19.Yüzyılın Büyük Lideri Sultan Abdülhamid

Kültür-Sanat 21 Eylül 2016 18:36
Videoyu Aç 19.Yüzyılın Büyük Lideri Sultan Abdülhamid
A
a

Yakınçağ Tarihi ve özellikle Sultan Abdülhamid hakkındaki çalışmalarıyla bilinen, Prof. Dr. Vahdettin Engin ile Türk-İslam dünyasının en önemli liderlerinden biri olan Sultan 2.Abdülhamid Han’ı konuştuk.

‘’19.Yüzyılda Türkiye’nin Büyük Lideri Sultan Abdülhamid’’
Abdüssemi Aydın: Sultan Abdülhamid, amcası Sultan Abdülaziz’e darbe yapan taife ile nasıl bir anlaşma içinde tahta çıkıyor?
Vahdettin Engin: Sultan Abdülhamid’in tahta çıkması aslına normal bir prosedür. Zaten 5.Murad tahtta ve sağlık durumu yerinde değil. Padişahlığının devam etmesi söz konusu değil. Öyle bir padişah da ülkeyi idare edemez, Cuma Selamlığı’na çıkamıyor. Akıl hastası diyebileceğimiz bir konumda, doğal olarak bir saltanat değişikliği söz konusu. Sırada da Abdülhamid var zaten veliaht olarak. Aslında bir pazarlık söz konusu değil. Ama Mithat Paşa, Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ile birlikte Sultan Abdülhamid’i konağında ziyaret ediyor, beklentilerini belirtiyor. Mithat Paşa meşrutiyetçi bir devlet adamı, o tarz düşüncelere sahip. Dolayısıyla Abdülhamid onlara anayasa için söz vermiştir. Ben bir ülkenin hangi idare ile yönetilmesi gerekiyorsa onu isterim, mevcut şartlarda ülkenin meşrutiyet idaresi ile yönetilmesine taraftarım diyor. Bir taahhütten söz edilecekse mesele budur.



Sizce Sultan Abdülhamid meşrutiyete gerçekten sıcak bakıyor mu?
Tabii ki çok sıcak baktığı söylenemez, parlamenter rejime karşı. Çünkü Osmanlı’nın çok uluslu bir yapısı, imparatorluk vasfı var. Dolayısıyla bir meclisin birleştirici değil, ayrıştırıcı olacağına inanıyor. Ama o şartlarda, tahta geçme aşamasında bunu kabul etmiştir. Biraz da geçici olarak bakmıştır olaya.

Tahta çıktıktan sonra bu darbe taifesiyle ilişkileri nasıl?
2.Abdülhamid tahta çıktı, Mithat Paşa’yı sadrazam yaptı. Tabi ki ondan hoşlanmıyor. Ayrıca Mithat Paşa Sultan Abdülaziz’e darbe yapan cunta içindedir. Bir taraftan meşrutiyetçi fikirleri varken bir taraftan da darbeci yönü var. Ama 2.Abdülhamid şartlar gereği sadrazam yaptı Mithat Paşa’yı. 23 Aralık 1876’da Kanun-i Esasi ilan edildi. Mithat Paşa 2 aylık sadrazam, bir sabah saraydan bir davet geliyor. Gidiyor saraya, padişahın emrini gösteriyorlar ve sürgüne gönderiyorlar. Yani bu kadar basit. Hazır değilim, eşyalarımı almam lazım falan diyor. Onlar arkadan gelir deyip İzzettin Vapuru’na bindiriyorlar, Avrupa’ya gönderiyorlar. Böylece Sultan 2.Abdülhamid Mithat Paşa’yı devre dışı bırakmış oldu. Zaten beraber işi götürmeleri mümkün değil. Çünkü Mithat Paşa giderek bir hami konumuna, sürekli minnet duyması gereken biri durumuna geliyor. Yani bir nevi vesayet. Bu durumunda Abdülhamid politika üretemezdi. 1877’deki bu olaydan sonra Sultan Mithat Paşa’yı affediyor, geri dönüyor. Hatta Suriye, Aydın valiliklerinde bulunuyor. Ama Yıldız Mahkemesi kurulup geçmişin hesapları görülmeye başlanınca Mithat Paşa’yı da yargılıyorlar. Yargılama sonucunda idama mahkûm edildi. Sultan Abdülhamid bu kararı müebbet hapse çevirdi ve cuntanın diğer üyeleriyle birlikte Taif’e sürgüne gönderildi. Orada bulundukları sırada da bir şekilde öldürülüyorlar. İhale tabi ki Sultan Abdülhamid üzerine kaldı. Ama böyle bir emir verdiğine dair hiçbir belge yok. Belki oradaki muhafızlar böyle bir şey yaparsak padişahın hoşuna gider gibi bir düşünce içine girmiş olabilirler. O dönemde tabi Mithat Paşa’nın İngilizler tarafından kaçırılıp koz olarak kullanılması gibi bir durum da var. Oradaki askere kaçırılmaları durumunda vurulabilir emri çıkıyor. Yani yasal bir yönü var. Sultan Abdülhamid gerçekten öldürmek isteseydi vurdurtur, kaçıyorlardı askerler vurmuş diye işten sıyrılırdı. Ama vurulmuyor, boğuluyorlar. Bu tabi ki bir muamma, bundan sonra da öğrenilmez herhalde, bir belge çıkmaz ise.



