Askeri Darbe Karşısında Dik Duran Bir Yiğit Çerkez Hasan

Tarih 20 Ocak 2017 16:08
Videoyu Aç Askeri Darbe Karşısında Dik Duran Bir Yiğit Çerkez Hasan
A
a

Sultan Abdülaziz dönemi siyasi anlamda zor bir dönemdir. Balkanlar’da yaşanan isyanlar ve Mısır Hidivliği’nin çıkardığı sorunlar derken devlet oldukça kötü durumdadır. Abdülaziz’i devlet başkanlığından uzaklaştırma çalışmaları söz konusudur. Abdülaziz, kendi iradesiyle sadrazamlığa ve vükela heyetindeki yüksek mevkilere tayin etmiş olduğu zatlar tarafından, 30 Mayıs 1876 yılın

Çerkez Hasan Bey, eldeki verilere göre Çerkezlerin, Bey sınıfından Zevş Burak kabilesine mensup olup babası İsmail Bey idi. 1864 yılında Çerkezistan’dan İstanbul’a gelir. Bahriye Mektebine kayıt olduğunda buradaki künyesi Hasan Efendi Cibali’dir. Buradan mezun olduğu 4 sene sonunda Mülazım olur ve Yüzbaşı olarak altıncı orduya Hüseyin Avni Paşa tarafından memur edilir. Fakat himaye edildiği için gitme gereği görmez. İstanbul’a “Dar-ı Şuray-ı Askeri Yaverliği” göreviyle gelir. Sonrasında da Sultan Abdülaziz’in büyük oğlu Yusuf İzzettin Efendi’nin yaveri olur. Hasan Bey’in, Midhat Paşa’nın Tabsıra-i İbret adlı eserinde(s.175) Rumeli’ye iskân edilen bir beyin oğlu olduğu yazar. Bazı makalelerde ise, Abdülaziz’in üçüncü hanımının ve Şevket Efendi’nin validesinin, Çerkez Hasan’ın kız kardeşi olduğu yazılır. Diğer makalelerde de Hasan Bey’in saray kadınlarından birinin akrabası olduğu söylenir.
                    
Sultan Abdülaziz dönemi siyasi anlamda zor bir dönemdir. Balkanlar’da yaşanan isyanlar ve Mısır Hidivliği’nin çıkardığı sorunlar derken devlet oldukça kötü durumdadır. Abdülaziz’i devlet başkanlığından uzaklaştırma çalışmaları söz konusudur. Abdülaziz, kendi iradesiyle sadrazamlığa ve vükela heyetindeki yüksek mevkilere tayin etmiş olduğu zatlar tarafından, 30 Mayıs 1876 yılındaki darbe ile tahtan indirilir ve 4 Haziran 1876 tarihinde Feriye Saraylarında bilekleri kesilerek katledilmiş halde bulunur. Sadrazam Mehmet Rüştü Paşa; Sadaret mühürü ile padişahın otoritesini temsil etmekteydi.



