Çemberlitaş’ta bulunan Sultan Abdülhamid Han’ın kabri başında Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başlayan programda 6 hafız Sultan Abdülhamid Han’ın ruhaniyetine Yasin-i Şerif okudu.
Okunan hatimlerin duasını da İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç. Dr. Hikmet Atan yaptı. Çok yoğun bir katılımın gözlendiği programa Osmanlı Hanedanını temsilen İkinci Abdülhamid Han’ın 4.kuşak torunu olan Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu katıldı.
Program sonrası basın mensuplarının sorularını cevaplandıran Kayıhan Osmanoğlu: ”Anma programına katılım gösteren herkese teşekkür ediyoruz. Halkımızla birlikte atamızı andık. Tabii üzüntülüyüz. Günümüzde halen bazı dizilerle tarihimiz yanlış anlatılıyor. Bizim bir film çalışmamız var. Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın hayatını konu alan bir film yapacağız. Çalışmalarımız devam ediyor. Sonuna doğru gelmeye başladık yakın zamanda kesinleşir” dedi.
Türbedeki program sonrası katılımcılar hep birlikte “Üç Kıtanın Son Hükümdarı Cennetmekan Sultan II. Abdülhamid Han” isimli pankart ardında yürüyerek TYB İstanbul Şubesi Kızlarağası Medresesi’ne geçtiler. TYB İstanbul Şubesi Kızlarağası Medresesi’nde 16:00’da başlayan programın ikinci kısmı program sunucu Ahmet Melik Ünal’ın “Dinle Evlat” isimli şiiri okumasıyla başladı.
“Tarihimize, kültürümüze, medeniyetimize sahip çıkmamız için illa ki ecdadımızı, tarihimizi karalayan muhteşem rezilliklerin olması mı gerekir?”
Açılış konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelen Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu Başkanı İbrahim Akkurt şunları kaydetti:
“Bizi gün geçtikçe kimliksiz, tarihsiz, kültürsüz bir topluma dönüştürmeye çalışıyorlar. Bizlerde kendi öz değerlerimize sarılarak mensubu bulunmakla iftihar ettiğimiz tarihimize ve medeniyetimize sahip çıkarak bunun karşısında yer alıyoruz. Tabi bunlar karşısında yer alırken haddimizi de hakkımızı da bilerek hareket ediyoruz tıpkı Celaleddin Harzemşah gibi seferden sorumlu olduğumuz bilinciyle. Celaleddin Harzemşah, ordusuyla sefere çıktığında “Cengiz Han’ın ihtişamlı ordusuyla savaşmayı nasıl göze alıyorsun?” sorusuna tarihe geçen şu muhteşem cevap ile karşılık vermiştir. “Biz zaferden değil seferden sorumluyuz, biz üzerimize düşeni yapıyoruz. Zafer inananlarındır ve Allah’ın yardımıyla yakındır.” Bizlerde Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu olarak acizâne fakat halisâne bir şuur ile Tarihimize ve öz değerlerimize sahip çıkıyoruz ve çıkmaya devam edeceğiz. Çünkü biz dertli insanlarız. Bizim derdimiz siyaset, menfaat, ticaret değil ilim, irfan ve medeniyettir.
Sultan Abdülhamid Han da hepimiz gibi bir beşerdir. Yani sevabı da vardır, günahı da vardır. Bizler tarihle ilgilenirken bu noktaya özellikle dikkat etmeliyiz. Maalesef Sultan İkinci Abdülhamid Han, geçmişte tarih kitaplarında iğrenç iftiralara, ideolojik kavgalara maruz kalmış bir tarihi şahsiyetimizdir. Sultan Abdülhamid Han’a birtakım iftiralar atarak onun üzerinden milli ve manevi değerlerimiz çürütülmeye, küçük düşürülmeye çalışılmaktadır. Ancak son yıllarda gerek akademik gerekse de popüler tarih alanında yapılan çalışmalarla Sultan İkinci Abdülhamid Han ve dönemi aydınlatılmaya, anlatılmaya, anlaşılmaya başlanmıştır.