Çırağan Baskını nasıl gerçekleşiyor?
Tabi bu hadise Ali Süavi’nin bir gayretkeşliğinden kaynaklanıyor. Olmayacak bir şey zaten. Yani sen yanına 300-500 adam al, 5.Murad’ı Çırağan’dan çıkar, Yıldız’a git padişahı hâl et, çok zor iş. Ama Ali Süavi biraz maceracı bir adam, İngilizlerle de ilişkileri var. Dolayısıyla bir karışıklık çıkarmak için de yapmış olabilir. Neticeye ulaşamasa da bir kargaşa ortamı yarattı dönem için.

Sultan Abdülhamid sizce vehimli bir insan mı?
Yaratılış olarak vehimli bir adam, bunu söyleyebiliriz. Öbür taraftan içinde yaşadığı şartlar onun vehimli olmasını gerektiriyor. Çünkü onun döneminde imparatorluk gelişiyor, güçleniyor. Geliştikçe de düşmanlar artıyor. Bir takım hadiseler, mesela Ermeni Meselesi onun döneminde fazlaca yoğunlaşmıştır. Özellikle 93 Harbi’nden sonra. Dolayısıyla bu sorunları Osmanlı Devleti aleyhine çözmek isteyen büyük güçler 2.Abdülhamid üzerinde büyük bir baskı oluşturmaya başlıyorlar.  Her zaman için bir suikastla ortadan kaldırılma gibi tehditler var. Ermenilerden geliyor, farklı yerlerden geliyor. İçerde de İttihat Terakki’den geliyor. Tahta geçtiği zaman kendisine peş peşe 3 darbe girişimi var. Şimdi böyle bir konjonktürde kendi güvenliğini de sağlaması gerekiyor. Devlet başkanının bir suikastla öldürülmesi ülkeyi büyük bir kaosa sürükler. Hem kendisi açısından, hem de devletin kaosa sürüklenmemesi açısından dikkatli hareket etme durumunda.



Sultan Abdülhamid ile Ermenilerin ilişkileri nasıl?
Ermeni meselesi Osmanlı’nın iç meselesi değil, dış meselesidir. Çünkü Ermenilerin Osmanlı’dan ayrılmasını, bağımsız bir devlet kurulmasını isteyen İngiltere ve Rusya’dır. Dolayısıyla o ülkelerin meselesidir. 2.Abdülhamid iki yönden yaklaşır. Terör yapan Ermenilere hiç taviz vermez. Hamidiye Alayları diye bir yapılanmayı ortaya koydu. Bu Hamidiye Alayları güvenlik tedbirleri alınması, bastırılması açısından oluşturulan bir yapılanma. Diğer taraftan devlete sadık, Osmanlı Devleti aleyhinde çalışmayan, işini yapan Ermeniler var. Bunların hayatında bir değişiklik olmuyor. Hatta devlette layık oldukları görevler varsa bu görevlere geliyorlar. En bariz örneği de, Hazine-i Hassa nazırları Mikail Portakalyan Paşa, Agop Ohanes Paşa gibi Ermeni devlet adamlarının olması. Demek ki devlete hizmet eden Ermeniler normal vatandaş gibi hayatlarına devam ediyorlar. Hatta makam, mevki sahibi olabiliyorlar. Terör yapanlara da fırsat verilmiyor. Ciddi bir güvenlik tehdidi oluşturmaları durumunda ise tavizsiz hareket ediliyor.