Şeyhülislam Hayrullah Efendi ulemayı; Serasker Hüseyin Avni Paşa orduyu; Mithat Paşa halk umumi efkârını ve özellikle Genç Osmanlıların, meşrutiyet idaresinin kurulması hakkındaki isteklerinin temsilcisi idi. Padişah ile bu zatlar arasında fikren ve ruhen hiçbir yakınlık yoktur. Bununla beraber, onları birleştiren tek unsur, padişahın kendilerine karşı duyduğu nefret ve bunun vicdanlarında padişaha yarattığı güvensizlikti. Bu yüzden, kendi güvenliklerini sağlamak için ve de devletin düştüğü durumdan kurtarmak için Sultan Murat’ı tahta geçirmeyi uygun gördüler. Hal sebebi olarak da, padişahın zorbalığını ileri sürerek millet adına hareket ettiklerini söylerler. Bu sınıf Osmanlı devletinde, kişilere dayanan bir idare yerine, hukuka dayanan bir meşrutiyet idaresini istemekteydiler. Abdülaziz’in hal işinde anlaşmış bulunan vükeladan yalnız Mithat Paşa samimi olarak bu isteğin yerine getirilmesine taraftardı. Diğerleri ise, iktidarda kontrolsüz hareket etmek istiyorlardı. Bundan dolayıdır ki, Abdülaziz’i hal etmek için verilen fetvada, onun baskısından veya milletin haklarından bahsedilmeyerek, siyasetten anlamadığı ve devlet hazinesini nefsi için kullanıp din ve dünya işlerini karmakarışık hale getirdiği iddia edilerek işe karar verilmiştir. Kısaca, devlet idaresinden, Abdülaziz kadar başta sadrazam olmak üzere bütün vükela sorumludur. Ancak konu sorumluluk olunca, ortada yalnız padişah kalmakta ve suçlanmaktadır. Bu hal şüphesiz devletin hukuki ve siyasi bünyesinden meydana gelmekteydi. Padişah değiştirmekle bünyenin değişmeyeceği de artık anlaşılmış ve tedbir olarak meşrutiyet idaresi tasavvur edilmeye başlanmıştı. Buna rağmen Abdülaziz’in tahtından indirilmesi, bu önlemin gerçekleştirilmesi için, istifadeli bir aracı olarak kullanılmadı.
 
İşte bu üzücü hadiseden sonra hal’den sorumlu tutulan Serasker Hüseyin Avni Paşa hakkında, Sultan Abdülaziz'in eşlerinden Neş'erek Kadın Efendi'nin kardeşi ve Padişahın kayınbiraderi olan Çerkez Hasan Bey öç alma duygusuna kapılır. Çerkez Hasan Bey, Padişahın ölümüne müteakip, yaverlikten ayrılıp Hüseyin Avni Paşa’nın ısrarı ve emri ile Bağdat’taki altıncı orduya gidilmesi konusunda baskı görür. Bütün bu baskılara rağmen Çerkez Hasan Bey Bağdat’a gitmez ve tutuklanır. Hasan Bey’in kendi ifadelerine göre; Cibali’deki eniştesi Ateş Mehmet Paşa’nın konağından çıkıp Serasker kapısına geldiğinde, kendisini Kumandan Paşa’nın yanına götürüp memur olduğu altıncı orduya göndermek üzere tutuklamışlardır. Hasan Bey, tutuklanmasının ardından Şura Reisi Redif Paşa ve Kumandan Paşa’ya Bağdat’a gideceğine dair söz vererek serbest bırakılması talebinde bulunur. Bir taraftan da kardeşi olan Bahriye mülazımı Osman Bey’e durumundan haberdar eder ve onun sayesinde serbest kalır.
 
Hassa Müşiri Redif Paşa Hasan Bey’i yanına çağırıp Bağdat’a gitmemesinden dolayı onu azarlar. O da, “yarın giderim, gitmez isem kovun, ne yaparsanız yapın diyerek Cibali’deki eniştesinin konağına gelerek eşyalarının toparlanmasını ister. Bu sırada Mir-i Liva Çerkez Tayyar Paşa ile kardeşi Osman Bey konağa gelir. Tayyar Paşa, Hasan Bey’le konuşarak Serasker Paşa ve Redif Paşa ile vedalaşmasını tavsiye etmiştir. Paşa’nın konaktan ayrılmasından sonra Hasan Bey onun tavsiyesine uyarak yola çıkmak ister. Kardeşi Osman Bey’e de: “Ben Serasker Paşa’nın yalısına gidiyorum, saat altıya kadar gelirim demiştir. Hasan Bey, konaktaki misafirlerin gece gitmemesi konusundaki ısrarlarına rağmen, on beş günden beri dolu olarak taşıdığı rovelver silah ve bir adet Çerkez kaması ile saat 2’de Hüseyin Avni Paşa’nın yalısına gitmek üzere konaktan ayrılır. Hasan Bey, bir kayıkla Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın Paşa limanındaki yalısına gider. Orada onu bulamayınca tekrar geldiği kayıkla Sirkeci iskelesine varır. Kiralamış olduğu bir atla da Mithat Paşa’nın Beyazıt’taki konağına yol alır.
 
