Sultan Abdülaziz gecenin bir vakti, tahttan indirilmiş, kendisinin bir zaman Serasker memuruna hediye ve ihsan etmiş olduğu kayığa bindiriliyor. Hava soğuk… İnceden yağan yağmur serin hava ile kendini daha da hissettiriyor.
Sahilde şalına sıkı sıkı sarılmış kayığa doğru ilerleyen bir kadın var. Muhtemelen uykusundan
uyandırılmış, daha olayların şokunu atlatamadan şimdi soğuk onu uyandırıyor, uyarıyor. Havanın pusu, geleceğini de örtmüş adeta. Öyle ya… "Şimdi ne olacak? Nereye gideceğiz?Akıbetimiz nice olacak?" İşte havadan ve yağmurdan da çetin üç sual.
Birden bir el, soğuk ile bedenini ayıran bir zavallı şala uzanıyor. Şal boynundan çekip alınıyor.
Tabii, ya altında değerli bir şey, bir mücevher saklıyor ise? Boğaz'ın serinliğine, yağan yağmura, titreyen vücuduna ve hadiselerin ağırlığına henüz 28 yaşında olan Neş’erekKadınefendimağlup oluyor, bu kara geceden 12 gün sonra hayata gözleri yumuyor.
15 Haziran 1876… Yer Soğanağa, Midhat Paşa Konağı’nın üst katı… Yemekler yenmiş, bazı gözler hafif mahmur, herkes bir köşede, devletin işleriyle alakalı bir çalışma var. Midhat Paşa, Hüseyin Avni Paşa ve birkaç kimse bir yazıyı hazırlamaya çalışıyor. Aşağıda konağa girmek üzere olan bir genç var; üzerinde Hassa yaveri kordonları görünüyor. "Serasker Paşa Hazretleri ile görüşeceğim." diyor. Üst kata çıkıyor, kapıyı açıyor. İçeridekilerin bazıları, bu genci tanımıyorlar bile… Herkesin mahmurluğunu dağıtacak bir ses doğrudan doğruya Serasker’e yöneliyor…
"Davranma Serasker!" ve sesin sahibi Hüseyin Avni Paşa’ya ateş ediyor. Daha sonra can çekişen Paşa’nın sırtına çullanıp elinde hançerle kurgusunu çoktan yaptığı işte sebat ediyor. Avni Paşa ölüyor, fâil Divan-ı Harp'te yargılanıyor, Çerkes Hasan’ın idamına karar veriliyor. ÇerkesHasan’ın nefretini anlamak zor olurdu eğer onun Neş’erekKadınefendi’nin kardeşi ve dolayısıyla önce mahlû sonra maktul Sultan Abdülaziz’in kayınbiraderi olduğunu bilmeseydik. Darbe sonrası dönemin bütün hedefleri o akşam ki Çerkes Hasan’ın Midhat Paşa konağı ziyaretiyle alt üst oluyor. Midhat Paşa konağın harem tarafına sığınarak canını zor kurtarıyor.
İşte öyle hadiseler var ki tarihte, görüyoruz, hiçbir zulüm kimsenin yanına katiyen kalmıyor. O gece, odada olayların tanığı olan Mirât-ı Hakikât sahibi bu olayları aktardığı meyanda bir Hadis-i Şerif’i naklediyor. Evet, bu söz konuyu nasıl da vuzuha kavuşturuyor. "Katili katl ile müjdeleyiniz!’" Söz O’nun sözü… O’nun sözü üzerine söz olmuyor.
Osman Nihat Bişgin