesine neden olanları da izliyoruz… İnsanlık, teknolojik açıdan en gelişmiş, iletişim kanallarının en açık olduğu bir dönemde, kışkırtılmış kalabalıkların, “öteki” kabul ettikleri azınlıklara dönük saldırılarına çare bulamayan bir tablo sergiliyor…
Prof. Dr. Bekir Karlağ “Ahidname medeniyettir…”
“Ahidname kültürü aslında bir medeniyetin sembolüdür. Köklü bir medeniyet bilincinin ifadesidir. İnsanoğlunun ortaya koyduğu etkinliklerin ve ürünlerin en üst düzeyde olanına medeniyet adını veriyoruz. Medeniyetlerin de temel göstergeleri vardır. En başta geleni çoğulculuk ve birlikte yaşama tecrübesidir.
Her medeniyet ne kadar çoğulculuğa değer verirse ve ne kadar farklılıkları geliştirir, canlandırırsa o medeniyet o kadar uzun ömürlü olur. Çoğulculuk ve birlikte yaşama tecrübesi medeniyetleri ayakta tutan en önemli unsur olduğu gibi medeniyetlerin yıkımına sebep olan şeylerin başında çevreye ve insan hak ve özgürlüklerine saygısızlık gelir. ‘Ahidname’ olgusu İslam medeniyetinin ötekine saygı ilkesinin temel ülküsüdür”
Prof. Dr. Fahameddin Başar: “Asıl fetih gönüllerdedir…”
“Fatih’in, Balkanlar’da gerçekleştirdiği fetihler çoğu kez kılıçla değil, hoşgörü üzerine kendiliğinden gerçekleşmiştir. Fethettikleri coğrafya ile birlikte insanların gönüllerini de fethetmişler ve insanları bir arada yaşatmışlardır. Fatih Sultan Mehmed’in dönemi adalet ve hoşgörünün doruk noktasına çıktığı bir dönemdir. Birlikte yaşama kültürü en geniş anlamı ile göstermiştir. İstanbul’u fethettikten sonra azınlıklara karşı hoşgörü tutumu devam etmiş, Balkanlar’da hoşgörülü yönetim anlayışı sonucu bu coğrafyanın fethedildiğini biliyoruz (1463). Fatih Sultan Mehmet’in ‘Ahidname’sinde hükümlerin yerine getirilmesine, kendisinden sonraki hükümdarlar da dikkat etmiştir. Sonraki dönemde bu fermanın yenilendiği de bilinmektedir. Balkanlar’da kısa süre önce Bosna’da Boşnaklara uygulanan insanlık dışı davranış dikkate alındığında Osmanlı hükümdarlarının ne kadar hoşgörülü davrandığı kolaylıkla anlaşılacaktır.”
Prof. Dr. Anas Şeyh Ali: “Farklılıkları anlamalıyız…”
“Çağımız, birlikte yaşama kültürünü ve karşılıklı hoşgörüyü geliştirmemiz gereken bir çağdır. Ne yazık ki, günümüzde, insanlar arasındaki hoşgörüyü baltalayacak, barışı değil savaşı körükleyecek pek çok kışkırtma ile karşı karşıyayız. Bazen, bu kışkırtmaların başarıya ulaştığını ve insanların davranışlarının talihsiz noktalara vardığını da görüyoruz. Esas olan, insanları barışa ve hoşgörüye dönük olarak eğitmek ve kışkırtmalar karşısında bilgilendirmektir. Empati kelimesi bu nedenle büyük anlam kazanıyor. Hepimiz farklılıkları anlamalı ve her zaman kendimizi karşımızdaki insanın yerine koyarak davranmalıyız. Fatih’in Ahidnamesi bunun en güzel örneğidir. Müslüman yönetici, kendini, Bosnalı Katolik din adamlarının yerine koyarak bu fermanı yayınlamış ve onların arzu ettikleri güvenceyi büyük bir hoşgörüyle vermiştir. Bu nedenle, medeniyetler arasında sürdürülen diyalog çalışmalarını önemsiyor ve bu çalışmalar sayesinde insanlığın ortak hedeflere varabileceğine inanıyorum.”
Cennet mekani olsun