Doğuda Sultan Abdülhamid’in kontrolünden çıkmış bir şey olabilir mi?
2.Abdülhamid döneminde onun kontrolünden çıkan bir olay göremeyiz. Çünkü müthiş bir istihbarat ağı var. Ülkede kurmuş olduğu Yıldız İstihbarat Teşkilatı sayesinde her olaydan haberi olur.  Her şey onun kontrolü altındadır.



Yıldız Suikastı nasıl cereyan ediyor?
Yıldız Suikastı uluslararası bir olay. İşin içinde Ermeniler var, onlara destek sağlayan Avusturya var, Rusya var, Bulgaristan var. Bizzat padişahın yaptığı tahkikatla olayın içinde İttihat ve Terakki’den subaylar var. Eğer başarılı olsaydı ülke tam anlamıyla bir kaosa girebilirdi. Ermeniler Sultan Abdülhamid’i öldürüp o kaos ortamı içinde kendilerine bağımsız bir devlet kurmak istiyorlardı. Sultan Abdülhamid’i bunun önünde bir engel olarak görüyorlar. Zaten uluslararası bir olay olduğu için bombalar dışarıdan geliyor. Yabancı postaneler denetlenemediği için kapitülasyonlar gereği, onların aracılığı ile geliyor. Suikastta kullanılan araba yurt dışından getirtiliyor. Bu diğer suikastlardan çok daha planlı bir olay, haftalarca Sultan Abdülhamid’in hareketlerini takip ediyorlar. İşte ne zaman camiye geliyor, ne zaman çıkıyor. Caminin kapısından çıkıp bir dakika kırk iki saniyede arabasına geliyor. Saatli bomba da ona göre ayarlanıyor. Bu suikast bilinmeyen bir şey de değil. Yıldız İstihbaratı bunu haber alıyor ama ne zaman, nerde olacağını bilmedikleri için önleyemiyorlar. Sultan Abdülhamid Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ile konuşmasa suikast hedefine ulaşacaktı. Bu Allah’ın bir lütfudur. Eğer başarıya ulaşmış olsaydı ülke müthiş bir kargaşa havasına girecekti. İstanbul’da başka bombalamalar yapılacaktı. Suikasttan sonra bakıyorsunuz bütün devletler geçmiş olsun diyorlar. Hani timsah gözyaşları vardır, tamamen prosedür gereği. Zaten birçoğunun parmağı var bu işte. İçlerinden ‘tüh be’ dediklerine emin olabilirsiniz. Çünkü Abdülhamid’in varlığı onlar için ciddi bir tehdit. Türkiye’yi yıkmak istiyorlar. Bu çoğu Avrupa ülkesi için geçerli bir şey. Devlet başkanını öldürdüğün anda moral motivasyon bozulacak. 2.Abdülhamid mücadeleci bir adam. Ne yazık ki o dönemde ona sadık, nitelikli devlet adamı bulmak zor. Artık suikasttan sonra tek başına vermiş olduğu mücadeleden yoruluyor. Suikasttan sonra İttihat ve Terakki’nin faaliyetleri artıyor. Sultan Abdülhamid artık durumu idare etmekte zorluk çekiyor. Mücadele gücünün azaldığını söyleyebiliriz.