Bizim medeniyetimiz, tarihimiz reaksiyon hareketi değil bilakis aksiyon hareketidir. Tarihimize, kültürümüze, medeniyetimize sahip çıkmamız için illa ki ecdadımızı, tarihimizi karalayan muhteşem rezilliklerin olması mı gerekir? Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu olarak bizler Merhum Mehmed Akif’in “Sâhipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.” hitabının muhatabı olduğumuzu düşünerek çalışmalarımızı aralıksız sürdüreceğiz. Kısıtlı imkanlar ile gerçekleştirdiğimiz bu programlara Tarihine Sahip Çıkan tüm halkımızı davet ediyoruz. Eğer bizler tarihimizi doğru kaynaklardan öğrenmez ve mazisi tertemiz olan tarihimize sahip çıkmaz isek; Tarihimizi ve tarihi şahsiyetlerimizi karalayan diziler ve yayınlar da yapılır, işlememiş olduğumuz soykırım gibi bizim tarihimize ve medeniyetimize çok uzak olan bir kavramı da boynumuza yaftalarlar. Tarih; milletlerin hafızasıdır, Tarih; milletlerin tecrübeler mecmuasıdır ve yine Tarih; Geçmişi geleceğe bağlayan köprüdür. Anma programlarımızla, tarihi anlatan yayınlarımızla özellikle yeni yetişen neslimizi tarih şuuruna sahip bireyler olarak yetiştirelim.”
“Tarih artık sahipsiz değil, çünkü Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu var”
Açılış konuşmasının ardından kısa bir selamlama konuşması yapan TYB İstanbul Şubesi Başkanı Mahmut Bıyıklı “Şairin yıllar önce ifade ettiği bir iki mısra var aklımda kalan “Târihi yağmaladı bir düzine tâlihsiz; Değerler öksüz, mukaddesât sâhibsiz”, bugün burada görüyoruz ki salonlar almıyor. Sultan Abdülhamid Han’ın türbesini sabahtan beri gençlerle, yaşlılarla, çocuklarla kaynıyor. Hamdolsun artık tarih sahipsiz değil, çünkü Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu gibi hepsi gençlerden oluşan ve dinamik topluluklar tüm üniversitelerde tüm şehirlerimizde yayılmaya devam ediyor“ dedi.
“Sultan Abdülhamid’in Müslüman çocuklarını yollamadığı okullara İttihatçılar bursla öğrenci yolladı”
Program panel oturumu şeklinde devam etti. Panelde ilk konuşmacı Fatih Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Doç. Dr. Erdoğan Keskinkılıç idi.
Doç. Dr. Erdoğan Keskinkılıç “II. Abdülhamid Dönemi Azınlık Okulları ve Misyonerlik Faaliyetleri” konu başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Doç. Dr. Erdoğan Keskinkılıç Osmanlı’da ki misyonerlik okullarını, bu okulların faaliyetlerini ve Sultan Abdülhamid’in bu okullara bakışını anlattı.
Osmanlı Devleti’nde çeşitli ülkelerin misyonerleri vardı. İstanbul’da ki ilk misyoner okul 1583 yılında Fransız cizvitlerin kurduğu okuldur. Ondan bu güne gelen misyonerlik çalışmaları var. Fakat çok yoğun halde misyoner hareketleri evangelist Protestan misyoner hareketleridir. İlk 1810’dan itibaren gelenler Amerikalılardır. Sonra onları İngiliz misyonerleri takip etmişlerdir. Peki nedir bu misyoner okullarının ve misyonerlerin amacı? Hem Amerikan hem İngiliz misyonerlerinin baştaki amacı Müslümanları Hıristiyanlaştırmaktır. Sonra baktılar Müslümanlar, Hıristiyanlaşmıyor, 1857 yılında hareketlerini değiştirme kararı aldılar. Dediler ki biz eskiden Hıristiyan olup şimdi sapıtanları Hıristiyan yapalım. Yani Anadolu’da ki Ortodoksları Katolikleri gregoryenleri gerçek Hıristiyan yapalım, yani Protestan yapalım dediler. Bu sebeple Anadolu’da en çok Protestan misyonerler bulunur.Bunların üç çalışma alanı vardır. Bir tanesi yetimhane açmak biri tıp merkezleri kurmak biride okul açmaktır. Maalesef çok insani bir şey olan tıp hizmetini bile misyonerliklerinde kullanmışlardır.
