Prof. Dr. Semavi EYİCE “İstanbul’a Mimar Sinan Müzesi Kurulmalıdır”
Tarih 28 Ekim 2016
10:44
A
a
İstanbul’un Yaşayan Efsanesi Prof. Dr. Semavi Eyice ile İstanbul’un Silüetini oluşturan yapılar manzumesinin Büyük Ustası; Mimar Sinan’ı, Eserlerini, İstanbul’a ve Osmanlı Mimarisine katkılarını konuştuk.
İstanbul Tarih olarak İstanbul Medeniyeti Tarih Gezileri ismiyle iki haftada bir İstanbul'un muhtelif bölgelerine geziler düzenliyoruz. Bu haftada "Mimar Sinan'ın İzinde Edirnekapı'dan Süleymaniye'ye" gezimiz oldu. Bu gezimizde de sizi de minnetle andık Mimar Sinan Mescidini kurtarışınıza dair. Olayın perde arkasını anlatır mısınız?
-Anlatayım. O olay hakikaten enteresandır. Şimdi efendim, Mimar Sinan mescidinin bulunduğu mahalle aslında itibarlı bir mahalle imiş. Çünkü 16. asırdaki birçok ileri gelenlerin konakları o mahallede imiş. İskender Paşa, Bali Paşa gibi. Nitekim bu Mimar Sinan Mescidi'nin biraz yukarısında kubbeli bir cami vardır.
Bali Paşa Cami Hocam.
-Evet. Yalnız o caminin kitabesini falan yanlış tefsir etmişlerdi ben daha sonra onun vakfiyesini falan buldum düzelttirdim. Neyse sonra Hüsrev Paşa Cami'nin Türbesi var, daha sonra başka camiler falan da var. Yani orası makbul bir yer imiş. Sinan da orada kendi adına vakfı olarak mescid yaptırmış. Bu mescid basit bir mescit. Yani üstü sakıflı dediğimiz ahşap çatılı kiremit örtülü bir mescit. Yalnız bu sakıflı ahşap mescitlerin içlerinde oldukça zengin tezyinat olurdu. Yani mesela içinden ahşap gizli kubbe yaparlardı. Çatının sivriliği var ya, o sivriliğin içine kubbe yaparlardı ve o altın yaldızlı falan olurdu. Fakat bu ahşap mescitlerin hepsi yangınlarda harap olduğundan bu ahşap tezyinatların hiçbiri günümüze gelmemiştir. Bir tek mescitte hala durur.
Mimar Sinan Mescidi mi hocam?
-Hayır o değil. Mimar Sinan'ın ölümün kısa bir süre sonra yapılmıştır. Belli ki Mimar Sinan'ın yanındaki kalfalardan biri tarafından yapılmıştır. Topkapı Surları'ndan çıkar çıkmaz hemen sağ tarafta bir sakıflı mescit. Takkeci Mescidi veyahut da Arakiyeci Mescidi de denir. Bu mescid bu alanda yegane kalabilmiş tek mescittir. Efendim, Mimar Sinan kendine ait olan mescidi yaptırıyor. Fakat çok değişik bir minare yapıyor buna, daha öncekilerde görülmeyen baca şeklinde, şerefe olmayan dümdüz bir bacası olan bir mescit. Orada gözler var o aradan ezanlar okunuyor.
-Hocam mimari olarak daha önce bunun bir örneği var mı?
-Efendim Urfa Ulu Camii'si benzer. Aşağı yukarı bir benzerliği vardır bu minareye. Sonra oraya o mescidi yapıtırıyor. Biliyorsunuz Tezkiretü'l Bünyan ve Tezkiret'ül Ebniye diye kendi eserlerini anlatan eserleri vardır. Çeşitli istinsahlarla falan günümüze kadar gelmiştir. Onlardan tam liste halinde olan bir tanesinde camiler der, mescitler der sıralar. Ancak İstanbul dışında yaptığı mescitlerin adını yazmamış.
Sebebi var mı hocam?
