Başka türlüsü, yağmurun sağanak halinde İstanbul’un omuzlarını okşadığı bir günde yapılan panoromik İstanbul gezisini açıklayamazdı zaten. Evet Ekim’in 24’ünü tarihleyen Cumartesiden, İstanbul Tarih ve Kültür Topluluğu ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ortaklığı ile gerçekleşen Panorama 1453, Miniatürk ve Boğaz Turu gezimizden bahis ediyorum.
İstanbul Tarih ailesinin bir bireyi olmak ve de İstanbul’a meftun olmak bunu gerektiriyor olacak ki hayli yoğun yağan rahmete rağmen doldurduğumuz bir otobüs ile Saraçhane’den çıktık yola. “Fethi gören şehir” diye tanımlar Yahya Kemal Üsküdar’ı, biz de hep hayal ederiz o zâviyeden, Kostantiniyye’de yaşanmış olan o debdebeleri. Bugün ise o debdebenin içerisinde ‘ni’me’i-ceyş’ten olmak nasıl bir duygu olurdu diye hissetmeye revan olduk. Topkapı’da vasıl olduğumuz, 31 Ocak 2009’da hizmete giren Panorama 1453 Müzesi’nde rehberliğimizde bulunan Selim Bey’e müteşekkir olurken, müzeyi gezerken içerisinde bulunacağımız hâlet-i ruhiyeyi tarifen yaptığı öneriler bizleri fethe hazırladı tabir-i caiz ise…
Düşünün ki 29 Mayıs 1453…
Peygamber’in müjdesine nâil olmuş on binlerce cengâver, aşılmaz denilen Bizans surlarına dayanmış, kalplerinde bir kutlu müjdenin heyecanı ve nazarlarında İstanbul…
Düşünün ki bir peygamberî müjdeye nâil olmuş İslam zuhûr etsin diye gönüllerde, eriştiğiniz kapıda içtiğiniz şehadet şerbeti olmuş da komşunuz da Medineli Halid b. Zeyd imiş… Daha ne hâcet başka bir hediyyeye…
Biz bu hâl ile gezerken müzeyi bir yandan da rehberimiz tarafından bilgilendiriliyor ve müzede fark etmemiz gereken ayrıntıları öğreniyorduk. Ulubatlı Hasan’ı, Serdengeçtileri, Ulubatlı’nın bulutlar arasında gördüğü rivayet edilen Fatih Sultan Mehmed’in temsili silüetini idrakimize sunarken hocamız, sanki bir anahtar, deliğinde dönüyor da İstanbul’un kapıları bir bir yüreğimize açılıyor yeniden…
Daha ne veciz duygular ki anlatmaya hâl, dinlemeye mecâl yetmez. Bu hâl içre yola revan olarak Miniatürk Müzesi’ne varıyoruz. Yolda gelirken Hâlid b. Zeyd el-Ensârî’den yani başımıza taç ettiğimiz, Sultan kisvesi giydirdiğimiz Ebu Eyyub el-Ensârî’den ve İstanbul kuşatmasından bahsederek, Fatih’in hocası Akşemseddîn vesilesi ile bulunan kabri şeriflerinden da bahsetmeden geçmiyoruz.
2003’ten beri genişleyerek büyüyen ve her seferinde gerek Türkiye’den gerekse dünyanın bakşa başka diyarlarından yeni eserleri ile bizlere göz kırpan bir müze burası. Başta genişçe bir İstanbul, yer yer Türkiye ve aralıklarla İslam coğrafyasına yolculuk ettik. Her ne kadar dünyanın farklı bölgelerinde koşuşturup dursak da hava İstanbul’da bir hayli soğuk ve gözü yaşlı idi. Peşimizi bırakmayan canı yanmış bir çocuk gibiydi bugünkü yağmur. Nazı İstanbul’a nasıl da geçiyor…
Sultanahmed, Ayasofya ve Dikilitaşları ile Hipodrom’u -Osmanlı dönemindeki adı ile Atmeydanı-, Adalet kulesi ile Topkapı Sarayı’nı, Yerebatan Sarnıcı’nı; boğazdan esintiler ile Dolmabahçe’yi, Küçük Su Kasrı, Beylerbeyi’ni; İstanbul’un gayri müslim veçhesinden St. Antuan Kilisesi’ni görüp Mardine, Sivas’a, Trabzon’a oradan Konya’ya ve nicesine merhaba diyerek Aksa’ya; Mescid-i Aksa’ya ve Kubbetü’s-Sahra’ya yolculuğa çıkacağınız bir mekan burası İstabul’un sadrında…
Kelimelerin yetersizliğine değil de içini dolduramayışıma inanıyorum. Yoksa bugünü, bu yazıyı okurken bilfiîl yaşıyor olmanız lâzım gelirdi. O vakit kulağınıza kar suyu kaçırmış da sizi yerinizden etmiş olalım. Kalkın, İstanbul’un derûnunda neler neler var imiş, bir bakın…
Miniatürk’teki uzun yolculuğumuzdan sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi bilgilendirme platformunda İstanbul için yapılan hizmetler adına bilgilendirilip namaz ve yemek molası ile Mayıs’ta erguvanlar eşliğinde, yazın martıların yoldaşlığındaki kadar süprizlerle dolu olmayacak olsa da, soğuk havanın kaynaştırıcı özelliği ile vapurumuza doluştuk ve bir Boğaz turu için “bismillah” diyerek yol aldık Boğaziçi’ne… Ettiğimiz güzel sohbetler İstanbul manzarası ile tatlanır ve bereketlenirken, leb-i deryalarla, korularla ve yağmuruyla İstanbul’un, gönlümüz bir hoş oldu… Boğaziçi, İstanbul’un mukaddimesi desem, büyük bir laf mı etmiş olurum? En azından onca huyundan birine dâir fikir edinmiş, belki de bir ucundan başlamış oluruz okumaya İstanbul’u…
“Bu Vani Mehmed Efendi Cami miydi”, “yok Sadullah Paşa Yalısı şu idi”, “bu tabiki Büyük Mecidiye”, “yok daha Yeniköy’e gelmedik”, “Perili Köşk’e geldiğimizde bana haber etsene”, “Ebu’l-Feth Cami’i de restore edilecek, artık üzerinde konser verilmeyecekmiş”, “galiba az kaldı şurası da Dolmabahçe”, “Üsküdar, İstanbul’un Kabe toprağı derlermiş”, “ne bereketli, güzel ve hoş bir gündü” cümleleri ile özetleyebileceğimiz Boğaz turumuz nihana ererken, biz yine güzel gönüllerle hemhâl olduk, yeni dostluklar kurarak heybemizi doldurduk.
Bu güzel günün nihayetinde, bu bereketli günü geçirmemizi vesile olan İstanbul Tarih ve Kültür Topluluğu’na, İBB Halkla İlişkiler Müdürlüğüne bağlı Beyaz Gezi Birimine ve rehberliğimizde bulunan Selim Akyıldız Bey’e teşekkür ederken, yağmurun bereketi ile İstanbul’u bize bir de böylesi bir günde, güzel insanlarla nasib eden Rabb’imize de şükr ediyoruz.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...