Misyoner okulların sayısı 1890’lı yıllarda bin kadardı. Bu okullara -hem gayrimüslim hem misyoner- okullara Müslüman öğrencilerin gitmesi yasaktı. Bunu Abdülhamit titizlikle kontrol ediyordu. Bunun için müfettişlik bile kurmuştu. Fakat Abdülhamid’ten sonra İttihatçılar döneminde bırakın yasaklamak orada Müslüman öğrenciler bursla okutuldu. Abdülhamid döneminde bu okullar iyi denetlendi fakat sonra bu okulların ipi koptu. Milli Mücadele zamanında maalesef bu okulların kimisi silah deposu oldu.
“Cumhuriyet döneminde yazılanlarda Abdülhamid bir öteki olarak kurgulandı. Yeni gelen bir hükümet kendinden öncekini kötüleyerek kendini meşrulaştırır.”
Paneldeki diğer konuşmacı İstanbul Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdülhamit Kırmızı “Şahsiyet-Dış Politika İlişkisi: İkinci Abdülhamid ve Makedonya Sorunu” isimli sunumunda şu konulara değindi:
“Panislamizm İngilizlerin kendi korkuları ile oluşturdukları bir isimlendirme. Elbette Abdülhamid çok dindar biriydi fakat bu kişilik özelliklerini dış politikada aramak hata olur. Abdülhamid’e panislamist demek oryantalist bir dile teslim olmak anlamına geliyor. Onların bize yansıttığı kötü bir özelliği kabullenmek anlamına geliyor. Dolayısıyla bu Panislamizm meselesini oralardaki Müslüman halkı ayaklandırmak isyan ettirmek değil de daha statükocu, Osmanlı sınırlarını nasıl daha fazla muhafaza ederim, nasıl daha fazla toprak kaybının önüne geçebilirim şeklinde anlamak lazım. Abdülhamid gerçekçi bir şekilde politika oluşturdu. Abdülhamid döneminde Tunus, Mısır, Doğu Rumeli toprakları gitmeye başladığında Abdülhamid, İttihatçıların Balkanda yaptığı gibi ne halimiz varsa çıkalım savaşalım gibi bir tavır sergilemedi. Çünkü biliyordu girerse ne olacağını Bulgaristan’ın arkasında Rusya’nın İngilizlerin bir tarafta olduğunu o bunların hepsini hesap ediyordu.”
‘Sultan 2. Abdülhamid üzerine doğru bir tarih yazımı veya okuması nasıl olmalı’ konusunda da konuşan Kırmızı şunları söyledi
“Biz tarihçiler Abdülhamid dönemine çalışırken yaptığımız geçmiş dönemlerde yazılmışları temizlemek oluyor. Cumhuriyet döneminde yazılanlarda Abdülhamid bir öteki olarak kurgulandı. Yeni gelen bir hükümet kendinden öncekini kötüleyerek kendini meşrulaştırır. Böyle bir ulusal tarih yazımı vardı. Şimdi bunla yüzleşilmeye başlandı. İşte Türkiye’nin vizyonu büyümeye başlıyor. Gözlerimizi Arap topraklarına Orta Asya’ya falan çevirdiğimizde tarihimizi de genişletmeye başlıyoruz. Görüş açımız ne kadar genişliyorsa geçmişimizde o kadar büyüyor. Fakat bu ulusal tarih yazımına karşılık gelişmiş tam tersi bir yönde rahmetli Necip Fazıllar ile başlayan bir tarih yazımı var. Biz bu iki kutup arasında daha makul olmak durumundayız.”
Panelin bitiminde programa katkı ve desteklerinden dolayı Doç. Dr. Erdoğan Keskinkılıç’a Topluluk Yönetim Kurulu üyesi Kasım Bolat, Doç. Dr. Abdülhamit Kırmızı’ya Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu Başkanı İbrahim Akkurt, TYB İstanbul Şubesi Başkanı’na da Yönetim Kurulu üyesi Ayhan Çiftçi plaketleri takdim ettiler. Plaket takdiminin ardından Yönetim Kurulu Üyeleri ve hocalar hatıra fotoğrafı çektirdiler. Program bitiminde katılımcılara Sultan Abdülhamid Han’ı ve Dönemini anlatan kitapçık ve broşürler ile Tarihçe Dergisi hediye edildi.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...