Sultan Abdülhamid Yıldız Sarayı’nı inşa ettiriyor ve oradan çıkmayarak bütün devleti nasıl idare edebiliyor?
Yıldız Sarayı daha önce var aslında. Bugün Büyük Mabeyn olarak bilinen yer daha önceden yapılmıştı. O sadece geliştirdi, yeni binalar ekletti. Yıldız Sarayı’nı neden seviyor diye soracak olursak, bir kere güvenli bir ortam. Dolmabahçe Sarayı karadan ve denizden kuşatılmaya müsait nitekim Sultan Abdülaziz de öyle tahttan indiriliyor. Dolayısıyla Yıldız Sarayı’nı tercih ediyor. Tabi padişahlığının ilk yıllarında saraydan çıkıyor, belirli yerlere gidiyor. Ama peş peşe gelen darbe girişimleri gösteriyor ki daha ihtiyatlı olmak lazım. Bunun üzerine saraydan pek çıkmamaya başlıyor. Ama hem ülkede olan hem dünyada olan her meseleden haberdardır. Bunu da Yıldız İstihbarat Teşkilatı sayesinde sağlıyor. Bu teşkilat güçlü bir teşkilat, doğrudan sultana bağlıdır. Bol şekilde altın dağıtır, çünkü bilgi edinmek bir devlet için çok önemlidir. İstihbaratınız olmazsa hem ülkeyle hem devlet başkanıyla çocuk oynar gibi oynarlar. O yüzden bu teşkilat çok önemlidir. Mesela İstanbul’da yabancı devletlerin sefaretleri vardır. Elçiler Rus Sefareti’nde toplanıyorlar. İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya ve Avusturya, bunlar tamamen Osmanlı’yı yıkmaya odaklanmış devletlerdir. Toplanıyorlar elçiler bir takım kararlar alıyorlar. Ertesi gün onların almış olduğu kararlar Sultan Abdülhamid’in önündedir. Hariciye Nazırı Tevfik Paşa’yı çağırıyor, bak bunlar toplandı, bunları konuştular buna göre siyasetini uygula diyordu. Bunu nasıl yapıyor, Yıldız İstihbarat Teşkilatı sayesinde. Yani siz bir devlet olarak büyükelçilikleri dinleyebiliyorsanız hem işinizi iyi yapıyorsunuz hem de güçlüsünüz demektir. Böylece ülkeyi uluslararası alanda güçlü bir aktör haline getiriyor. Birde tabi fotoğraf tutkusu var. İmparatorluğun her tarafını çektiriyor ve bu fotoğraflar üzerinde gözlemler yapıyor. Daha çok, müesseseler, yeni yapılar, demiryolları, memurları fotoğraflatıyor. Bu da bir haber alma yöntemi. Bu iki unsur sayesinde saraydan çıkmasa da imparatorluğun her meselesinden haberdar oluyor.



2.Abdülhamid panislamist bir padişah mı?
2.Abdülhamid panislamist değil, realist bir adam. Dünya konjonktürünü iyi bilir, hangi dönemde nasıl politika uygulanması gerektiğini iyi bilir. Müslümanların halifesi olarak nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranmıştır. 2.Abdülhamid bütün Müslümanların bir olmayacağını bilir. Halifeliği en iyi biçimde kullanmaya çalışmıştır ama bu Panislamizm değildir. Mesela Kuzey Afrika’ya, Orta Asya’ya âlimler gönderiyor. Tersini de yapıp oradan öğrenciler getirtiyor ve İstanbul’da eğitilmelerini sağlıyor. Halifelik yapıyor yani, panislamist değil. Orada Müslüman bir cemaat oluşsun, onlar kendini korusunlar, ayakta kalsınlar, önemli bir güç haline gelsinler, o ülke içinde hükümetin üzerinde bir baskı oluştursunlar. Sultan Abdülhamid politikalarıyla bunu hedeflemiştir. Tabii Türkiye bunu yapıyor, İngiltere ise tam tersini yapıyor. Sultan Abdülhamid’in politikalarını önleme ve kendi politikalarını uygulamayı istiyorlar. Bunu da tabii çok daha iyi imkânlar altında yapıyorlar.

Sanata, kitaba önem veren bir yönü de var Sultan Abdülhamid’in.
Aslında 2.Abdülhamid modern bir adam. İşte dindar bir adam, namazını kılar, dini vecibelerini yerine getirir. Ama birde modern tarafı var. Dönem olarak 19. yüzyılın sonu 20.yüzyılın başlarından bahsediyoruz. O dönemde belli bir dünya kültürü var. Batı müziğini seviyor, operadan hoşlanıyor. Bu onun dindar olmasına da mani bir şey değil. İkisi ayrı şeyler, bu bir hayat tarzı. Çocuklarını da teşvik ediyor. Oğlu Burhaneddin Efendi var müzik alanında sanatkâr bir şehzade. Kendisi de kitap okumayı çok seviyor. Otuz bin ciltlik kütüphanesi var Yıldız Sarayı’nda. Hegel okuyan bir insandan bahsediyoruz. Onu okumak derin bir zihin becerisi gerektirir. Polisiye romanlarını daha çok kafa dağıtmak için geceleri okuturdu mesela.