-Bilmiyorum, onlara o kadar önem vermemiş. O listede İstanbul'da yaptığı mescidlerden eğer aldanmıyorsam altı numarada kendi mescidini verir şu şekilde; bu fakir'ül hakirin mescidi, der. Kendisi bu kadar mütevazidir. Yani dervişane bir edayla söyler bunu bir de. Fakat 1918 yılında dehşetli bir yangın oluyor, önceki yangınlarda falan yanmış olabilir. Bilmiyoruz tabi evvelini. İstanbul'da birinci harbin son zamanları olan 1918'de dehşetli bir yangın çıkıyor. İstanbul Cibali taraflarından bir yangın çıkıyor, poyraz rüzgarıyla zannediyorum Temmuz ayı Fatih Camii'ne doğru gidiyor, Fatih Camii'ne dokunmuyor ama hemen yanındaki Hafız Ahmet Camii'ni yakıyor. Ondan sonra yangın oradan aşağıya yokuş aşağı Vatan Caddesi'ne doğru devam ediyor. Oradan karşıya geçiyor, karşıdan da bir takım camii ve vakıfları da yakıyor. Hatta orada Derviş Paşa isimli bir paşanın gayet muhteşem bir konağı ve arazisi varmış, orası da yanmış. Sonra bir tane Çapa Kız Mektebi var ya orası işte. Oraları da yakıyor oralardan da ileri doğru gidiyor.
Hocam bu Mimar Sinan adına kurulsun dediğiniz Enstitü'nün mekanı sizce neresi olmalı.
Mekan olarak onun bir eserini seçilmelidir. Mesela Şehzade Camii. O camiinin medresesi, hamamı falan sol taraftadır. Bence orada kurulması daha uygundur. Fakat Süleymaniye'nin bu müştebilatını lokanta yaptılar. Bilmiyorum şu an eskiden İslam Eserleri müzesi olan yerde şu an ne var. Onun yanında Darüşşifa vardı. Oralarda neler var bilmiyorum. Ondan sonra bir de Haliç'e bakan merdiven şeklinde kademeli olarak aşağıya inen medreseler vardı.
Salis ve Rabi medreseleri.
Evet o medreseler çingeneler tarafından işgal edilmişti. Sonra onları zorlukla ayıkladılar, attılar oradan. Oraları restore ettiler. Sonra neler oldu bilmiyorum.
Şu an boş olarak duruyor Hocam.
Mesela oralar da kullanılabilir. Yani yapılabilecek eser çok. Tabi Haliç tarafındaki medreseler daha güzel daha havadar.
Mimar Sinan'ın Türk Mimarlık Tarihi'nde yıllarca bu kadar esamesinin okumasının sebebi neydi?
Osmanlı eserlerinde onun haşmetinde Süleymaniye ya da Selimiye ayarında eser veren olmadı. Bunu hesaba katmak lazım. Sonrasında ise merkezi planlı ibadet yerini en ideal biçimde toparlamış bir mimardır. Tek kubbenin altında bütün alttaki mekanların hepsi o mihrabı görebilecek durumda ve sesini duyurabilecek bir biçimde. Ondan sonra mesela Ayasofya daha büyük falan gibi şeyler söylüyorlar. Efenim bunların bir mahiyeti yok. Mimar Sinan icab etseydi beş metre daha büyüğünü yapardı. Ayasofya kubbesi tam yuvarlak değil elips şeklindedir. Statik bir hata vardır. Bu nedir? Bina kubbenin ağırlığını doğu-batı istikametine göre karşılayıcı şekilde yapılmış ancak kuzey-güney istikametinde yok. Kuzey-güney istikametinde de olsaydı Ayasofya daha sağlam olurdu. Şimdi Ayasofya devamlı hareket halinde. Ancak Sinan'ın eserlerinde bu hatayı görmüyoruz. Anlıyoruz ki Sinan bir mimar olmasının yanında mühendis,statikçi aynı zamanda şehirci ve iç mimar.Bütün bu evsafı üzerinde toplamış bir adam. Farkı burada ortaya çıkıyor.
Hocam Mimar Sinan'ın eserleri üzerinde Bizans etkisi görebiliyor muyuz?
Herhangi bir etkisi yoktur. Yalnız herkeste bir Ayasofya hayranlığı var. Gerek mimari olarak gerek statik olarak Sinan daha başarılısını yapmıştır. Ayasofya'daki zayıflıkları görmüş ve zaten o zayıflıkları Süleymaniye'de gidermiştir. Süleymaniye Camii'nde camiiyi ayakta tutmak için konulan payandalar yok. Var aslında ama sen onları görmüyorsun. Galerilerin arasına gömmüş onu. Bizanslılar bunu yapamamışlar, sonradan ilave etmişler. O yüzden ben daima söylerim; Sinan proje mimarıdır, statikçidir, iç dekoratördür, şehir planlayıcıdır. Onun için Sinan'ın büyüklüğü buradadır. Birçok eserin ismi var. Tabi Sinan bir işçi gibi işlerinin başında daima durmuş değil. Kalflarına emir veriyor git şuraya şöyle şöyle camii yap diyor. Bunun da belgesi var elimizde. Manisa'daki Muradiye Camii mesela. III. Murat şehzade iken yapılmış sakıflı bir camii. Halk cemaate yetmiyor diye camiiyi yıkıp yeniden yapmak istemiş. Bunu üzerine III. Murat benim camimi nasıl yıkarlar hiç değilse yanına bir kanat ilave edebilirler demiş. Bunun üzerine Sinan'a emretmiş. Mimar Sinan da bunun üzerine yeni proje ile yanındaki mimarları göndermiş. Fakat o mimar daha projeye başlamadan ölmüş. Yolda mı ölmüş oraya varınca mı ölmüş bilmiyoruz. Bunun üzerine Mimar Sinan yeni bir mimar göndermiş. Süsü ihtişamı devrine göre uygundur ancak içinde başka bir hava vardır. Sinan'ı yansıtmayan bir hava.
