Hicaz Demiryolu yalnızca İstanbul-Medine arasında yapılacak seyahatleri kısa süreye indirmekle kalmamış, aynı zamanda Arap topraklarında çıkabilecek her türlü isyanın kısa yoldan bastırılması imkanını da sağlamıştır. Bununla beraber ticari ve kültürel ilişkilerin de hızlanmasına vesile olan proje, bugün tekrar hayata geçirilirse, Türkiye ile Arap Dünyasının dostane ilişkilerini güçlendireceği bir gerçektir.
19. yüzyılın ikinci yarısındaki siyasi ve askeri gelişmeler, Osmanlı Devleti’ni, öncelikle Rumeli’de kapsamlı bir demiryolu ağı kurmaya sevk etmişti. 1870 yılında başlayan ve 1888 yılında tamamlanan kısımları ile 1279 km. uzunluğundaki Rumeli demiryolları projesi, Paris, Viyana ve Berlin gibi Batı başkentlerini İstanbul’a bağladı. İstanbul, Tarih boyunca hep yolculukların başlangıç ve bitiş noktası olmuştur; Batı için sihirli bir dünya, Doğu için ise ulaşılması güç bir hayaldi. İşte bu iki dünyayı birbirine bağlamak ve bütün semavi dinlerin beşiği olan kutsal topraklara, Mekke, Medine ve Kudüs’e ulaşmayı kolaylaştırmak amacıyla bütün bu bölgeyi kuşatacak bir demiryolu projesi İstanbul’da güç kazanmaya başladı. Bu proje aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin bu topraklarda hem askeri hem de siyasi otoritesini güçlendirecekti.1872’de tanınmış Alman mühendisi Wilhelm Von Pressel, Osmanlı Asyası’na yönelik bir demiryolu projesi teklifinde bulundu. 1878’de ise bir İngiliz Elphinstone Dalrmple başka bir teklif sundu. Bu tarihlerde Hicaz bölgesi dediğimiz yerlerde, iç karışıklıklar ve düzensizlikler mevcuttu. Hükümete, oralarda bulunan yetkili devlet adamları tarafından sürekli ciddi önlemlerin alınması gerektiği söyleniyor, bunun sonucu olarak demiryolu inşasının zaruri bir hal aldığından bahsediliyordu.
Hicaz Demiryolu Projesi İslâm Dünyasında coşku ile karşılanmıştı. Osmanlı, Hindistan, İran ve Arap basınında aylarca en ağırlıklı konu Hicaz Demiryolu olmuştu. İstanbul’da yayınlanan Sabah gazetesi, demiryolundan kutsal hat ve halifenin en muhteşem eseri olarak bahsediyordu. Demiryolunun maliyeti 4 milyon lira olarak hesaplanmıştı. Bu rakam devlet bütçesinin neredeyse %20’sine tekabül ediyordu. Bunun hepsini ödemek imkansız gibi görünüyordu. Başta padişah olmak üzere onun devlet erkânı ve üst düzey yetkililer, önde gelen bürokratlar askerler ve devletin çeşitli kademesindeki memurlar bu proje için bağışta bulundular. Bununla beraber Osmanlı halkı da bu projeyi heyecanla karşılamış, genciyle, ihtiyarıyla bir sürü insan bu demiryoluna bağış yapmıştır. Fas, Tunus, Cezayir, Rusya, Çin, Singapur, Hollanda, Güney Afrika, Ümit Burnu, Cava, Sudan, Pretorya, Bosna-Hersek, Üsküp, Filibe, Köstence, Kıbrıs, Viyana, İngiltere, Almanya ve Amerika’daki Müslümanlar, Hicaz Demiryolu’nun yapımı için bağışta bulundular. Hatta Müslümanların dışında, Almanlar, Yahudiler ve birçok Hıristiyan bile bu projeye maddi destek sağlamıştır. Fas Emiri, İran Şahı ve Buhara Emiri gibi devlet idarecilerinden de yardımlar gelmiştir. Netice itibariyle II. Abdülhamit devlet adamları ile yapmış olduğu istişareler neticesinde 2 Mayıs 1900 tarihinde yayımladığı bir irade ile demiryolu inşasının başlamasını emrediyordu. Bu proje Almanlara verilmişti. 1 Eylül 1900’de yapılan resmi bir törenle inşaat fiilen başlamış oldu. İlk aşamada Şam’dan Mekke’ye ulaşması planlanan demiryolunun, ileride Akabe’ye ve Cidde’ye bağlanması, hatta Yemen’e oradan da Kızıldeniz’in kıyısındaki Yemen’in Hudeyde liman şehrine kadar götürülmesi düşünülüyordu.