Siz bir kitabınızda 2.Abdülhamid’in bir nevi başkanlık sistemi uyguladığını belirtmişsiniz. Ne açıdan böyle düşünüyorsunuz?
Tanzimat sonrasında Bab-ı Ali yani Osmanlı Hükümeti giderek ön plana çıktı. Yani bir nevi padişahlar geri planda kaldı. Devletle ilgili kararları hükümet alır, padişah da onaylar, öyle geçer. Sultan 2.Abdülhamid burada kontrolün kendisinde olmasını istiyor. Kararı yine hükümet alıyor. Ama kararı da sultanın isteğine göre alıyor, misal bir okul açılması. Yani kararı sultan önceden bildiriyor, hükümet de kabul ediyor.  Kendi kararlarını hükümete uygulatıyor. Bu kararların hepsinin bir altyapısı var. Uzun istişareler içinde alınan kararlar. Son kararı yine sultan veriyor. Bu açıdan bir başkanlık sistemi olarak değerlendiriyorum.

Sultan Abdülhamid Ertuğrul Gazi’nin, Süleyman Şah’ın türbelerini yaptırıyor. Sizce imparatorluğun geçmişine dayanarak bir güç mü elde etmek istiyor?
Şimdi tarihi açıdan bazı şeyleri yerine oturtmak gerekir. Burası Türkiye. Türkiye’nin Selçuklu dönemi var, Osmanlı dönemi var, Cumhuriyet dönemi var. 2.Abdülhamid Osmanlı Türkiye’sinin son devlet başkanlarından biri ve artık 19.yüzyıla doğru devlet iyice zayıflamış. 2. Abdülhamid zamanında devlet bir yandan gelişiyor, bir yandan da toplumun motive edilmesi lazım. Motive etmek için de tarihi sahiplenmek lazım.  Bu hem kişisel bir düşünce, hem de topluma mesaj verme anlamında önemli. İşte biz büyük bir devletiz, büyük bir milletiz, devletimizin kurucusu Osman Bey, babası Ertuğrul Gazi mezarı burada, onun mezarını sahiplenmek. Tarih şudur; Tarihe sahip çıkıyorsanız ülkenin geleceğine sahip çıkıyorsunuz demektir.

Sultan Abdülhamid döneminde eğitim nasıldı?
Bir ülkeyi değerli kılan en önemli malzeme insan malzemesidir. Ülkeyi kalkındıracak isen insanını eğiteceksin. Dolayısıyla Sultan Abdülhamid birçok okul açtırdı. Tabii imparatorluk coğrafyası çok geniş olduğu için her yerde okul açmak mümkün değildi ama zeki olanlar muhakkak bir şekilde okuyup, eğitim alma fırsatını buluyordu. O kanallar açıktı. Dolayısıyla daha çok elit kesimi daha doğrusu kendini gösterebilmiş öğrenci çok iyi eğitim görüyordu. Mesela subaylar, çok iyi bir kurmay subay kadrosu yetişmişti. Tıp eğitimi, mülkiye eğitimi alanlar çok iyi yetişmişti. Bunlar ileride darbe yapacak,  bunlara eğitim vermeyeyim şeklinde düşünülemez. Ama bir şekilde eğitim alanlar ülkedeki sorunlardan padişahı sorumlu tutuyordu. Her şey dört dörtlük olacak diye bir şey yok. Dolayısıyla iyi eğitim almış oluyor ve neticede muhalif oluyordu. Bu biraz kaçınılmaz bir şey. Tabii her iyi eğitim alan da muhalif olacak diye bir şey yok. Ama şartlar konjonktür önemli unsurlar.

Sultan Abdülhamid’in yasakları ve sansürleri hakkında ne söyleyebiliriz?
Bu tamamen nereden baktığınla alakalı bir mesele. Basın üzerine bir baskı vardır. Basının yazabileceği şeyler var, yazamayacakları var, kriterler bellidir. Siyasi anlamda gazetelerde yayın yapmak mümkün değildir. Kendini baskı altında hisseden bir grup var. Ama imparatorlukta herkes kendini bir baskı altında hissediyor diye bir şey yok. Vatandaş günlük hayatını yaşıyor, hayat pahalılığı yok, halk rahatlık içinde yaşıyor. Yani geniş bir kesimin bir sıkıntısı yok. Kendisini rahatsız hisseden siyasi anlamda Sultan Abdülhamid’den farklı düşünen kesimdir.  Jön Türkler, İttihat ve Terakki üzerinde bir baskı var. Bunlar çok çarpıtılıyor, mesela jurnaller. Jurnal bir haber alma mekanizmasıdır. Arada saçma şeyler de gönderilmiyor değil. Tabi bunlar Jurnal Tahkik Komisyonu tarafından kontrol edildikten sonra padişaha sunuluyor. Kesinlikle Sultan Abdülhamid’i ülke üzerine kâbus gibi çökmüş diye değerlendirmemek gerekir. Sadece siyasi anlamda bir baskı var. Bakıldığında Sultan Abdülhamid eksileri, artıları olan bir padişahtır. Ama artı yönleri oldukça fazladır.