TBMM binasının mimarı Prof. Clemens Holzmeister (1886-1983) diyor ki: Batıdaki Mikalenj devrimini bastıran şarkta Sinandır. Peki hocam işte Yavuz Sultan Selim zamanında doğuya Kanuni Sultan Süleyman devrinde de batıya doğru gidiyor, bu iki mimarinin Mimar Sinan üzerindeki etkisi nedir?
Sinan tabi bir mimar bir mühendis olarak buraları görüyor. Bunlardan ders alıyor. Bunlarda hata nedir ileriye doğru gidiş nedir bunları resmen görmüş ve bunları eserlerinde tatbike kalkmıştır. Bunda da başarılı olmuştur. Ayasofya her depremden sonra bir oynama geçiriyor. Onun için payandalar yapılıyor. Süleymaniye de yok böyle bir hareket.
Üsküdar semti Mimar Sinan için neler ifade ediyor.
Biliyorsunuz orası kadın sultanların hayrat yaptıkları bir semt. Mihrimah Sultan olsun, Nurbanu Sultan olsun. Ünlü şeymatullah Sultan'ın da camii var. Garip bir hikayesi olan Kanuni Sultan Süleyaman'ın gözdelerinden Gülfem Hatun'un bir camiisi var.
Hocam İstanbul sanat tarihi, kültürü denilince akla gelen ilk isimlerdensiniz. İstanbul'un tarihine, kültürüne sahip çıkmak adına neler yapmamızı önerirsiniz.
Bizler sildik süpürdük İstanbul'un tarihini kültürünü. Bugün Florence'ye Paris'e gidin hala o kültürü duruyor. Birgün genç bir meslektaşıma mektup yazdım Paris'e geleceğim bana ucuz bir otel bul diye. Kendisi zaten yazlığa gideceği için evinin anahtarını bana verip kendi evinde ağırlamıştı beni. Eve bir geldim ki sanki ev Fransız İhtilali'ni görmüş. Gacır gucur merdivenlerden yukarıya çıkılıyor. O eski tarihi hali ile hala ayakta. Gidin bir tepeden silüetine bakın o kültürü tarihi kalmadı İstanbul'un.
-Bizim milletimiz kadar mezarına saygısız bir milllet yeryüzünde yoktur. Mesela Almanya, birçok harp geçirdi, topraklarının hemen hemen yarısını kaptırdı. Doçent olduğum zamanlar Almanya'da bir seneden fazla kaldım. Alt katımda Doğu Almanya'dan kaçmış, genç ve bekar bir adam oturuyordu. Birgün sohbet ederken bana, eski bir Alman şehrinde doğup büyüdüğünü anlatmıştı. Tabi bu şehir daha sonra Polonya'ya geçmiş. Yıllar sonra gittim evimi aradım, dedi. Biz oradan kaçtıktan sonra Polis Merkezi olmuş, bir müddet kullanmışlar sonra ondandan vazgeçmişler şimdi özel mülkiyet olmuş dedi. Evinin fotoğraflarını çekmiş, burası odamız, burası salonumuz diye bana evini gösteriyordu. Hala kafasında o anılarını yaşatıyordu. Ayrıca şehrin mezarlığına gittim, orada işte annemin, babamın falan mezarları olması lazımdı onları aradım, mezarlar duruyordu dedi. Bir Polonyal'lı dedi, hiç üstüne vazife olmasa da ailemin mezarlarını temizliyormuş, bakıyormuş dedi. İşte bu kadar önemsenen şeyler bunlar. Ama işte bizde durum farklı. Mesela eskiden Malkara'da bir sadrazam idam edilmiş, oraya gittim. Bir baktım bütün mezar taşlarını mezarlıktan sökmüşler, bir caminin yanındaki duvara istiflemiş taşları. O taşlar ellenir de kime ait olduğu öğrenilebilir mi?