Demiryolu yapımına ilk olarak Şam-Der’a arasında başlandı. 1903’te Amman’a, 1904’te Maan’a ulaşıldı. Maan’dan Akabe Körfezine bir şube hattı yapılarak Kızıldeniz’e çıkılmak istendi ise de İngilizlerin karşı çıkmaları sonucu gerçekleştirilemedi. Daha önce yapım imtiyazı bir İngiliz şirketine verilmiş olan Hayfa Demiryolu, inşaat malzemeleri ile birlikte satın alınarak, 1905’te tamamlandı ve Der’a, Yermuk Vadisinden Hayfa’ya bağlandı. Böylelikle Hicaz Demiryolu Akdeniz’e ulaşmış oldu. O zamana kadar tarihi Akka şehrinin yanı başında küçük bir kasaba konumunda olan Hayfa, Hicaz demiryolunun ve limanının yapımı ile bir anda gelişti ve bugün bölgenin önemli bir ulaşım merkezi haline geldi.
Demiryolu’nun Maan’a varmasından sonra inşaat ile işletme işleri birbirinden ayrılarak bir işletme idaresi kuruldu ve demiryolunda ilk defa 1 Eylül 1905 yılında yolcu ve eşya taşınmaya başlandı. Aynı sene Tebük-Medâyin arasındaki Mudevvera’ya ve 1 Eylül 1906 tarihinde de Medâyin-i Sâlih’e ulaşıldı. Bu noktadan sonraki inşaatın tamamı Müslüman mühendis, teknisyen ve işçiler tarafından gerçekleştirildi. el-Ûlâ’ya 1907’de ve nihayet Medine’ye 31 Ağustos 1908’de varıldı. O tarihe kadar toplam 1464 km’yi bulan Hicaz Demiryolu, Sultan Abdülhamit’in tahta çıkışının 33. yıldönümü olan 1 Eylül 1908 tarihinde yapılan resmî bir törenle bütünüyle işletmeye açıldı. Hicaz Demiryolu, I. Dünya Savaşı’na kadar yoğun bir şekilde kullanıldı. II. Abdülhamid’in tahtan indirilmesine kadar “Hamidiye Hicaz Demiryolu” olarak anılan ve 18 Ocak 1909’dan itibaren sadece “Hicaz Demiryolu” olarak bilinen hat 1918’de 1900 km’yi aşmıştır. Medine komutanı Fahreddin Paşa’nın Mondros Mütarekesi’nin 16. maddesi gereğince, 7 Ocak 1919’da imzaladığı şartname icabı Medine’yi teslim ve tahliye etmesi ile birlikte Hicaz Demiryolu üzerindeki Osmanlı hakimiyeti kalkmıştır. Medine’de bulunan Mukaddes Emanetler, Fahreddin Paşa’nın üstün çabalarıyla Hicaz Demiryolu hattı sayesinde İstanbul’a taşınabilmiştir.
Hicaz Demiryolu, kısa ömrüne rağmen, önemli askerî, siyasî, ekonomik ve toplumsal sonuçlar meydana getirdi. Yabancı sermaye tarafından yapılan demiryollarında istihdam edilmeyen Mühendislik Mektebi mezunu pek çok Türk mühendisinin de ilk tecrübe ve yetişme yeri oldu. Cumhuriyet Demiryolları’nın yapımı aşamasında gerekli olacak bilgi, beceri ve tecrübe birikiminin temeli Hicaz Demiryolu ile sağlandı ve azımsanmayacak kadar çok teknik eleman yetişti. Osmanlı Devleti’nin o bölgeyle haberleşmesini de kolaylaştıran Hicaz Demiryolu, Hacca gitmek isteyen Müslümanların da işini oldukça kolaylaştırmış ve büyük sonuçlar doğurmuştur. Hicaz Demiryolu, meydana getirdiği maddi sonuçların yanı sıra, insanlarımızın ortak bir hedef ve mefkûre etrafında yardımlaşma ve dayanışma bilincinin oluşmasına da önemli bir katkı sağlamıştır.
Bu mühim projede emeği geçen ecdâdımızı rahmet ve minnetle anıyoruz…