Sultan Abdülhamid iletişime, ulaşıma önem veren bir padişah, donanmaya neden bu kadar önem vermiyor?
Dünyadaki teknolojiyi ülkeye getiriyor. Sultan Abdülhamid elektriği yasaklamış falan derler ama böyle bir şey yok. Sultan Abdülhamid ileride bir dünya savaşı çıkacağını görebiliyor. Aklında bu savaştan dışarıda kalarak güçlü çıkmak var. Bunun içinde güçlü bir kara ordusu gerekiyor. Çünkü deniz ordusu daha çok başka ülkelere saldırı düşünceniz varsa önemlidir. Kara ordusu güçlü ise kendini savunabilirsin. Tabii bir de donanma çok maliyetli bir şey. Sultan Abdülaziz o donanmayı kurdu ama donanmayı kullanacak teknik elemanlar hep yabancıydı. Elemanlar yabancı olunca savaş durumunda bu adamlar kendi ülkelerine karşı savaşmaz. Bir de Donanma darbeye karışmıştır. Bir daha darbeye karışabilir endişesi ile kısmen ihmal ediliyor. Sonuçta hiç Osmanlı Donanması seyir etmiyor diye bir şey yok. Kızıldeniz’de, Basra Körfezi’nde Osmanlı Donanması var. Sadece İstanbul’daki donanma seyir etmiyor ve Haliç’te tutuluyor. Osmanlı’nın kara suları içinde donanmamız var.

Sultan 2.Abdülhamid’in dışarıda nasıl bir politika izliyor?
O dönemde dünyayı değiştirmek kolay değil, bu İngiltere için de böyle. Belki 16.yüzyıl Osmanlı böyledir. Dünya Topkapı Sarayı’ndan çıkacak karara bakıyordur. Fakat dünya geliştikçe, teknoloji ilerledikçe bu zorlaşır. İsteyen istediğini yapamıyor, zaten bakıyorsun ittifaklar oluşmuş durumda. 2.Abdülhamid çevreye bakıyor. Balkan ülkeleri, bunlar küçükler ama bir araya gelirse tehdit oluşturabilir. Bunlar birbirleriyle ittifaklar kurmamalı. Çevreye açıldığında ise İngiltere’nin, Fransa’nın, Rusya’nın tarihi hedeflerini, planlarını bilir ona göre siyaset yapar. Bir de bu ülkelere kiarşı tek başına politika üretemezsin. Hepsine düşmanca davranırsan ezilmen söz konusu olabilir. Başka bir güçle, işte Almanya ile hareket etmen gerekir. Dolayısıyla Almanya’yı yanına çekme gibi çok ustaca bir politika uyguladı. 2.Wilhelm’in Türkiye’ye gelmesi, burada çok şaşalı karşılanması, hediyelere boğulması, tamamen uluslararası politikanın bir gereği olarak yapılmıştır. Karşılığında Wilhelm Şam’da Selahaddin Eyyubi’nin türbesi önünde ben üç yüz milyon Müslümanın dostuyum diye beyanda bulundu. Bir nevi gaza gelmektir bu aslında. Tabii bir taraftan onun da politikasına uyuyor. Türkiye’ye bir saldırı olduğunda Almanya Türkiye’nin yanında olacaktır mesajıdır bu. İşte 2.Abdülhamid bu şekilde devleti garanti altına almak isteyerek uluslararası alanda ileride güçlü bir aktör olmak istedi. Öbür taraftan diğer devletlerle ilişkisi var. 93 harbinde Ruslar İstanbul kapılarına dayanıyorlar ama içeri giremiyorlar. Çünkü İngiliz Donanması Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara’ya giriyor. Ruslar İstanbul’a girerse biz de gireriz mesajıdır bu. Tabii bunun karşılığında Kıbrıs gitti elimizden. Bir nevi İstanbul’a karşı Kıbrıs’ı verdik. Bu her zaman tercih edilir bir şey. Uluslararası ilişkilerde dengeler vardır. Rusya sıcak denizlere inme politikası için fırsat buldu. Ama bu diğer devletler için hoş karşılanır bir mesele değil. Tabii Ruslar giremediler ama çok büyük bir avantaj elde ettiler. Ayastefanos Antlaşması yapıldı. Daha sonra o anlaşma da hükmünü kaybetti. Sultan Abdülhamid her zaman İngilizlerle iyi ilişkiler kurmak ister. Ama İngilizler saldırgan bir tutum alırsa devletini güçlü bir şekilde savunur. Mesela Basra Körfezi’nde İngilizlerle dişe diş mücadele veriyor. İngilizler çuvalla altın dağıtıyorlar, silah dağıtıyorlar Arap Şeyhlerine. Ne olursa olsun Sultan Abdülhamid İngilizlerin Basra Körfezi’ne hâkim olmalarını engelliyor.  Aynı şekilde Yemen’e sokmadı İngilizleri. Ama mesela Mısır zaten gitmişti. Devletin orayı savunacak enerjisi yoktu. Sultan Abdülhamid geleceği düşündüğü için Mısır’ı savunmak gibi bir hareket içine girmedi. Protesto edildi sadece. Almanlarla hiçbir zaman askeri ittifak anlaşması yapmamıştır. Bütün anlaşmalar ticari, sosyal anlaşmalar. Çünkü askeri bir bağ kurarsa ilerideki savaşta Almanya ile beraber savaşa girmek zorunda kalacaktı. Demiryolları yaptırıyor, ticari imtiyazlar veriyor. Ama geniş zamanlı düşünerek hiçbir şekilde askeri bir anlaşma yapmıyor. Balkanlar’da ise güçlü bir birlik oluşmasını istemiyor. Balkanlar’daki en güçlü devlet Yunanistan’dır. Meşhur Avrupa’nın şımarık çocuğu sınırı aşınca, haddini bildiriyor Sultan Abdülhamid. Hedef de budur zaten.