Osmanlı Devleti bu dönemde iç ve dış sorunlarla uğraşmaktaydı. Sultan Abdülaziz’in hal’i ve yeni padişah V. Murat’ın tahta geçme meselesi söz konusu olduğundan bakanlar her gece bir konakta toplanıp durumları tartışıyorlardı. Olay gecesi yani 24 Cemaziyelevvel akşamı Vükela Heyeti, Beyazıt’taki Mithat Paşa konağının üst katında toplanmışlardır. Toplantıda, Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Hariciye Nazırı Raşit Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmet Paşa, Maarif Nazırı Cevdet Paşa, Defter-i Hakani Nazırı Yusuf Paşa, Mecalis-i Aliye’ye memur Halet Paşa ile Şerif Hüseyin Paşa yine Mecalis-i Aliye’de memur Hasan Rıza Paşa, Sadaret Müsteşarı Kabzımal zade Said Efendi, Amedci Mahmut ve Sadaret mektupçusu Memduh Beylerle ev sahibi Şuray-ı Devlet Reisi Mithat Paşa bulunuyordu. Davetliler kafalarını biraz tütsülendikten sonra yemek yemişlerdir. Bu toplantı da genel olarak Girit ve Karadağ meseleleri görüşülüyordu. İşte bu esnada olay vuku bulacaktır.