Düyun-u Umumiye İdaresi’nin kuruluş amacı ve faaliyetleri nelerdir?
Bugün çok yanlış anlaşılan bir meseledir. İşte ülke sömürgeye dönüştürüldü gibi bakanlar var. Sultan Abdülhamid döneminden önce mali bir iflas gerçekleşiyor.  Ülkede borçları ödemek zorunda, borcu var. Sultan Abdülhamid orada çok önemli bir şey yapıyor. Borçları yüzde elli iki oranında düşürttürüyor. Bu çok başarılı bir operasyondur. Borçları ödenebilir hale getirmektir. Sonrasında da kalan borçların ödenmesi için yıllık taksitler halinde ödeme planları oluşturuluyor.  Bu ödeme planı oluşturulurken de Osmanlı Devleti’nin aşağı yukarı yüzde yirmi beş oranında geliri Düyun-u Umumiye kontrolüne bırakılıyor, borçların ödenmesi için. O şartlarda yapacak başka bir şey yok. Aynı zamanda bütün bunlar olurken ülkede yatırımlar yapılıyor.

Sultan Abdülhamid’in normal bir günü nasıl geçerdi?
Sultan Abdülhamid dindar bir adam beş vakit namazını kılıyor. Kalkıyor önce sabah namazını kılıyor. Daha sonra Mabeyn’e geçer. O gün yapılacak işler padişaha okunur, gerekli evraklara bakılırdı. Gündelik devlet işleriyle ilgili bilgilendirmeler, gelen telgraflar, öğleden önce bunlar yapılırdı. Gerekli yazışmalar yapılıyordu. Ondan sonra öğle yemeğini yiyor. Sonra genellikle hafif bir uyku, yirmi dakika, yarım saat gibi bir süre dinlenirdi. Öğleden sonrası daha çok saraya gelen ziyaretçilere, olanlarla görüşmek için ayrılır. Sadrazam, nazırlar, sefirler, genellikle dışa açık kabuller gerçekleşirdi. Yabancı gazetecilerle görüşmeleri olurdu. Samimi bir şekilde masasına oturtur, birlikte yemek yerdi. Tabii bu bir politikadır. Onlara pozitif yönde bir algı yaratmaya çalışıyordu. Mali olarak gazetecileri desteklerdi. Yıldız Sarayı’nın büyük bir bahçesi vardır. Orada öğleden sonra yine bazen dinlenir, sandalla oradaki havuzda gezerdi. Tabii bir de marangozluğu var. Bazen marangozhaneye çekilir, kafa dinlendirirdi. Hatta zaman zaman bir takım askeri uzmanlarla beraber silah teknolojisi üzerine denemeler yapardı. Akşam yemeğinde ailesiyle, eşlerinden biriyle, çocuklarıyla yemek yerdi. Ağır bir iş yoksa erkenden yatardı. Yattığı zaman yanında İsmet Bey vardır, roman okur, daha çok polisiye romanları. Yatarken de kapısında Karakeçili Aşireti’nden bir asker beklerdi. Onlar Ertuğrul Gazi ile beraber Söğüt’e gelmiş ailelere mensup kişilerdir. Dolayısıyla onları güvenilir görürdü. Normal bir günü böyledir.