 
Çerkez Hasan, Seraskerin yalısına geldiğinde, yalıdaki ağalardan Paşanın Beyazıt’ta Mithat Paşa’nın konağındaki toplantıda olduğunu öğrenir ve Sirkeci’ye geçer. Hasan Bey’in kendi ifadelerine göre, yolda ilerlerken yapacağı işi planlamış ve konağa öyle gelmiştir. Oradaki ağalar Hasan Bey’e geliş sebebini sorarlar. Kendisi de yarın Bağdat’a gideceğini, Tayyar Paşa’nın gönderdiğini ve Serasker Paşa’yı görmek istediğini söylemiştir. Hasan Bey, üst kata çıktığında kapıda iki nöbetçiyi görür. İkisi de görev başında değildir. Meclis kapısına yaklaşarak kapıdaki aralıktan içeriye bakar. Paşaların oturma düzenine göz attıktan sonra kapıdaki hademeyi oyalayarak bir elinde rovelver silah diğer elinde kama odaya girer. İlk olarak Hüseyin Avni Paşa vurulur. Zaten, Abdülaziz’in hal fikrinide ilk defa vükela heyetinden Serasker Hüseyin Avni Paşa düşünmüştü. Çerkez Hasan’ın baskını meclisi şaşkına çevirir. Hüseyin Paşa’nın yaralanması herkesin kaçmasına sebep olur. Bu sırada Kayserili Ahmet Paşa ona engel olmaya çalışır. Hasan Bey elindeki kamasıyla Kayserilinin parmaklarını ve kulaklarını doğramaya başlayınca yorulan Kayserili Ahmet Paşa, son bir hamle ile Hasan'ı sofaya çekip arkasından bir tekme atarak diğer vekillerin saklandığı odaya kaçar. Bu sırada yaralı olan Hüseyin Avni Paşa'nın can havliyle bulunduğu yerden kalkarak sofaya kadar gelir. Onun yere düştüğünü gören Çerkez Hasan, üzerine atlar ve delik deşik ederek kama ile ağzını kulaklarına kadar açar. Kendi ifadesinde " vurduğunu zannettiği" ve odada sandalye üzerinde baygın halde bulunan Raşid Paşa'yı da göğsünden vurarak, kama ile gırtlağını kesmiştir. İkisinin de öldüğünü anladıktan sonra, o sırada Mithat Paşa, Sadrazam Rüştü Paşa ve Kayserili Ahmet Paşa’nın bulundukları odanın kapısını açarak oraya hücum etmiş, içerdekiler oda kapısının kilitleri olmadığından arkasına bir kanepe koyup şişman olan Halet Paşa'yı oturtmuşlar kendileri de kapıya bütün kuvvetleriyle dayanmışlardıÇerkes Hasan kapıyı zorlarken sadrazama; " Sen millet babasısın, ayağını öpeceğim; Rıza Paşa'da velinimetimdir, size bir şey yapmam Kayseriliyi bana verin" dedikçe Rüştü Paşa: "Oğlum Hasan Bey hiddetin üstündedir, kapıyı açmam yarın görüşürüz; bana bir şey yapmayacağını bilsem de hiddet arasında belki bir fenalık olur" gibi sözlerle yatıştırmaya çalışır. O sırada Mithat Paşa’nın adamlarından Ahmet Ağa gelerek elindeki bıçakla Hasan’ın başına darbe vurur. Hasan’da can havliyle elindeki silahla ağayı gözünden vurup düşürmüş ve sandalye ile avizeyi kırıp yanmakta olan mumların perdeyi tutuşturmasına sebep olur. Üçüncü katta bunlar olurken aşağıda paşaların yaverleri, çavuşları ve ağları 30-40 kişiyi bulduğu halde üçüncü katın merdiveni başında toplanıp, Çerkez Hasanın kurşununa hedef olmaktan korktukları için ileri gidememişlerdir. Nihayet yakındaki Hasanpaşa karakolundan askerler ve zaptiyeler gelerek konağa ateş açmışlar ve yirmi kadarı, süngü ile yukarı çıkmıştır. Burada da süren kısa bir çatışmadan sonra Çerkez Hasan ben askere silah açmam diyerek silahlarını vererek teslim olmuştur. Öldürülmemesi emredildiği için aşağı indirilirken Sadaret yaverlerinden Şükrü Bey, kendisini hor gördüğü için Hasan çizmesinden çıkardığı revolverle onu da öldürmüştür. Yakalandıktan sonra başından ve arkasından yaralı olan Çerkez Hasan serasker kapısına getirilmiş( İstanbul Üniversitesi girişi) ve Süleymaniye'de ifadesi alınmıştır. Çerkez Hasan, yarası ağırlaşınca bırakılmış ertesi gün ikinci kez ifadesi alınmıştır. İfadesini soğukkanlı şekilde veren Hasan, "Bu işi nefsim için yapmadım. Gayem, bundan sonra hiç kimse padişah hal' etmek gibi bir girişime cesaret edemesin." demiştir.
 
Çerkez Hasan’ın son olarak, Divan-ı harpte yargılanarak idamına karar verilmiştir. 26 Cemaziye'l-evvel 1293 (Haziran 1876) Cumartesi sabaha karşı Beyazıt Meydanı'nda bir dut ağacına asılarak idamı gerçekleşir. Cesedi iki gün orada kaldıktan sonra Edirnekapı mezarlığına defnedilir. Edirnekapı’daki kabrinde mezar taşında şu ifadeler yazmaktadır: “Velinimeti uğruna fedây-ı can eyleyen Çerkez Hasan Ruhu için El-Fatiha”
 
KAYNAKLAR

Enver Ziya KARAL, “Osmanlı Tarihi, Islahat Fermanı Devri 1861-1876”, C. VII, 2. baskı, s. 101-112, TTK, 1977.
DANİŞMEND, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.4, s. 280-282, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1972.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, "Çerkes Hasan Vakası", Belleten, c. IX, S. 33, s, 89-105. T.T.K, Ankara, 1945
1000
icon
Emin 14 Nisan 2021 04:29

Allah mekanini cennet eylesin çerkez hasanin

0 0 Cevap Yaz
duyurular DUYURULAR
editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
hava durumu HAVA DURUMU
anket ANKET

e-gazete E-GAZETE
arşiv HABER ARŞİVİ
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat

İstanbul'dan Dünya'ya Tarih'in İzinde