Yıldız Yağması nasıl gerçekleşiyor?
2.Meşrutiyet altı ay boyunca Sultan Abdülhamid ile devam ediyor. Güç bu arada İttihat ve Terakki eline geçiyor. Altı ay sonunda 31 Mart Vakası gerçekleşiyor. Bu olaydan sonra Hareket Ordusu oluşturuluyor ve İstanbul’a giriyorlar. Yıldız Sarayı’nı da ele geçiriyorlar ve Sultan Abdülhamid tahttan indiriliyor. Bu arada büyük bir yağma oldu. Sadece kütüphane duruyor bugün. Onun sebebi ise Sultan Abdülhamid’in kütüphanecibaşısı olan bir Arnavut şeyhi. Hareket ordusunda muvazzaf askerler yanında Rum, Arnavut, Bulgar çeteler vardır. Arnavut çeteleri kütüphaneyi yağmalamaya gelince Arnavut şeyhi kapının önüne yatıyor. Beni burada çiğnemeden bu kütüphaneyi yağmalayamazsınız diyor. Tabii şeyh olduğu için işin manevi kısmı da var. Dolayısıyla kütüphaneyi yağmalamaktan vazgeçiyorlar. Bu şekilde kurtuluyor kütüphane. Diğer eşyalardan ise Avrupa’da satılanlar oldu.

Tarihi olarak baktığımızda Sultan Abdülhamid hakkında ne diyebiliriz?
Son 200 yılda Türkiye’nin iki tane üst düzeyde işler yapmış devlet başkanı vardır. 19.yüzyılda Sultan Abdülhamid, 20.yüzyılda ise Atatürk’tür. Sultan Abdülhamid’in varlığı geleceği şekillendirmiştir. Onun kurduğu müesseseler güçlü bir Türkiye yaratmıştır. Kendi döneminde Türkiye’yi uluslararası alanda güçlü bir faktör haline getirmiştir.

Vahdettin Engin Kimdir?
Yakınçağ Osmanlı tarihi uzmanı olan ve özellikle Sultan Abdülhamit dönemine ve Türkiye'de ulaşım tarihine ilişkin araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Vahdettin Engin, 1956 yılında Kocaeli'nin Yarımca ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Yarımca'da tamamladı. 1977 yılında Galatasaray Lisesi'ni bitirdi ve 1982 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yakınçağ Tarihi Kürsüsü'nden mezun oldu. 1983 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak akademik hayatına başladı. 1986 yılında Ahmet Rıza Bey ve Siyasi Faaliyetleri konulu yüksek lisans tezini, 1992 yılında Rumeli Demiryolları konulu araştırması ile doktora çalışmasını tamamladı. 1995 yılında doçent, 2002'de profesör unvanını aldı. Halen aynı üniversitenin Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir. Prof. Engin, 2000 yılında çıkan Tünel kitabıyla Türk Tarih Kurumu Ödülü'ne layık görülmüştür. Son dönemde Dr. Theodor Herzl'in II. Abdülhamit ile Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması için yaptığı gizli görüşmelerin ayrıntılarını belgeleriyle açığa çıkaran Pazarlık adlı kitabı sayesinde basında ses getirmiştir. Evli ve bir çocuk babasıdır.
1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

duyurular DUYURULAR
editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
hava durumu HAVA DURUMU
anket ANKET

e-gazete E-GAZETE
arşiv HABER ARŞİVİ
Bu haber ilginizi çekebilir! Kapat

İstanbul'dan Dünya'ya Tarih'in İzinde